‘Yeni Türkiye’ye yeni eğitim anlayışı

Hasan Yücel Başdemir / Yıldırım Beyazıt Ünv. Liberal Düşünce Topluluğu
10.01.2015

Geçen doksan yıllık süre içinde 2012-2013 öğretim yılında başlayan 4+4+4 uygulaması da dâhil olmak üzere zorunlu eğitimin süresi, okutulan dersler ve ders içerikleri konusunda birçok değişikliğe gidildi. Fakat 1924’ten bu yana eğitimin organizasyonu, finansmanı, amacı, işlevi ve felsefesi konusunda değişiklik yapılmadı.


‘Yeni Türkiye’ye yeni eğitim anlayışı
Türk eğitim sistemi 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat kanununa dayanıyor. Geçen doksan yıllık süre içinde 2012-2013 öğretim yılında başlayan 4+4+4 uygulaması da dâhil olmak üzere zorunlu eğitimin süresi, okutulan dersler ve ders içerikleri konusunda birçok değişikliğe gidildi. Fakat 1924’ten bu yana eğitimin organizasyonu, finansman yapısı, eğitimin amacı, işlevi ve felsefesi konusunda değişiklik yapılmadı. 
 
AK Parti hükümeti, icraatlarını “Yeni Türkiye” vizyonu olarak ortaya koyuyor. Modası geçmiş, merkeziyetçi ve durağan yapısı ile mevcut eğitim sistemi, Yeni Türkiye vizyonuna uygun değil. Türkiye’nin, daha dinamik, yeni fikirlerin eğitime dâhil edilmesine imkân sağlayan, rekabete ve sivil inisiyatiflere açık bir eğitim anlayışına ihtiyacı vardır. Bu anlayışta amaç, demokratikleşme sürecine, değişen dünya koşullarına ve Türkiye’nin gelecek vizyonuna uygun olarak yeni durumlar karşısında isabetli kararlar alabilecek geniş görüşlülüğe sahip gençler yetiştirebilmek olmalı. 
 
Yeni Türkiye için ben de varım diyebilecek bir neslin yetişmesi, alternatif eğitim modelleri ve farklı okul türlerinin bulunduğu çoklu ve çoğulcu bir eğitim anlayışının benimsenmesine bağlı. Bu nedenle eğitimde reform kaçınılmaz görünüyor. Reformun ana çizgisini, adem-i merkeziyetçilik, okul, eğitim programı, müfredat, idare ve finansman çeşitliliğinin oluşturması gerekiyor, çünkü bizde eksik olan şeyler bunlar.
 
Merkeziyetçilik, paydaşların eğitim konusundaki düşünce, görüş ve önerilerinin eğitime yansımasına engel olmaktadır. Bu nedenle hem öğretmen istihdamı hem de eğitimin içeriği konusundaki tüm eleştirilerin tek muhatabı bakanlık ve hükümet. Sorumluluk paylaşımı, bu eleştirilerin muhataplarını değiştirecektir. Sorumluluk paylaşımı, eğitim sisteminin gelişmesi, farklı model, program ve müfredatların şeffaf bir ortamda, rekabet içinde eğitimin pratik alanına yansıması anlamına gelir. Merkeziyetçiliğin azaltılması, her kademedeki okulların, bu okullardaki müfredat ve finansmanın çeşitlenmesine bağlıdır. 
 
Adem-i-merkeziyetçiliğin ve çeşitliliğin gerekçesi, eğitim konusundaki sorumluluğun sadece hükümetlere bırakılmaması ve tüm paydaşların bu sorumluluğu üzerlerine almalarıdır. Merkeziyetçilik, eğitimde başarıyı artıramadığı gibi fırsat eşitliğini sağlayamamakta ve mali kaynaklarının eğitimin kalitesini artırmasına da engel olmaktadır. Türkiye’de altmış beş bin okul, bir milyon eğitim çalışanı olduğu düşünülürse hükümetin tek başına bu sorumluluğun üstesinden gelmesi zor görünmektedir. Mevcut merkeziyetçiliğin tarihsel olarak pedagojik olmaktan çok ideolojik gerekçelere dayandığını da hatırda tutmak gerekir. 
 
Radikal uygulamalar, tahmin edilemeyen sonuçlar ortaya çıkarabilir. Bu nedenle bir eğitim reformu için ara çözümler ortaya koymak ve pilot uygulamalara başvurarak kademeli şekilde merkezden yerele yönelen ve özel finansmanın da dâhil olduğu bir eğitim organizasyonuna yönelmek, en uygun yol olarak görünmektedir. 
 
Zorluklar ve fırsatlar
 
Türkiye’de reformun önünde birçok zorluk var: Hukuki mevzuat, Milli Eğitimin istihdam yapısı, bürokratik yapılanması, kamuoyu direnci ve güvenlik politikaları rekabete ve çoğulculuğa dayalı bir anlayışın gelişmesinin önünde ciddi engeller olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak hükümetin uzun süreli bir planla reformun altyapısını oluşturacak çalışmalara ve pilot uygulamalara yönelmesi durumunda bu zorluklar ortadan kalkar. Bunun için hükümetin istek ve kararlılığı yeterlidir. Hacimli Milli Eğitim bütçesi de hükümetin elini rahatlatacak bir durumdur.
 
Reform önündeki önemli engellerden biri de yerelleşmenin doğuracağı sonuçlar nedeniyle terör sorunu görünüyor. Hükümetin yürüttüğü “barış süreci”nin olumlu bir seyirde devam etmesi, bu engelin ortadan kalkması anlamına gelecek. Eğitim sorunu, bu sürecin bir parçası olmalı ve hükümetin de terör sonrası eğitimde yol haritasını belirlemesi gerekir. Bunun yolu, reform perspektifini benimsemekten geçiyor.
 
Zorluklar ve fırsatlar, ihtiyatlı olmayı gerektiriyor. Bu nedenle ara çözümlere dayanan bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Öncelikle Bakanlık, değişim iradesini ortaya koymalı, siviller kanıksanmış durumları reformların önüne engel olarak sunmamalı, yani eğitimde program, kıyafet, dil, alfabe gibi ön kabullerden hareket edilmemeli ve en önemlisi de eğitim yatırımcıları başta olmak üzere sivil inisiyatif önerileri ile bu sürecin aktif parçası olmalıdır. Cesur öneri ve müteşebbis ruh, özgün bir eğitim modeli ortaya çıkarmak için en gerekli koşullardır. 
 
Reform sürecinde standart tek bir model geliştirmek yerine çoklu bir modele yönelmek ve buradan bir eğitim anlayışı türetmek daha isabetlidir. Bunun için tek tip bir model önerisinden ziyade esaslar tespit etmek gerekir. Mevcut yapı açısından bir reformun ilk esası, eğitimde sivil inisiyatifin ve özel okul sisteminin geliştirilmesi olmalıdır.
 
İkinci olarak merkezî yetki, sorumluluk ve hakların illere, belediyelere, okullara, vakıflara, şirketlere, şahıslara, ailelere ve öğrenciye devredilmesidir ve bunun gereği olarak da Bakanlığın denetim, koordinasyon ve akreditasyon kurumu olmaya yönelmesidir. 
 
Üçüncü olarak yetki ve sorumluluk paylaşımı, eğitimde finansman, yönetim ve planlama özerkliğini mecbur kılmaktadır. Bu özerkliğin sağlanması, özel okulların eğitim sistemi içindeki % 4-5 civarında olan oranının kademeli olarak artmasına bağlıdır. Mevcut özel okullarda sadece finansman özerkliği olduğu unutulmamalı ve bu okullar örnek olarak alınmak yerine reform hedefi olarak görülmelidir çünkü başarılı bir reform, bu okulların özgün finansman kaynakları, müfredat ve eğitim programları geliştirmelerine bağlıdır.
 
Dördüncü olarak eğitimde özerkliğin ortaya çıkaracağı sonuçlar göz önüne alınmalıdır. Özerkliğin sonucunda oluşacak olan okul çeşitliliği, finansman çeşitliliği, müfredat çeşitliliği, yönetim çeşitliği ve öğrenim çıktılarındaki çeşitlilik yadsınmamalıdır. 
 
Reform için birkaç öneri
 
Reformun gerçekleşebilmesi için öncelikle Milli Eğitimin istihdam yapısının değişmesi gerekiyor. Ancak bu değişimin sağlanması, sistemle ilgili bütüncül bir değişim perspektifine sahip olmakla mümkündür. Öncelikle eğitimde özel işletmeciliğin gelişmesi gerekiyor. Bu nedenle okulların yönetim, finansman ve müfredat açısından nasıl özerk haline getirilebileceği konusuna odaklanmak ve alternatifli birçok öneri ortaya koymak gerekiyor. Ancak bu tür öneriler, özel okul sisteminin geliştirilmesi yolunda ara çözümler olarak görülmeli ve her makul öneri, pilot uygulamalar ile sınanmalıdır. Burada birkaç öneriyi  sıralayabiliriz:
 
Birinci öneri, gelir seviyesi yüksek olan vatandaşların yaşamış olduğu bölgelerdeki okulların ihale yoluyla satılması. Burada okul binalarının kullanımı, eğitim programları geliştirme ve finansman çeşitliliği sağlama konusunda işletmecilere, temel insan hakları ve kriminal durumlar dışında sınırlamalar getirilmemelidir. Finansman ve eğitim programları tamamen işletmecinin sorumluluğundadır. Yüzde 5 burslu öğrenci okutma, temel derslerde altı haftalık asgari müfredat gibi zorunluluklar getirilebilir. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yaklaşık bir milyon personelin çalışıyor olması nedeniyle bu türden doğrudan özelleştirmeler, uygulamanın yayılmasına engeldir. 
 
İkinci olarak mevcut okulların bir kısmının kiralama yoluyla özel işletmelere devri yoluna gidilebilir. Bu modelin esası, bazı okulların özel işletmelere devredilmesi ancak finansmanının devlet tarafından karşılanmasıdır. Okullar, bu yöntemle bölgesel olarak da kiralanabilir. Bu kiralamalarda kâr ve prestij amacı güden özel işletmeler tercih edilmelidir. 
Öneriler çoğalabilir ve birçok kişi bunları ikna edici bulmaz ancak bu tür öneriler sunanları cesaretlendirmek gerekir. Ayrıca peşin hükümlü olmayıp sonuçları pilot uygulamalarda izlemekte yarar vardır. Yüzyıllarca eğitimde en önemli unsurların sivilleşme ve bağış sistemi olduğu unutulmamalıdır. Başka ülkelerde uygulanan modelleri, Türkiye’ye taşıma yoluna gitmeye gerek yoktur. Temel evrensel değerler benimsenerek bize ait bir eğitim anlayışı ve modeli geliştirecek birikim ve perspektif Türkiye’de mevcuttur. Yeter ki işbirliğinden ve uzlaşma kültüründen ayrılmayalım.