Gezi Parkı protestosunun temel dinamiği

İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ - Hukukçu
8.06.2013

Taksim’de protesto ile şiddet aynı anda görünmesine rağmen bu yazının kapsamı şiddet değil, her an şiddete evrilme potansiyeli olan protesto ve onun arka planı olacaktır.


Gezi Parkı protestosunun temel dinamiği

Kanaatimce bu protesto sosyolojik açıdan her zaman tesadüf edilemeyecek bir olgusal kıymeti haizdir. Çünkü bütün milleti bir araya getirecek çok mühim genel hadiseler sayılmazsa “ağaç sevgisi” (ve ona eklemlenen “AVM karşıtlığı”) haricinde muhtemelen hiçbir gerekçe bu denli kalabalığı ve protestoyu meydana getiremezdi. PKK şiddeti devam etseydi bu şiddet ya da “açılım politikası” protesto edilseydi Kürt Ulusalcılar ve Sol-Liberaller; “askerî vesayet” veya  “Kemalist zihniyet”  protesto edilseydi CHP’liler ve İşçi Partililer; Taksim’e Cami yapılması kararı protesto edilseydi işbu eylemde azınlık durumunda kalan Ülkücüler ve bu kabil benzer eylemlerde çeşni mahiyetinde yer alan nevzuhur “Anti-Kapitalist Müslüman Gençlik” bu protestoya eşlik etmeyecekti. Bu kadar geniş bir koalisyonun bir araya gelmesi için “bahane” olan “ağaç sevgisi” ve “AVM karşıtlığı” kendilerini entelektüel olarak takdim eden bazı mütekebbir isimlerin de fahiş okuma yanlışlığına düşmelerinin sebebiydi. Bunun dışında sıkça dillendirilen bir tez de Tayyip Erdoğan’ın sahibi olduğu iddia ve “ben yaptım, oldu” şeklinde ifade edilen “baskıcı/otoriter” üslubu ile “tek-adamlık” yaklaşımıdır.

Protestoda yer alan ve “apolitik” vasıfları bariz ve baskın olan geniş bir topluluk da dâhil eylemcilerin hiçbir muhalif partinin hanesine kaydedilemeyecek bir görünümde oldukları, bunların kahir ekseriyetinin muhtemelen CHP’ye daha yakın olsalar da CHP’yi de aşan ama aynı zamanda salt Tayyip Erdoğan ve AK Parti muhalifliğiyle de sınırlandırılamayacak bir mahiyette olduklarını da ifade etmek gerekir. Bu eylemcilerin hemen tamamının ortak özelliğinin ve tabiatıyla Taksim protestosunun arkasındaki temel sebebin “laiklik algısı” ve kıyafet ve alkol serbestîsi ile cinsel özgürlük merkezli “çağdaş yaşam algısı” olduğunu söyleyebiliriz.

Böyle bir dünyaya mensup insanların 10 yıllık AK Parti iktidarında bugüne kadar “koalisyon halinde” yek-vücut eyleme geçmemiş olmaları böyle bir potansiyelin bulunduğu ve her an harekete geçeceği gerçeğini unutturmuş olmalıdır; birilerinin şaşkınlığının ve hadiseyi izah edememelerinin sebebi de budur. Taksim Meydanı, yaşanan şiddet olayları ve çevreye verilen zararın ötesinde -ki aşırı sol grupların belli bir ölçekteki gösterilerde buna benzer şiddeti mütemadiyen sergiledikleri söylenebilir- artık bu potansiyelin bundan sonra da harekete geçeceğini göstermesi bakımından anlamlıdır.

Aslında şehircilik, ağaç sevgisi bakımından Üçüncü Köprü/Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün temelinin atılmasına yönelik böyle bir tepki varit olsaydı o zaman hakikaten okumakta hepimizin zorlanacağı bir “sosyal hadise” ile karşılaşmış olabilirdik. Koç’lar vakıf üniversiteleri için bugün binlerce ağacı kesmeye cüret edemezlerdi ama bir an için böyle bir katliama imza atsalardı dahi bu “koalisyon” Taksim’de üç-beş ağaca sergilediği hassasiyeti Koç’lara karşı da gösteremezdi. Hakikaten de durum reklamlarda bolca görünen bir sanatçının da attığı tweet’teki gibi “ağaç” filan değildi. “Garipçe” sadece uzak olduğu için eylem yeri olamazdı aynı zamanda Taksim gibi sembol de değildi. Taksim Tanzimat’la tebarüz eden Batılılaşmanın temayüz ettiği bir bölgedir. Kendi değerine, kültürüne yabancılaşmanın alamet-i farikası, Müslüman kimliğini haiz insanların burada görünmeleri de, salt heves değil aynı zamanda bir kimlik çatışmasıydı. Bugün de Beyoğlu benzer havanın teneffüs edildiği bir yerdir ve ilginçtir, gündüz nüfusu aynı zamanda Taksim protestosunu gerçekleştirenlerin, gece nüfusu da bu protestoyu benimsemeyenlerin yoğun olduğu bir ilçedir. 

Ancak tüm bunlara rağmen bu protestonun Taksim’e özgü olduğu gibi yanlış bir neticeye vasıl olmak hadisenin temel mantığını ve tarihi yönünü atlamak olur. Yıllar yılı muhafazakâr-mütedeyyin çevrelerde Kemalist Tek-Parti zihniyetinin dini hedef alan baskıcı modernleşmeci-pozitivist politikasıyla ülkeyi idare ettiği gerçeği eksik okunmuştur. Tek-Parti zihniyeti; Tanzimat ve İttihad ve Terakki ile devam eden modernleşmeci ve Batıcı bir zihniyetin en sert halkasıdır. Maalesef bu eksik ve bazı açılardan yanlış okuma, etkisini bugün de devam ettirmekte ve zaman zaman hükümeti de yanlış politikalar geliştirmeye sevk etmektedir. Oysa Tek-Parti döneminde, idareciler kendilerine güven duyduklarında ne Tanzimat’ı tanımış, nede Namık Kemal ve Ziya Gökalp gibi konjonktüre göre istinat da ettikleri isimleri... CHF/P’nin İTC’nin devamı olmadığı gerçeği ise bugün için biraz daha yaygınlık kazanmıştır. CHP zihniyeti; büyük bir koalisyondan mürekkep olan İTC içindeki eşit kuvvetlerden birinin talihin ve şartların müsaadesiyle öne çıkıp koalisyonun diğer unsurlarını tasfiye etmesiyle belirmiş bir zihniyettir. Böylelikle pozitivist-Batıcı-modernleşmeci-dine muhalif-laik klik, yine büyük bir koalisyonun başardığı Milli Mücadele’yi de bir anlamda tekeline almış, temellük etmiştir. Mustafa Kemal ve arkadaşları, yaptıkları devrimlerin kahir ekseriyetinin büyük çoğunluğun tasvibine mazhar olmayacağını bildikleri için hem sertlik yanlısı politikaları devam ettirmişler hem de muhafazakâr-mütedeyyin çevrelerin mahiyetini anlamamakta direndikleri “yeni bir insan inşa etme” politikasına hız vermişlerdir. Kısaca Tek-Parti/CHP zihniyeti devrimleri sadece silah zoruyla devam ettirmemiş, aynı zamanda bu devrimleri savunup yaşatacak farklı bir kuşak da yetiştirmiştir. Bu farklı kuşak yetiştirme işinin de tek başına baskıcı olduğu söylenemez. Elbette ki devlet okullarında dine dair hiçbir şeye yer verilmemiştir ama bilahare devrimlerin yılmaz bekçisi olarak öne çıkacak bu kuşak sadece örgün eğitimden mezun olanlardan mürekkep olmayacaktı. 

Halkevleri nesli...

Halkevleri’nin okullara nazaran daha serbest fikir-eğitim-meslek kuruluşu olduğunu söyleyebiliriz. Halkevleri’nde eğitim halka açık ve okul gibi mecburi değildi. Burada yetişen kuşak her ne kadar okullarda yetişenler kadar çok değilse de yine de devrimlerin/belli bir zihniyetin kök salması için layık-ı veçhile vazife ifa etmiştir. Üstelik Halkevleri’ndeki faaliyetlerin çoğunun tek-yönlü olduğu da söylenemez. Konya, Zonguldak (Karaelmas), Balıkesir (Kaynak), Isparta (Ün), Bursa (Uludağ) Halkevi dergilerinin kalitesinin de müsellem olduğunu söyleyebiliriz. CHF/P kongrelerinde mutlak ve muhakkak surette geniş en azından gereği kadar eğitim ve kültüre yer verildiğini görürüz. CHP’nin attığı bu tohum, kök salmış ve bir sürekliliği temin etmiştir. DP, Halkevleri’ni esasen fonksiyonu sebebiyle değil de kurumsal kimliği ve malvarlığı için kapattığı için ne yaptığını bilememiştir.

CHP’nin Tek-Parti idaresinin baskıcı özelliğinin de tezahürü olan bu faaliyetlerini DP’nin çok partili bir siyasi hayata geçince tatbik etmesi mümkün müydü? Elbette ki hayır! En azından aynı şekilde olması mümkün değildi. Ne vatandaşların, ne de talebelerin tornadan geçer gibi eğitimden geçirilmeleri mümkün değildi. Ancak CHP kurumlarıyla rekabet edebilecek kurumlara da ihtiyaç vardı. 

Bilindiği üzere CHP, oy kaygısı olmadığı için yatırımını genelde şehir ve kasabalara teksif etmiş ve bürokraside kümelenmişti. Demokrat Parti’yi iktidara taşıyanlar köylüler ve bürokrasi dışı okumuş unsurlarla bürokrasinin tali plandaki isimleriydi. DP iktidara geldiğinde karşısında CHP’nin bürokrasisini buldu. Bürokrasi geri çekilmiş ama devreden çıkmamıştı. DP ve Adnan Menderes yol yaptı, köprü yaptı; fabrikalar, barajlar inşa etti; milletin iş ve ekmek sayesinde yüzünü güldürdü ve maalesef kahir ekseriyeti köylü olan seçmenin/milletin teveccühünü de “siyasi beka” için teminat ve geçer akçe addetti. Menderes kadar bürokrasiyi ihmal eden ve CHP’nin ektiği tohumun nasıl yeşerdiğini anlayamayan ikinci bir siyasetçi yoktur. 

Demokrasilerde seçmen desteği yanında baskı grubu denilen aktörlere de ihtiyaç vardır. Menderes, kendisine destek olacak baskı gruplarını Malatya Hadisesi sebebiyle tasfiye ederek CHP’li kurumları rekabetsiz bırakmıştı. Bunun en hazin neticesi de 27 Mayıs Darbesi’ne tekaddüm eden günlerde İstanbul ve Ankara’daki talebe eylemlerinde görüldü. Görüntüye göre üniversiteler adeta CHP’nin elindeydi. Bu görüntü bir bakıma doğruydu. Muhafazakâr-mütedeyyin-milliyetçi talebeler yeni yeni üniversiteleşirken tek kurumsal istinatgâhları olan Milliyetçiler Derneği’nin kapatılması ve DP’nin mütedeyyin çevrelere baskıcı politikası üniversiteleri CHP ve CHP’li kurumların kucağına atmıştı. DP’nin insana yatırımı boşlaması sadece bununla sınırlı kalmadı. DP, fakir Anadolu çocuklarının okulla tanışmasını da sağlayan partiydi. Ancak o yine affedilemez bir hata işledi. Okulu, fiziki mekândan ibaret gördü. İş olsun kabilinden zoraki din dersleri bile uzun bir mücadelenin ve DP koalisyonunun mütedeyyin cenahının eseriydi. DP iktidarında kültürel faaliyetler gerek adet ve gerekse de kalite açısından CHP dönemiyle yarışamayacak kadar azdı. 

Kültür inşaattan daha önemli

Bugün için AK Parti’nin gerek parti ve gerekse de iktidar olarak farklı bir çağda yaşamının gerçekliğini dikkate almaması mümkün değildir. Ancak rekabet farklı alanlarda ve şekillerde de olsa devam etmektedir. Yapılacak şey bunları tespit etmek ve gereğini yapmaktır. AK Parti taahhüt ve inşaat işlerine önem verdiği kadar kültüre de önem vermelidir. Bir çırpıda yüzlerce ecdat yadigârını restore ettiklerini söyleyebilirler. Ama bu çözüm değildir: Tarihi eserlerin restoresi inşai faaliyet ve taahhüt işi boyutunu aşamıyor; mesele ona bir de ruh kazandırmaktır. 

Bugün genç nesil ve gelecek nesil sadece AK Parti’ye değil başka bir anlam dünyasına da muhalif olacaktır. Bunların muhalif olarak kalmaları bile bir başarı sayılacaktır. Muhasım olurlarsa bunun vebali hiçbir menfaat beklemeden sırtında taş taşıyanları suistimal eden bürokrat ve müteahhitlere ait olacaktır.

Son olarak bazı mütedeyyin çevrelerin AVM ve modernizm tenkidi üzerinden Tayyip Erdoğan eleştirileri derinlerdeki bir düşmanlığın yansıması gibidir. Erdoğan her mütedeyyin için mutlak ve muhakkak surette desteklenmesi dini vecibe addedilecek biri değildir. Ancak onu tenkit edenlerin kendi gündemleriyle, birilerine uyruk olmadan bu işi yapmaları iktiza eder. Geniş çaplı protesto eylemini Erdoğan’a duyulan hıncın bir nebze de olsa teskini addedip bununla teselli bulmak yakışıksız bir durumdur.

AK Parti’nin ve Erdoğan’ın hatalarını iş ve ihale takip ederken dile getiremeyenlerin, ikbaldeyken ağzını açmayıp menkup hale gelince fırsatı bilenlerin samimiyetinden şüphe duymakta mazuruz. 

  [email protected]