‘Yeni Ortadoğu’da Türkiye-Mısır hilali

NUH YILMAZ - Star Gazetesi Dış Haberler Koordinatörü / [email protected]
22.12.2012

Asıl mesele Ortadoğu’da yeni düzenin nasıl ve kimler tarafından kurulacağı, Mısır’ın bu düzende rolünün ne olacağıyla ilgili. Yerli, güçlü, halkıyla ve halkının talepleriyle barışık bir Mısır hem Türkiye’nin yükünü paylaşacak, hem de yeni bir düzenin bölgenin çıkarına olmasını temin edecek.


‘Yeni Ortadoğu’da  Türkiye-Mısır hilali

Mısır’da yapılan Anayasa referandumunun ikinci ayağı ile birlikte yeni bir dönem başlamış olacak. Bu yeni dönem, Mısır’ın Yeni Ortadoğu’nun önemli bir aktörü olması ile mi sonuçlanacak yoksa bu durumu engellemeye çalışan koalisyonun bu rolü engellemesi ya da geciktirmesi ile mi? Bu sorunun cevabını referandumun sonucu kadar nasıllığı da belirleyecek. Referandum sürecinin detayları Mısır’daki direncin kaynaklarını görmek, oyunun nasıl oynandığını anlamak için ciddiye alınmalı elbette. Ancak asıl sorun yasallık ya da prosedür ile ilgili değil. Asıl mesele Ortadoğu’da yeni düzenin nasıl ve kimler tarafından kurulacağı, Mısır’ın bu düzende rolünün ne olacağıyla ilgili. Yerli, güçlü, halkıyla ve halkının talepleriyle barışık bir Mısır hem Türkiye’nin yükünü paylaşacak, hem de yeni bir düzenin bölgenin çıkarına olmasını temin edecek.

Siyasi kavgaya yasa örtüsü

Bu siyasi kavga, Ortadoğu’nun kaderi kavgası söz konusu ülke Mısır gibi güçlü Anayasa geleneği, siyasi geleneği ve kurumsal yapısı olan ülkelerde, Türkiye’ye benzer şekilde yasallık ve prosedür üzerinden yürütülüyor. Yasa’nın kendi gücünü de siyasi denkleme katarsak, yasal uygulamalar ve prosedürler geleneği güçlü ülkelerde siyasetin rengini belirleyebiliyor. Türkiye’de verilen 367 kararı ve devamında yaşanan siyasi kriz ya da AK Parti’yi kapatma davası prosedürün ve yasallığın öneminin göstergeleriydi. Mısır’da yaşanan siyasi gerilim de buna benzer şekilde yasallıklar kavgası ile örtülüyor. Bu çerçevede Mübarek sonrası ilk müdahale anayasal düzenin 30 Mart 2011’deki yeniden organizasyonu üzerinden, cari yapının askeri vesayet rejimine çevrilmesi ile başlamıştı. Ardından yapılan Şura Konseyi ve Halk Meclisi seçimleri kotalar, bölge paylaşımları gibi tam olarak uygulanması neredeyse imkansız yasal zorlamalarla içinden çıkılamaz ve tamamlanamaz hale getirilerek yargı müdahalesine zemin hazırlandı. Tüm bunlara rağmen Müslüman Kardeşler (İhvan) bu seçimlerin açık galibi olunca, önce askeri vesayetle siyasi irade teslim alınmaya çalışıldı. Bu çerçevede Meclis’in seçtiği Anayasa’yı yapmakla görevli Kurucu Meclis’in askerin koruması, yargının kararı ve muhalefetin alkışlarıyla fesh edildi. Ardından yeni Kurucu Meclis “oyunun kuralları değiştirilerek Halk Meclisi”ne empoze edildi. Ardından Cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda yapılan tüm oyunlara rağmen güçlü başkanlığa dayanan sistemde bu pozisyon İhvan’a geçince en önemli kale kaptırılmış oldu. Buna rejimin cevabı Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin tırpanlanması ve Halk Meclisi’nin kapatılması oldu.

Tüm bu gelişmeleri tersine, siyaseti güçlendiren ivme ise 12 Ağustos’ta başladı. Cumhurbaşkanı Mursi önce kendi yetkilerini geri aldı, ardından da Genelkurmay Başkanı ve İstihbarat Başkanı’nı görevden alarak vesayet rejiminin kurallarıyla oynamayacağını gösterdi. Mısır’ın geçici Anayasasına göre Kurucu Meclis Anayasa’yı Aralık ayında Cumhurbaşkanı’na sunmalı, ardından da referandum yapılmalıydı. Tam da bu noktada yine prosedürel bir takım gerekçelerle AYM Kurucu Meclis’i ve sembolik Şura Konseyi’ni kapatmaya çalıştı. Bir başka deyişle Yargı, sistemi kilitlemeye kararlı olduğunu, geri adım atmayacağını, ikinci yargı darbesine hazırlandığını gösterdi. Bunun üzerine Mursi 22 Kasım kararlarını açıklayarak, yargının bu darbesini önlemeye çalıştı. Bu amaçla yaptığı düzenlemeler, bu çekişmeye taraf olmayan yargı tarafından da eleştirilince Mursi 8 Aralık’ta yetki genişletmesinin sadece Anayasa süreciyle ilgili olduğunu ve referandum günü olağanüstü yetkilerin geçersiz olacağını açıkladı. Bunun üzerine Yargı’nın bağımsız kesimi pozisyon değiştirerek referanduma destek verdi.

Bu gelişmelere göre durum şöyle: Referandumla eğer Anayasa kabul edilirse Halk Meclisi seçimleri yapılarak siyasi normalleşmeyi başlatılacak. Bunun içinse seçim güvenliği, yeterli sayıda hakimin gözlemci olması ve seçimlere katılımın makul seviyede olması gerekiyor. Yani normalleşme için yasallık ve meşruiyetin birlikte gerçeklemesi gerekecek. Eğer bu şartlar yerine getirilemezse, yani katılım yüzde 50’nin altında kalır, seçim sırasında şiddet olayları artar, hakimler seçimlerde gözetmenlik yapmazsa, Anayasa’ya destek oyu çıksa da meşruiyet tartışması kısa sürede bitmeyecek, Mısır’ın normalleşmesi uzayacaktır. Anayasa’ya hayır çıkarsa, yeni anayasayı yazmak üzere yeni bir Kurucu Meclis halk tarafından doğrudan seçilecek, anayasa yazım çalışmaları sil baştan gerçekleşecek ve 9 ay içerisinde referandumla sonuçlanacak. İşte bu süreçteki yasal tartışmaların önemi de tam bu meşruiyet tartışmasıyla önem kazanıyor. Zira yapılan eylemlerin asıl amacı, önüne geçilemeyen ve destek alması garanti görülen, yapımı sırasında liberaller ve Kıptilerin de yer aldığı Anayasa’nın meşruiyetini sorgulamaya açmak. Böylece halkoyu ile yapılamayanı yasal söylemler üzerinden yaparak şaibe oluşturmak. Bu noktada yönetim tecrübesi sınırlı, siyasi koalisyon kurma konusunda kapalı, cemaatten siyasi partiye geçme sancıları çeken İhvan’ın işi oldukça zor. Aynı şekilde bürokratik mekanizmaları çok iyi çalıştıran devlet elitleri-muhalefet işbirliği, ülkedeki dengeleri her açıdan etkileyen dış etkenler sürecin yönetilmesini son derece zorlaştırıyor.

Anayasa tartışması mazeret

Bu tartışmalar derinden devam eden kavganın sadece farklı bir düzeyde tezahürü. Asıl kavga Mısır’ın ve Ortadoğu’nun geleceği kavgası. Kavganın taraflarına bakıldığında bu net görülebiliyor. Mursi’ye dönük ‘diktatörlük’ ve ‘firavunluk’ suçlamasını Batı başkentlerinde seslendirenlerin, Türkiye ile ilgili ‘Putinleşme’, ‘Otoriterleşme,’ ‘Malezyalaşma’ kampanyalarını yürütenler olduğunu görmek konuyu izah ediyor. Türkiye’de ümidini kesen bu kesimler şimdi Mısır’ın geleceğini bu tartışmalar üzerinden ipotek altına almaya çalışıyor. ‘Firavunlaşma’dan bahseden muhalefetin, Halk Meclisi ve Kurucu Meclis kapatıldığında yargı kararını alkışlayan isimlerden oluşması da içerideki koalisyonun pozisyonunu gösteriyor. Sandıkla iktidara gelemeyenler, asker-yargı vesayeti ile iktidara ortak olmaya çalışıyor. Bu nedenle asıl sorunun yeni anayasa olduğu iddiası da doğru değil. Mükemmel olmasa da Mısır ekonomisinin yüzde 40’ını yöneten ordunun, halen yerinde sapasağlam duran Mübarek Yargısı’nın, ekonomik krizin, ülkedeki kutuplaşmanın ve vesayet müdahalelerini alkışlayan muhalefetin olduğu bir ortamda daha iyisini istemek bazı aydınların eleştirileri hariç, siyasi manevradan ibaret. Anayasa tartışması Mısır’ı anayasasız bir sürece zorlayarak, vesayet rejimine suni teneffüs yaptırılmaya çalışılıyor. Askeri bürokrasi ve Yargı’nın siyasi sistem üzerindeki vesayetinin sınırlandırılacağı yeni anayasa sonucunda, Mısır istikrarlı bir demokratik sisteme geçmek için ilk adımı atmış olacak. Böyle bir Mısır’ın etkili olması hem içeride hem de dışarıda yavaş ama düzenli bir siyasi dönüşümün başlaması demektir.

Meselenin anayasaya kilitlenmesi demokratik değil, İhvan’ı yıpratma amaçlı siyasi müdahale. Zira anayasanın geçmemesi durumunda yeni anayasanın yapılması süreci en az 9 ay sürecek. Ardından Meclis seçimleri ile birlikte düşünüldüğünde Mısır’ın en iyimser ihtimalle 1 yıl kaybetmesi demek. Bu bir yıl içerisinde tüm siyasi sorumluluğun İhvan’da, karar mekanizmalarının ise eski rejimin elinde olacağı düşünülürse bu gecikmenin sonuçları daha net görülebilir. Mali kriz içindeki Mısır’ın ekonomiyi sadece işletebilmek için bile acil para akışına ihtiyacı olduğu hatırlanır, para kanallarının ise neredeyse tamamen anayasa ve referandum sürecine bağlandığı ve referandum süreci sonuçlanmadan ekonomik düzelmenin sağlanmasının imkansız olduğunu akılda tutulursa siyasi müdahalenin rengi görülür. Anayasa’nın gecikmesinin maliyeti, gelecek bir yıl içinde mali olarak çöken bir Mısır, mali çöküşün faturasını hükümet olan ancak iktidar olamayan İhvan’ın ödemesi, siyasi olarak engellenemeyen İhvan’ın ekonomi aracılığı ile vurulması demektir. Bu da Yeni Mısır’ın bölge statükosuna en az 1 yıl geri atılması hatta belki tamamen bitirilmesi demektir.

‘İhvan baharı’ mı?

Mısır’daki anayasa tartışması, bu nedenle İhvan’la sınırlı değil. Ortadoğu’da demokratik bir İslamcı dönüşümün motoru olabilecek siyasi harekete müdahaledir. Zira bu tür bir gelişme bölgedeki tüm güçleri zora sokacaktır. Bölge siyasetine getireceği muhalif ve revizyonist katkı ile İran’ın ‘direniş ekseni’ söylemine, dini-demokratik vurgusu ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından temsil edilen statükocu-otoriter selefi siyasi söyleme, İsrail’in Filistin sorunundaki uzlaşmaz ve rahat pozisyonuna doğrudan etki edecektir. Tam da bu nedenle Suudi Arabistan, İran, İsrail ve BAE’nin aynı anti-İhvan çizgide buluşması rastlantı değil, bölgesel vizyon çatışmasıdır. Bunun uzantısı da önümüzdeki günlerde ‘İhvan hilali’ ya da ‘İhvan Baharı’ gibi ifadelerle bu statükocu vizyonun yaygınlaştırılması olacaktır. Mursi’nin 6 aylık acemi iktidarı bile içinde Suriye’de İran’ı, Libya’da ABD’yi, Filistin’de İsrail’i, İran’da ve Suudi Arabistan, ABD ve İsrail’i rahatsız etmeye yetti. Bu ülkelerin tersine bu vizyonun Türkiye içinse ciddi bir imkan ve önemli bir destek olduğu açık. İşte tam da bu nedenle Mısır’daki anayasa meselesi, anayasa meselesi değildir. Yeni Ortadoğu’nun nasıl ve kimler tarafından, hangi ilkeler etrafında oluşturulacağı konusundaki uzlaşmazlığın ve çatışan tarafların mücadelesidir.