Edebi-entelektüel İslamcılığın dizi hali...

Murat Güzel/Yazar
10.05.2014

İktidar mensuplarının Yedi Güzel Adam’a gösterdikleri ilgi nasıl yorumlanmalı? ‘Vefa’ ve ‘yakınlık’ duygusuyla mı? Belki sahiden kültürel alanda eksik kalındığını düşünmüş olabilirler. Bu tür projeleri destekleyerek bu eksikliklerini giderecekleri ya da kendi geçmişlerine dair taşıdıkları bir borcu ödeyecekleri zehabına da kapılmış olabilirler. Ama bütün bu duygu ve düşünceler söz konusu diziyi bir iktidar projesi saymaya yeter mi?


Edebi-entelektüel İslamcılığın dizi hali...

Türk modernleşmesine ilişkin erken, hem de çok erken tarihlerde, 1921’de Almanya’da bir sosyoloji doktora tezi olarak yazılan “Modern Türklükte Kültür Hareketi” adlı eserinde Ahmed Muhiddin, Osmanlı’nın geç dönemlerinde modernleşme çabalarının bir kültürel hareket ve zihinsel dönüşüm süreci olarak yaşandığına dikkat çeker. Ahmed Muhiddin’e göre iktisadi modernleşme, Batı’ya yakınlık ve bundan dolayı Batı’nın kapitalist iktisadi gelişmişlik düzeyinin ister istemez çıkardığı engeller dolayısıyla, mümkün olsa bile, güç olan bir vetiredir. Buna karşın yerli dinamikler ile Batılı etkiler, fikri ve edebi düzeyde daha rahat imtizaç edebilir, dönüşüm bu alanda daha rahat gerçekleşebilirdi, ki öyle de oldu. Ahmed Muhiddin, modern Türklükteki kültürel hareketleri Tevfik Fikret-Mehmet Akif parantezinde ele alır. Bu tespit, Türkiye’nin sonraki yıllarında yaşanacak fikri, edebi değişimler, tartışmalar ve kavgalar bakımından da bilhassa dikkat çekicidir. Cemil Meriç’in ‘düşman kardeşler’ olarak nitelediği ve İdris Küçükömer’i andırır bir şekilde halkçı Akif’i sağcıların, şiir dili ağır ve ağdalı ve bu sebeple elitist Fik- ret’i solcuların sahiplenmesindeki tenakuza işaret ettiği bu ikili, hakikaten modern Türk şiirinin gelişim çizgisinde tuttukları yer ve etkileri bakımından ayrıca ele alınmayı hak eden konuma yükselir.

İsmet Özel’in modern Türk şiirindeki iki eğilime ilişkin yaptığı tasnifte Mehmet Akif ve Tevfik Fikret, Nazım Hikmet’in de dahil edilmesiyle ethos kanalının, Yahya Kemal ile Ahmet Haşim ise pathos kanalının temsilcisidirler. Bu iki eğilim birbirlerine karşı olmasalar bile birbirlerinden farklıdırlar. Farklılığı İsmet Özel’de de belirsiz kalmasına karşın Özel’in ayrımına ilişkin olarak ethos ağırlıklı Tevfik Fikret-Mehmet Akif ve Nazım Hikmet çizgisinin daha epik ve Hakikuyyun’a ait, Yahya Kemal ve Ahmet Haşim çizgisinin ise daha lirik ve Hayaliyyun’a ait temalara eserlerinde yer açtıkları görülür.

Bu iki eğilimin siyasal ve sosyal karşılıkları nedir peki? Her iki eğilimde de edebi anlamda bir modernleşmeciliğin bulunduğu görülse de Tevfik Fikret, Mehmet Akif ve Nazım Hikmet’teki değişim talebinin daha ‘radikal’ ve onlara nazaran Yahya Kemal ile Ahmet Haşim’deki değişim taleplerinin ise daha ‘muhafazakâr’ kaldığı görülebilir. Tam da burada, Şerif Mardin’in Yahya Kemal-Ahmet Hamdi Tanpınar usulü muhafazakarlığın estetik düzeyde reddettikleri Cumhuriyetçi projeye siyasi düzeyde eklemlendikleri görüşünü de hatırlatalım. Mehmet Akif (Necip Fazıl) ile Nazım Hikmet’in takipçilerinin bu konudaki tutumları ise belirgindir: Ret.

Edebi hayatlarına 1960’lı yıllarda başlamış, bu anlamda Türk şiirinde İkinci Yeni’nin, Türk öyküsünde ise A grubunun ve Sait Faik-Sabahattin Ali gibi ustaların oluşturduğu fırtınanın ardından eser vermiş dört şair (Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Alaeddin Özdenören, Mehmet Akif İnan), bir öykücü (Rasim Özdenören), Nurullah Ataç’la bağı bilinen bir tiyatro yazarı ve denemeci (Nuri Pakdil) ile arkadaşları düzeyinde edebi üretimi olmayan Ali Kutlay’ın Kahramanmaraş’ta Kara Lise’de yollarının kesişmesini anlatan TRT’nin dizisi Yedi Güzel Adam bize neyi hatırlatmaktadır? Bu dizinin ilk bölümlerinin hak ettiği reytingi almaması iyi midir, kötü mü? Dizinin lansmanına hükümetin gösterdiği ilgi, onu bir iktidar projesi mi kılıyor yoksa? Dizinin yeterli reytingi alamayışı iktidarın “popüler kültürü işgal” projesinin akamete uğradığını mı gösteriyor, sahi böyle bir projesi mi bulunuyor iktidarın; yoksa diziye bakanların ve milletvekillerinin duydukları ilginin sebebi acaba Bildungs’ları, bu yazarların eserleriyle yetişmiş olmalarından gelen sıradan bir yakınlık duygusu mu? Bu soruları ele alacağız elbette, ama öncelikle üzerinde durulması gerekli başkaca bir husus var.

Muhafazakar modernlik

Dizinin anlatımındaki aksaklıklar, hikâye kurgusundaki eksiklikler vb. bu yazının konusu değil; doğrusu bu konularda yetkin sayılmayız da. Bu tür aksaklık ve eksiklikler “gündelik hayatın orijinal zorluğu”nu iade etmekte karşılaşılan güçlüklerden kaynaklanıyordur büyük bir ihtimalle. Bizim üzerinde durmayı tercih edeceğimiz husus, “milliyetçi-muhafazakar” gibi siyasi, “muhafazakar modernleşme” gibi sosyolojik, “popüler kültür” gibi Kültürel Çalışmalar alanına dahil edebileceğimiz ve bir dizi filmi ele alma noktasında epey bol gelen kavramların ne kadar kullanışlı olduğudur? Türk edebiyatında belli bir dönem verdikleri eserlerle etkili olmuş bir arkadaşlık grubunun hayat hikayelerini anlatan bir dizinin taşımasını umduğumuz beşeriliği bu tür bol elbiseler içinde resmedebilir miyiz? Bu kişilerin içinde yetiştikleri varsayılan “milliyetçi muhafazakar” kültür ve siyaset ortamıyla alışverişleri bu diziye ilişkin yargılarımızda daha temkinli olmamızı gerektirmez mi? Bu kişileri hemence içinde yetiştikleri kültürel-siyasal ortamın edilgen takipçileri olarak mı değerlendirmeliyiz? Sözgelimi dizide hikayenin onun gözleriyle anlatıldığı Erdem Bayazıt’ın “Birazdan Gün Doğacak” başlıklı şiirini ünlü ‘milliyetçi-muhafazakar’ edebiyat profesörü Mehmet Kaplan’ın Şiir Tahlilleri-2 adlı kitabında ‘dışı yeşil, içi kızıl karpuz’ metaforuyla ele alıp eleştirdiğini hatırlatırsak Yedi Güzel Adam’a yönelik kullanılan bu ‘milliyetçi-muhafazakar’ nitelemesi pek yavan kalmaz mı? Ya da hem Nuri Pakdil’e hem Rasim Özdenören’e hem de diğer ediplere aynı milliyetçi-muhafazakar çevrelerin ‘uydurma’ kelimeler kullandıkları suçlamalarıyla yüklendiklerini hatırlarsak... Ama bunlar “muhafazakar modernleşme” çözümlemelerinde ‘uzman’ olanların umursayacakları türden eleştiriler olabilir mi, bu konuda emin değiliz. Belki de Yedi Güzel Adam’ın yetiştiği ortam teoride ‘milliyetçi-muhafazakar’ olarak nitelendirilebilecek ortamlarla ‘hemen hemen aynı’dır da ‘tıpatıp aynı’ değildir. Yine belki de bu tür bol kavramların ve büyük anlatıların kusuru budur: Çözümleme için gerekli olmaları, ama bu gerekliliğin çözümlemelerimizdeki kesinlikleri ortadan kaldıran bir müphemliği çözümlemelerimize ister istemez bulaştırmaları...

Popüler kültürel alanın iktidarın işgal edeceği bir alan olarak kurgulanmasına dönelim. Genel seçimlerde yüzde 50, mahalli seçimlerde yüzde 45 oy almış bir iktidarın “işgali” altında olmayan bir popüler kültür alanı varsa, ya o alan yeterince “popüler” değildir, ya kastedilen şey doğrudan “popüler kültür” değildir, ya ‘iktidar’ olduğunu zannettiğimiz figürler o kadar da ‘muktedir’ değildir, ya da bu ‘iktidar’a oy veren yüzde 45’ler, yüzde 50’ler kastedilen popüler kültürün üreticisi-tüketicisi arasında yer almazlar- yani doğrudan söylemek gerekirse “populis” içinde değillerdir. Bu ihtimallerin her biri elbette ayrı ayrı değerlendirilebilir, ama her halükarda mezkur kurgunun doğru kabul edilmesi durumunda içine gireceğimiz çıkmazın derinleşmesinden başkaca bir sonuca ulaşamayız. Mezkur kurguyu ‘doğru ve geçerli’ kabul etsek bile iktidarın niçin popüler kültürü “işgal” etmeye çalıştığının bir cevabı yoktur. Popüler kültür, iktidarın tümüyle karşısında olan, ona yabancı, düşman bir alan mı yani? Şiir okuduğu için hapse giren, hapse girdiğinde çıkardığı “şiir kasedi” yüzbinler satan, hemen her konuşmasında şiir parçalarına da yer veren bir ismin Başbakanlık makamında oturduğu bir iktidarın “popüler kültür”ün tamamen dışında, ona tamamen yabancı olduğu ve popüler kültürel alanı “düşmanca bir tavırla” işgale kalkıştığı argümanı ne kadar kabul edilebilir?

İktidardakilerin vefası...

Mahalli seçimler öncesi seçim şarkısı olarak seçtikleri Dombra’yı ilkokul çocuklarına varıncaya dek çok farklı toplumsal kesite yaygınlaştırmayı başarmış bir iktidarın bir televizyon dizisiyle popüler kültürel alanı fethetmeye çıktığını düşünmek ‘salt kültürel bir şey’ değil bu sebeple. ‘Salt kültürel bir sorun’la uğraşıyor değiliz yani. Peki, iktidar mensuplarının mezkur diziye gösterdikleri ilgi nasıl yorumlanmalı öyleyse? Yukarıda belirttik ‘vefa’ ve ‘yakınlık’ duygusunu, belki sahiden kültürel alanda eksik kalındığını düşünmüş de olabilir iktidar mensupları. Bu tür projeleri destekleyerek bu eksikliklerini giderecekleri ya da kendi geçmişlerine dair taşıdıkları bir borcu ödeyecekleri zehabına da kapılmış olabilirler. Ama bütün bu duygu ve düşünceler söz konusu diziyi bir iktidar projesi saymaya yeter mi? Hele bir televizyon dizisiyle popüler kültür alanının tahkim edileceği varsayılabilir mi?

İktidar ile popüler kültürü genelde birbirine zıt olarak düşünmekten kaynaklanıyor belki de bu tasavvurlar. Oysa geçtiğimiz aylarda vefat etmiş Stuart Hall’ün çözümlemelerinden de gayet iyi biliyoruz ki, popüler kültür ile iktidar arasındaki ilişkileri tek yönlü, hiyerarşik, yeknesak bir şekilde düşünmek bizi kolaylıkla hataya sürükler. Siyasi alanda olduğu gibi popüler kültürel alanda da bir mücadele sürer ve bu mücadele en azından siyasi mücadelelerle bakışımlıdır. Yani siyasi alanda hakim olan görüşle popüler kültürel alanda hakim olan görüşler genelde birbirine koşuttur. Bu durumdan Türkiye’deki popüler kültürün masun kaldığını varsaymak, “populis”in tercihlerini, beğenilerini ve zevklerini yeterince tahkik etmemekle mümkündür. Bu sebeple eğer dizi bir ‘popüler kültür nesnesi’ olarak konumlandırılacaksa zaten iktidarın hegamonik üstünlüğünün vaki olduğu bir alanda gösterime giriyor. O alanın öz üretimi yani! İktidar bu konumda dolayımcı rolünden başka bir sıfat taşımıyor. Fakat bize kalırsa bir televizyon dizisi olarak çekilmesine rağmen Yedi Güzel Adam bir popüler kültür nesnesi değil. Atıfta bulunduğu kültürel alan en azından popüler kültürel bir alan değil, düpedüz edebiyat, yani yüksek kültüre ait bir alan!

Bu kertede popüler kültürden uzaklaşıp şu yüksek kültür alanına, edebiyata dönelim. Yedi Güzel Adam’ın Türk edebiyatındaki yeri nedir? Bu soruyu diziden bağımsızlaşarak sorduğumuz unutulmadan savımızı ileri sürelim: Gerek Cahit Zarifoğlu, gerek Erdem Bayazıt, gerek Alaeddin Özdenören, gerekse de M. Akif İnan şairliklerine ilişkin herhangi bir kıymet biçmeden söylersek ethos ağırlıklı eğilimin takipçileridirler. Bir anlamda Mehmet Akif Ersoy-Necip Fazıl Kısakürek-Sezai Karakoç’la billurlaşan entelektüel-edebi İslamcılığın sürdürücüleridirler. Bu çizgide başta “milliyetçi-muhafazakarlık”larla belirsizleşen ayrımlaşmanın netleşmeye başladığı bir dönemde ürünlerini vermişlerdir. Bu çizginin “muallim-i evvel”i N. F. Kısakürek ise, “muallim-i sani”si de S. Karakoç’tur. Karakoç, İkinci Yeni akımının neo-realist kanadının en önemli figürüdür. Kendisi her ne kadar İkinci Yeni içinde düşünülmesini yeğlemezse de durum budur. Sezai Karakoç’un Diriliş dergisi, daha sonradan Nuri Pakdil’le özdeşleşecek Edebiyat dergisi ile Mavera, Yedi Güzel Adam’ın edebi çalışmalarını yayınlayan dergilerdir. Bu dergilerin 1960 sonrası Türkiye’de neşvü nema bulan entelektüel-edebi İslamcılıklar üstündeki etkisine literatürde sık sık değinilmiştir.

Ayrıca öykücü Rasim Özdenören, 1980’li yıllarda Ali Bulaç ve İsmet Özel ile birlikte en çok okunan yerli İslamcı yazarlardandır. Şu an edebi-entelektüel sahada at oynatan birçok İslamcı ismin bir şekilde andığımız bu isimlerin ürettiği eserlerin tedrisatından geçtiğini söylemek malumu ilan etmekten başka bir anlam taşımaz. Edebi-entelektüel İslamcı geleneğin hali hazırdaki durumunu irdelemek yazımızın konusu dışında, ancak şunu yine de söyleyebiliriz: Bu yoldaki bir çaba kendisine Hece, Dergâh, Fayrap ve İtibar gibi hiç de “popüler kültürel alan”da değerlendiremeyeceğimiz, ama edebiyat alanında mümtaz bir konumda olan dergileri irdelemekle başarılabilir. Bu görevin ise “sadece seyirci” kalanların bakışlarına terk edilmemesi gerekir.

[email protected]