Kemalizmi çağdaşlaştırma çabası

SELMAN BAYER / Yazar / [email protected]
10.09.2012

Başından itibaren yanlış kurgulanan milli bayramların yeni eğlenceler ve sivil yorumlar getirilerek canlandırılması kendi değerlerini oluşturmada başarısız olan Kemalizmi çağa uydurma çabasından ibarettir.


Kemalizmi  çağdaşlaştırma çabası

Hükümetin milli bayramları resmi ve bürokratik hüviyetinden kurtarmak iddiasıyla yaptığı düzenlemeler belli kesimlerin tepkisini çekti. Haliyle hükümet de bu düzenlemenin aslına uygun hale getirildiğini iddia ederek kendini savundu. Peki, gerçekte böyle miydi? Bu bayramlar, sivil, halkın da coşkuyla katıldığı ve milli birlik ve beraberliğe hizmet edebilecek içerikte miydi? Toplumların kültürel değerleri arasında belirli günler ve haftaların anlamı fazladır. Törenler, şenlikler ya da yas günleri olarak değerlendirilen bu anların toplumların ortak hafızasında önemli bir harç görevi gördüğü aşikârdır. Geleneksel toplumlar bu tip bayramları ve özel günleri kutsal-profan ayrımı yapmadan gündelik hayata dair eğlence unsurlarını kutsal ritüellerle beraber işler. Oysa modernlik bu ayrıma ziyadesiyle dikkat eder.

Geleneği ihya ritüelleri

Modern ulus-devlet Fransız İhtilali sonrasında ölmeye yüz tutan geleneğin sahip olduğu harcın imkânlarından faydalanabilmek için kendi ritüellerini ve geleneklerini oluşturmak zorundaydı. Osmanlı’nın çöküşüyle birlikte kurulan yeni Cumhuriyet de bu yola tevessül etmiş ve kendi ideolojisi doğrultusunda, halkla iktidarın bütünleşmesini teminen, dönem dönem, bir takım belirli günler ve haftaları resmi olarak bayram kabul etmiştir. Cumhuriyetin birçok projesinin Osmanlı’da başlatılan projelerin devamı olduğu bilinmektedir. Türklerin tarihinde ilk milli bayram Osmanlı’nın son döneminde ortaya çıkmıştır. Aynı ideolojik saiklerle icat edilen bu ilk bayram II. Meşrutiyetin ilanının kutlamalarıdır. Ahmet Aslan’ın deyimiyle “İttihat ve Terakki tarafından icat edilen bu bayram geleneğinin Milli Mücadele döneminde ve erken Cumhuriyet yıllarında icra edilmiş olması, Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan tarihsel yelpazedeki “süreklilik” ve “kopuş” öğelerinin iç içe geçişine güzel bir örnek teşkil eder.”

Bugün 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim ve 30 Ağustos’un resmi ideolojinin üreticisi olan devletin belirlediği, kuralları ve usulü yine devlet eliyle çizilen bir takım milli bayramlar olduğu ortadadır. Hakan Uzun, 19 Mayıs örneğinden söz ederken, aslında Samsun halkının öncülük ettiği kutlamaların 1937 yılından itibaren Genel Sekreterlikçe sahiplenildiğini ve daha ilk baştan bürokratik bir hüviyete büründüğünü zikreder. Ayfer Tunç “Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek” adlı eserinde, bu bayramların okunan marşlardan, çizilen figürlere kadar her şeyiyle kuralcı ve sıkıcı olduğunu not eder.

Onuncu yıl teyakkuzu

Bu bürokratik sıkıcılığın ilk örneği Cumhuriyetin onuncu yıl etkinlikleridir. Recep Peker yönetimindeki CHP Genel Sekreterliği, asılacak dövizlerden, oynanacak piyeslere, söylenilecek şarkılardan, okunacak şiirlere ve gerçekleştirilecek konferanslara kadar her şeyi bir askeri nizam içerisinde organize eder. Devlet seferber olmuştur. En ufak bir aksilik çıkmaması için teyakkuza geçilmiş ve bu görkemli törenin tüm dünyaya bir gövde gösterisi olarak lanse edilmesi için yerel ve yabancı basın kullanılmıştır. Bütün bu tabloyu göz önüne getirdiğinizde Leni Riefenstahl’ın İradenin Zaferine benzer bir fotoğraf ortaya çıkar. Lakin onun kadar etkili ve kalıcı olamamıştır. Devlet elitlerinin dönemin İtalya, Almanya gibi ülkelerinden fazlasıyla etkilendikleri ortadadır. 1937 yılındaki ilk resmi 19 Mayıs kutlamaları bu etkiyi gözler önüne serer. Kutlamalar spor, hareket, canlılık ve güzellik hakkında veciz dövizlerin asılmasından, her yerin Türk bayraklarıyla donatılmasına varan eylemleriyle dikkat çeker. Yeni doğan bir devletin uluslaşma ideallerinin meseleye tamamıyla rengini verdiği ortadadır. Avrupa’da, Zygmunt Bauman’ın “Aydınlanmanın Meşru Çocuğu” olarak takdim ettiği Nazizmle sona eren, ırksal hijyen tartışmasının naif izleri spor, hareket, canlılık, güzellik gibi kavramların arasından görünüp görünüp kaybolmaktadır.

Şerif Mardin’e göre ideolojiler insanlara istikamet vermeye yarayan birer “harita”dır. Yeni devlet de acemi bir kartograf gibi millete bir yol haritası çizmek niyetindedir. Fakat, başlangıcından itibaren nereyi işaret ettiği anlaşılamayan bu harita, bugüne değin devam eden tartışmalar ve ideolojik yüklemelerle tamamıyla anlamsız bir hal almıştır. Osmanlı ile arasındaki köprüleri atmak konusunda fazlasıyla telaşlı ve heyecanlı olan Cumhuriyet elitleri, kurmaya çalıştıkları resmi ideolojinin araçlarıyla kültürün içerisindeki ana damarları zedeleyecek hamlelerden çekinmemişlerdir. Sıradan halkın derinlerinde yaşamaya devam eden kutsala karşı aşırı zorlayıcı bu tutum ideolojiyle din arasındaki uyuşma imkanlarını da göz ardı etmiştir. Marx ideoloji ile din arasında kuvvetli bir bağın mevcudiyetinden söz ederken dinin bir otorite tarafından isti’mal edilen tahakküm aracı olmaktan ziyade insanın/ bireyin bütün bu keşmekeş içerisinde inançla sarıldığı bir kurtuluş imkanı olduğunu söyler. İlk dönem Cumhuriyet elitleri ise, Marx’ın aksine, dine karşı din ya da bir kutsallık inşa etmeye çalışmışlardır. Din karşısında ideolojinin totaliterliğine yaslanmış ve dinin bireysel alanda sunduğu imkâna özgürce sarılma ihtimalini göz ardı etmişlerdir.

Yine Mardin’in söylediği anlamda “değer boşluğu”nu dolduramamış olan resmi ideolojinin milli bayramlarının kayıtsızlık ve ilgisizlik şeklinde bir muhalefetle karşılaştığı aşikârdır. Lakin geleneğin bütün bu süreçteki yıpranma payı ve yorgunluğuna ek olarak Batılılaşma maceralarının da katkısıyla gelenekten kopuş ve özellikle muhafazakâr kesimin siyaset alanında ses sahibi olmasıyla birlikte dini bayramların sahiplenilmesine hatta reaksiyoner kimlikle arzı endam etmesine sebep olmuştur. Kutlu Doğum Haftası, Mekke’nin Fethi, İstanbul’un Fethi kutlamaları gibi alternatifler ortaya çıkmıştır. Fakat bütün bunlar, yalnızca ideolojilerin çatışma alanı olarak kabul edebileceğimiz büyük şehirlerde orta sınıf aktörler arasındadır. Bu süreçten kendi işinde gücünde olan halkın pek etkilenmediği açıktır.

Bu etkisizliği açıklarken, Şerif Mardin, Cumhuriyet elitlerinin başarısızlığına vurgu yapar. Cumhuriyetin ideolojik kalıplarını köylere kadar gönderip onları rakip birer ideoloji olarak dinin karşısına çıkaramamıştır. Burada en önemli etken ümmet hissinin devam ediyor olmasıdır. Cumhuriyet bile zaman zaman bu ümmet ideolojisinin kendinden daha kuvvetli olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Yine Mardin’e göre, Kemalizm, yeni bir anlam yaratmadığı ve yeni bir fonksiyon üretemediği için rakip ideoloji rolünü oynayamamıştır. Kemalizm’in değerleri değiştirmekteki etkisi ancak sathi olmuştur. Milli bayramlar söz konusu olduğunda bu sathilik daha da yoğunlaşır.

Bir bayram münazarası!

Halk milli bayramlara bu bağlamda bağlanacak bir yücelik, tutulacak bir dal olarak görme imkânına sahip olmadığı için kayıtsız kalmıştır. “Din”in vaat ettiği itminan ve ulûhiyet yoktur. Diğer yandan “kültür”ün içerisinde de kendisine yer bulamamış, “özerklik” kazanamamıştır. Mardin toplumun kültür katındaki yapıtlarının, bir kere oluştuktan sonra yapılarını zor kaybetmelerini “özerklik” olarak açıklar. Milli bayramlar, dini bayramların aksine, bu özerkliği kazanamamışlardır. Devlet eliyle yaşatılmaya çalışılmıştır. Hülasası bugünkü iktidarın yaptığı da bu geleneği yaşatmanın ya da çağa uydurmanın yollarını aramaktan ibarettir.

İslamiyet, İslam Peygamberinin tanımıyla, bir milleti işaret eder. Elbette bu geleneğin hala içerisinde yaşadığı bir toplumda, seküler bir paradigmaya dayanarak yeni bir ulus/millet tanımı yapılması derinlerdeki refleksleri harekete geçirir. Bu reflekslerin bugün epeyce zayıflamış olduğunu kabul etmek gerekir. Aslında, Cumhuriyetin, özellikle bugünün muhafazakârları üzerinden bakıldığında, belli kazanımlar sağladığı söylenebilir. Bu bağlamda milli bayramlar etrafında dönen tartışmalar modernlikle kuşatılmış iki muhatap kesimin, modernlik içerisinde kalarak yaptıkları münazaradan ibarettir. Kabaca ifade edersek, bir anlayış ve zihniyet tartışması olarak değil, bir iktidar kavgası olarak gerçekleşir. İktidara gelen kesim, iktidarın alanındaki geleneklerin özüne dokunmadan, onu kısmi bir takım yorumlamalarla değiştirme yoluna gider.

Cumhuriyetin kimlik krizi

Aslında bütün mesele, kendi değerlerini oluşturmada başarısız olan Kemalizmin bu hazin öyküsünü yeniden yazma hevesinde olan iktidarın Kemalizmi çağa uydurma çabasından ibarettir. Başından itibaren yanlış kurgulanan milli bayramların yeni eğlenceler ve sivil yorumlar getirilerek canlandırılması pek mümkün görünmemektedir. İlk dönem elitlerinin ulus inşa etme sürecindeki başarısızlığı hala bir lanet gibi üzerimizde durmaktadır. Mardin’e göre Cumhuriyet kuruluşundan bu yana kişilik ve kimlik krizlerine çare bulmakta zorlanmıştır. Nurdan Gürbilek ise sunulan modern kimliğin parçalandığını söyler. İşte bu kimlik krizinin yeni muhatapları yeniledikleri öyküyle bu krizi aşma iddiasındadırlar.

Herhalde Selefi Kemalistleri öfkelendiren de bu krizi aşma ihtimalidir. Peki, bu ne ölçüde mümkündür? Mardin, Cumhuriyet elitlerinin İslam’ın kişisel fonksiyonlarını kolayca başka bir yapıya devredebileceklerini sandıklarını ama yanıldıklarını söyler. Yeni iktidarın seçkinleri de benzer bir yanlışa düşecek gibi görünüyorlar: İslam’ın kişisel fonksiyonlarını resmi ideolojiye eklemleme inancına.