Mısır’a değil bölgesel düzene darbe

Nuh Yılmaz - Star Gazetesi Dış Hab. Müd.
13.07.2013

Bölgesel açıdan bakıldığında ise, demokratik, İslamcılıkla barışık bir Mısır, bölgede yeni ve yerli bir düzenin olmazsa olmazıydı. Darbe bu nedenle Mursi’ye değil, asıl bu bölgesel düzen ihtimaline de vurulmuş bir darbedir.


Mısır’a değil  bölgesel düzene darbe

Mısır’da 3 Temmuz 2013 tarihinde bir askeri darbe yaşandı. 1 yıl önce Mısır’ın 60 yıldan sonra ilk defa seçimle iş başına gelen Cumhurbaşkanı, Müslüman Kardeşler çizgisinden Muhammed Mursi görevinden alınarak, iktidar Yüksek Askeri Konsey’e (YAK) devredildi. Böylece Arap Baharı’nın en büyük sonucu, İslamcıların seçimler yoluyla siyasal alana entegre edilmesi, iptal edilerek, Arap ve İslam dünyasının belki de en etkili ülkesi yeniden otoriter bir yönetime geçmiş oldu. Arap Baharı gerçekleşmeseydi böyle bir darbenin etkisi sınırlı kalabilirdi. Ancak Arap Baharı ile birlikte bölgede entegrasyonun atması, Mısır’da olanları saklamanın zorlaşması ve tüm bölge ülkelerinin Mısır’da olacakları belirleme mücadelesi bu etkiyi oldukça artırıyor. Bu nedenle Mısır’daki gelişmeyi, darbecilerin nihai bir zaferi olarak değil, tüm bölgede devam eden bir mücadelede büyük ancak mevzi bir kazanım olarak görmek gerekir. Zira halihazırdaki darbe tüm dış desteğine rağmen siyasal olarak sürdürülebilir değil. Önümüzdeki yıllarda -hatta daha da kısa zamanda- Mısır’da peş peşe bu durumun nasıl değiştiğini hep beraber göreceğiz.

İktidar oldu muktedir olamadı

Mısır’da yaşanan darbe Arap Baharı’nın kaderini tayin edebilecek bir gelişme. Arap Baharı Tunus’ta başladığında tüm dünyayı sarsmıştı. Ancak asıl büyük etki Mısır’da 30 yıllık otoriter lider Hüsnü Mübarek’in devrilmesiyle ortaya çıkmıştı. Mısır’daki asıl mesele ise bu otoriter rejimin nasıl bir şekil alacağı, dolaylı olarak da ülkedeki İslamcı grupların nasıl siyasi sistemin parçası olacağıydı. Arap Baharı’ndan bugüne süreci kısaca hatırlamak gerekirse, Mübarek’in devrilmesinin ardından askeri elitlerin oluşturduğu YAK bir darbe yaparak iktidara el koymuş, ancak ülkedeki ekonomik ve siyasi sorunlar askeri konseyin kalıcı olmasını engellemişti. Bunun üzerine seçimler yapılmış, iki kamaralı parlamento ve ardından cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu seçimle oluşturulan yasama makamı Halk Meclisi, YAK ile koordineli çalışan AYM tarafından kapatılmış, bu parlamentonun oluşturduğu Anayasa’yı yapmakla yükümlü Kurucu Meclis sistemi kilitleme amacıyla lağv edilmişti. Kurucu Meclis’in kapatılmasının üzerine yeni ve daha kapsayıcı (özellikle liberallerin ve Kıptilerin aldıkları oydan çok daha fazla bir oranla katılmalarını sağlayan)  bir Kurucu Meclis seçilmiş, ancak bu sefer de yeni seçilen cumhurbaşkanının yetkileri YAK’a devredilerek cumhurbaşkanı yetkisiz kılınmıştı. Mursi bu yetkilerini ancak Ağustos 2012’de geri alabilmişti. Kasım 2012’de Kurucu Meclis ve parlamentonun açık olan üst kanadı yani Şura Meclisi yeniden kapatılmaya çalışılmış, bu yargı darbesine karşı koyan Mursi ise o günden beri tasfiye edilmeye çalışılmıştı. Bu tasfiye 3 Temmuz 2013’te gerçekleşmiş, Mursi’nin resmen 1 yıl ancak fiilen parlamentosuz 10 ay süren iktidarı, sistemin kendisini Yargı-Ordu-Polis-İstihbarat ittifakı ile  kilitlemesi neticesinde sona ermiş, Mursi iktidar olmuş ancak muktedir olamamıştı.

Otoriter model karşı devrim 

Mısır’daki darbe bölgeyi derinden etkileyecek. Zira darbe ile otoriter rejimden demokratik rejime geçişin modeli yok edildi. Mısır Arap Baharı öncesi yerinden kımıldatılamaz bir ülke gibi görülüyordu. Arap Baharı bu ülkeyi alaşağı ederek, tüm bölgede demokratik geçişin mümkün olduğu algısını yarattı. Geçiş dönemindeki diğer ülkeler de Tunus, Yemen, Libya ve hatta Suriye hep bu ülkeye bakarak kendilerine çeki düzen verdiler. Ancak Mısır’a darbeyi getiren de bu cazibesiydi. Zira ‘Eğer Mısır değişiyorsa, her ülke değişir’ algısını yaratan Arap Baharı, bölgedeki otoriter rejimlerin korkulu rüyası haline geldi. Mısır’daki devrimi geri çevirmeye çalışan ülkeler karşı devrim için harekete geçti. Bir başka deyişle, halk iktidarını, serbest seçimleri kendi rejimlerinin sonu olarak gören Körfez Monarşileri, Mısır’daki bu gelişmenin kendilerini de devireceğini düşünerek karşı devrimi örgütlemeye başladı. Darbe yönetimine bir günde 12 milyar dolar yardım paketi teklif eden Körfez Monarşileri bu karşı-devrimin başarısını kutluyor. Yarattığı cazibe ile Körfez ülkelerini oldukça korkutan Mısır, bu ülkelerin korkularının kurbanı oldu. Mısır modelinin bir başka önemli özelliği ise uzun yıllar siyasetten dışlanmış İslamcı grupları yasal siyasal alana dahil etmesiydi. Başta 60 yıldır yasak olan Müslüman Kardeşler (İhvan) olmak üzere, asla siyasal alana katılmaz denilen Cemaati İslami gibi selefi gruplar da tek tek siyasal alana dahil oldular. Böylece İslamcılar çok uzun yıllardan sonra siyasi normalleşmenin parçası haline geldiler. Şiddete başvuran İslamcı gruplar hızla meşruiyetlerini kaybederken, normalleşme neticesinde Selefilerle İhvan, Cihadi Selefilerle Davetçi Selefiler, Sufilerle İhvan arasındaki farklılıklar görünür hale geldi. Bu normalleşme sürecinin sonunda yapılan seçimlerle İhvan+Selefi İslamcı grupların toplam yüzde 70 civarında oy alması ise eski rejimi ve bölgeden ülkeye bakanları oldukça korkuttu. Hele İhvan’ın adayı Mursi’nin cumhurbaşkanı olması, bünyesinde İhvan’a yakın gurupları barındıran ve demokrasi taleplerinin kendi ülkelerinde de yükseleceğini düşünen Körfez ülkelerini korkuttu. İhvan hareketinin bir çok üyesi, hareketin Mısır’da Nasır yönetimi tarafından yasaklanmasının ardından Körfez ülkelerine sürgüne gitmiş, bu ülkelerde Nasır’a karşı koz olarak kullanılma amacıyla hoşgörüyle karşılanmış, bu nedenle de bu ülkelerde kök salmıştı. Mısır’da İhvan’ın iktidar olması bir anda bu nüfusu, bu ülkeler gözünde tehdit haline getirerek bugünkü karşı devrim sürecini ve darbeyi başlatan önemli nedenlerden biri olmuştur. Otoriter rejimden demokrasiye geçişte İslamcıların siyasal alana entegrasyonundan rahatsız olanlar darbenin hamisi ve faili olarak kayda geçmiştir.

İslamcılar ve iç savaş riski 

Bu nedenle darbe sonrası Mısır’da asıl sorun devrimden beri açılan siyasal alana giren İslamcı grupların kaderinin ne olacağıdır? Bu soruya verilecek cevap Mısır’ın kaderini de belirleyecek. Uzun yıllar süren korkunç işkencelerden geçen, çelik kafeslerle mahkeme salonlarına getirilen, bitmek tükenmek bilmeyen yargısız infazlara maruz kalan, sayıları yüzbinleri bulan haksız tutuklamalarla yaşayan İslamcılar ilk defa şiddet dışında bir alternatif olabileceği düşüncesiyle siyasal alana müdahil olmayı kabul etti. Bunların bir kısmı İhvan gibi şiddete mesafeli yarı-gizli gruplar tamamen açık hale gelirken, bir kısmı davetçi Selefiler gibi açık ancak sistem dışı gruplar ise ‘oy vermenin küfür olduğu’ düşüncesinden büyük teolojik tartışma ve travmalardan geçerek siyasal alana müdahil oldular. Bir kısım gruplar da şiddeti reddedip, illegal yapılarını lağv ederek siyasal alana katıldı. Bu grupların temel motivasyonu Mısır’ın yeni bir ülke olduğu, eski baskı günlerine geri dönülmeyeceği, siyasal alanın artık kendilerine de açıldığı, bu nedenle taleplerini bu siyasal alan içerisinde gündeme getirmelerinin çözüm olduğu mesajıydı. Ancak darbenin İhvan hareketinin üst kadrosunu hedef alarak suçlu muamelesi yapması, kitlesel tutuklamalar, barışçıl göstericilerin üzerine gerçek mermilerle hedef gözetilerek ateş açılması, darbeyi desteklemeyen selefi liderlerin göz altına alınması gibi tedbirler İslamcıları yeniden siyasal alanı sorgulamaya itecektir. İslamcıların yeniden siyasal alanın dışına çıkması ise tüm bölgede şiddetin artmasına, Selefiliğin şiddeti onaylayan versiyonlarının güçlenmesine, şiddeti dışlayan İslamcı grupların zemin kaybetmesine ya da bölünmesine yol açacaktır. Eğer Mısır’da siyasal alan kısa sürede İslamcılara tam olarak açılmazsa radikalleşmenin önünün alınamayabilir, iç savaş ihtimali giderek artar. Mısır’da çıkacak bir iç savaş ise Öncelikle Gazze ve Gazze üzerinden İsrail’i, ardından Sudan’dan Tunus’a, Cezayir’den Suudi Arabistan’a ve hatta Türkiye’ye kadar tüm bölgeyi olumsuz olarak etkileyecek, istikrarın yeniden tesisi onyıllar alacaktır. 

Selefiler ve radikalleşme 

Devrim sonrası siyasal alana dahil olan, özü itibari ile İslam’ın kitabî yorumu anlamına gelebilecek Selefilik tek bir akım değil, İslam’ın kitabî yorumunu tercih eden irili ufaklı grupları barındıran bir ekoldür. Bu gruplar içerisinde tamamen barışçıl ve apolitik hareketlerden, apokaliptik ve şiddeti her şeyin önüne koyan gruplara kadar onlarca farklı çeşit vardır. Mısır örneğinde ise Selefiliğin sınırları muğlaktır. Ezheriler olarak bilinen, eskiden selefiliğe mesafeli Ezher geleneği içinde de Sufilere karşı Selefilik güç kazanmıştır. İhvan’ın kendi içinde Selefi bir kanat olduğu gibi hariciliğe kadar uzanan, toplumsal hayatın dışına çıkan et-Tekfir vel Hicre gibi gruplar da mevcuttur. Coğrafi açısındansa, İskenderiye Selefiliği, Nil deltası Selefiliği ya da Sina Selefiliğinden bahsetmek mümkün. Aslen 3 selefi grubun birleşmesinden oluşmuş bir koalisyon olan Selefi Nur Partisi de önceki liderinin devrilmesiyle birlikte Suud-BAE etkisine açık hale gelen bir ana damar politize-Selefiliği temsil ediyor. Darbeye destek veren bu grup tüm Selefileri temsil etmiyor. Uzun yıllar süren İsrail işgali, ardından gelen Mısır döneminin sürekli geri bıraktırılma, işkence ve kötü muamelesinden dolayı kendine has bir ekol olan Sina Selefiliği önceleri daha çok Kuzey’deki kabilelere dayanıyordu. Ancak Şarm el-Şeyh gibi turistik bölgelerin gelişmesiyle güneydeki pastadan pay almak isteyen bedevi kabileler birlikte güneye de uzanan bu Selefilik, Mısır’ın güvenlik açısından ‘kör noktası’ haline geldi. Asya, Afrika ve Akdeniz’in geçiş noktasındaki Sina’nın duygusal ve siyasal olarak Mısır’dan kopma noktasına gelmesi, bu bölgedeki çöl alanlarının kontrolden uzak olması, Sina’yı adeta kurtarılmış bölge haline getirdi. Son yıllarda Gazze’ye dönük tünel faaliyetleri ve kaçakçılık nedeniyle oldukça zenginleşen bu bölgedeki Selefi gruplar Ordu’dan daha silahlı, daha zengin ve daha kalabalık hale geldiler. Mübarek’in gitmesinin ardından fiilen özgürlük yaşayan bölge bir anda Nil Deltası’ndan ve güneyden gelen silahlı-selefi grupların da katılımıyla daha kozmopolit, devlet karşıtı ve silahlı bir bölge haline geldi. Bu grupların Mübarek karşıtı çizgisi, Mursi ile birlikte önce yumuşadı ancak Mursi’nin Gazze ve İsrail politikalarına getirdikleri eleştiriler nedeniyle tersine dönerek Mursi’yi de hedef almaya başladı. 2012 Ağustos ayında Sina’da 16 Mısır sınır polisinin öldürenlerin, Sina’daki kabileler tarafından teşhis edilememesi, bölgeye Nil Deltası’ndan gelen göçü göstermesi ve kontrolsüzlüğü işaret etmesi açısından önemlidir. Sadece Mısır Selefileri için değil, tüm bölge için radikalleşmenin zemini haline gelen bu bölge askeri darbeden sonra Mısır ile tüm bağını koparma noktasına geldi. Darbenin ardından bölgeden yükselen cihat çağrıları ve karakollara saldırılar, İhvan siyasal alana geri dönse de şiddetin durmayabileceğini gösteriyor.Bu bölgedeki gruplar, Mısır’da kriz derinleşirse iç savaşın nüvesini oluşturacaktır. Yine bölgedeki aşiret ve grupların Gazze ile akrabalık, iş ve siyasi ilişkisi, buradaki istikrarsızlığın İsrail’e de taşınacağını gösteriyor. 

Bölgesel açıdan bakıldığında ise, demokratik, İslamcılıkla barışık bir Mısır, bölgede yeni ve yerli bir düzenin olmazsa olmazıydı. Darbe bu nedenle Mursi’ye değil, asıl bu bölgesel düzen ihtimaline de vurulmuş bir darbedir. Darbeyi destekleyen güç kompozisyonu kimlerin bölgede yerli düzen istemediğini de göstermektedir. Bugün sürdürülebilir olmayan bu darbenin geri püskürtülmesi bu nedenle sadece Mısır’ın değil, bölgedeki tüm yerli düzen savunucularının çıkarıdır.

[email protected]