Yerini yurdunu arayan SOL

Ercan Yıldırım / Yazar
13.10.2018

HDP ile siyasetin getirdiklerini iyi tartan sosyalist solun özeleştiri çarkı işlerken aslında “amaçsız eylem” girdabı da vitrine yerleşiyor. Sosyalistlerin toplumda yer tutma, devlet mekanizması içine girme, dinamik güçleri ayartma, uluslararası bağlantıları kullanma gibi “metod”ların hangisi üzerinden varolacaklarını kestiremedikleri de bir gerçek.


Yerini yurdunu arayan SOL

Türk siyasi hayatına değil ama sol ve sosyalistlere iyiden iyiye yük olmaya başladı HDP. Öncelikle belirtmek gerekir ki HDP merkezli Kürt ulusçuluğunun siyaset tarzı Türkiye’de başta devlet mekanizması olmak üzere genel siyasal alanda epey kapıyı araladı. HDP bir maymuncuk gibi siyasi ve fikir hayatımızdaki boşlukları doldurdu, açılan kapıları kapattı, sızıları giderdi haliyle statükonun tamirinde de etkide bulundu. Türk siyasetinde HDP bir “kaldıraç etkisi” uygulayarak Türkiye’nin nomosu İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasının ihata edilmesinde güçlü bir araç oldu. Bu tabii siyasetin genel atmosferine uygun bir durum. Pragmatist ve popülist siyasal hareketlerin bir tarafında derin çelişkiler ve büyük boşluklar kalır. O aralıklardan başka toplumsal hareketler değil siyasal alanı tutan genel mutabakat değerleri de girer. HDP üzerinden Kürt ulusçuluğunun dışında neoliberal sol, sosyalist hareketler, örgütçü gruplar ve CHP de büyük bir boşluğa, derin bir çelişkiye düştü. Haliyle sosyalist otokritik tartışmayı HDP ile girdikleri ittifaktan ne kazandıklarına getirdi. HDP’nin Meclis’te temsil imkanı elde etmesinden sosyalizmin, halkların, emekçilerin, CHP’nin, örgütlerin hatta ‘evrensel demokratik değerler’in hanesine ne yazıldığı sorusunun cevabını bulamayanlar ittifakı bozmaya yöneldi  bile.

İttifaktan kim kazandı?

HDP ile siyasetin getirdiklerini iyi tartan sosyalist solun özeleştiri çarkı işlerken aslında “amaçsız eylem” girdabı da vitrine yerleşiyor. Sosyalistlerin toplumda yer tutma, devlet mekanizması içine girme, dinamik güçleri ayartma, uluslararası bağlantıları kullanma gibi “metod”ların hangisi üzerinden varolacaklarını kestiremedikleri de bir gerçek. Neoliberal solun mazur görülecek gerekçesi var, onlar ontolojilerini zaten bir tarafında Kürt milliyetçiliğinin de bulunduğu yıkıcı yapım yolunda kurmuşlardı. Anlaşılan o ki HDP ile ittifaka gidenler, uluslararası meşruiyet zeminini genişletmek kadar Erdoğan ve AK Parti iktidarını sona erdirmek, “milli–yerli süreci” akamete uğratmak için idealleri ertelemiş. Sosyalistlerin, “HDP’ye barajı geçirme milli mesele oldu” özeleştirisi, Türkiye’de solun kendi başına mesele haline gelmesiyle ilgili. Sosyalizmin Türkiye’ye ne söylediği, ülkedeki hangi işleyişi yetersiz ve yanlış bulup alternatif geliştirdikleri hala netleşmiş değil. Belki burada sosyalistlerle Kürt milliyetçiliğini buluşturan hassasiyet noktası “gizli ajanda” taşımayla ilgili… Kürtçülük seçimini yapmış, Türkiye’nin acil çözülmesi gereken problemi olarak “Kürt meselesi”ni görmüş, gerektiğinde terör örgütüyle el birliği etmeyi, illegaliteyi de içine alan süreci işleterek “sonuna kadar” gitmeyi kafaya koymuş. Burada geçilmesi gereken seviye olarak Meclis temsiliyetini işaretlemiş ve uluslararası yardımla birlikte “çevredeki” unsurların desteğini sağlayarak bu dönemde de milletvekili grubu oluşturmuş.

İç kavga girişimi

Türkiye için sözü şimdilik bundan ibaret; daha ötesinde dünya sistemi konjonktüründe Suriye ve Irak’ta teşkil edilecek Kürt devletine hazırlık olsun diye iç kavgaların canlı tutulmasında siyasi kutuplaşmayı toplumsal zemine yayma girişimi var. HDP’nin sosyalistleri, çevredeki unsurları da alarak örgüt yardımıyla bir iç kavga girişimi Kobani olayları, hendek çatışmaları gibi hadiselerle simülasyonda izlendi. Olaydan ontolojiye ulaşabilecek irade sergilense de şimdilik “yarıklar”la süreci dondurma stratejisi uygulanıyor. Buna Gezi’yi de sosyolojide temas ettikleri merkezkaçla savrulanları da ekleyebiliriz.

HDP’nin birkaç sosyalist partiyi de Meclis’e taşıması elbette Türk siyasi hayatındaki temel çelişkiyi gün yüzüne çıkardı. Belirgin bir programı, iddiası, alternatif sözü olan siyasi hareketlerin amacı Meclis’e milletvekili yollamak, görünmek, temsil edilmek mi yoksa ülkeyi, toplumu kendi görüşleri doğrultusunda yeniden inşa etmek, dönüştürmek mi? Sadece solda değil İslami kesimde de Meclis’e girme tatmini sağlayabiliyor.

Sosyalistler bunu HDP kanatları altındaki başarılarından sonra farkettiler. Zaten kendi başına ciddi bir çelişkidir sosyalistlerin “ulusçu-milliyetçi”, kendinden başka hiçbir yapıya tahammül edemeyen bir örgütün terör eylemiyle faşizmi de üstlenebilen HDP ittifakını gerçekleştirmesi.

“Hem milliyetçi hem şoven hem emperyalistlerin oluruyla bağımsızlık”tan başka siyasal talebi olmayan, “burjuva milliyetçiliği”nin temsilcileriyle bir arada bulunmak esasında Marksizmin doğasına aykırı. Neoliberal tezlerin çoğunluğu, etnik-mezhep-LGBT-feminizm argümanları etrafındaki yaklaşımlar sosyalizmin varoluş şartlarını ortaya koyan burjuva taleplerinin tam da içinde… Bu yüzden sosyalist özeleştiri, “etnik taleplerden ibaret” bir siyasi hareketle ittifaktan sol-sosyalizm çıkar mı, endişesini yersiz kılıyor.

İttifakın başında sorulmayan sorular başarısızlıkla canlılık da kazanıyor tabii; dünya sisteminin kapitalist merkez devletlerinin desteklediği Kürt devleti “ne kadar sosyalist” olabilir? Hatta iktidarı sosyalistlerle paylaşma, toplumda eleştirel bir damara, sosyalist tekliflere tahammül edebilirler mi? 1960 hatta 80’lere kadar Kürtçülük sosyalistlerin kanatları altında siyaset yapabildi. Neoliberalizmin ülkeye girişiyle solun tüm renkleri kendini bir biçimde Kürt milliyetçiliğinin siperlerine yerleştirdi. Son yıllarda sadece Erdoğan karşıtlığı üzerine inşa edilen söylem çökünce HDP’lilerde herhangi bir benlik yarılması yaşanmadı, nihilist ataklar da görülmedi. Fakat sol-sosyalist ego kendi fabrika ayarlarını yeniden düşünmenin eşiğine kadar geldi. Elbette böyle durumlar hezimet kavramların ve ideallerin yüceltilmesine neden olur.

Çağrı nereye?

Neoliberal sol görece dünyanın, toplumun, gençlerin gidişatını kültür endüstrisinin tesiriyle takip edebiliyordu. Fakat ortalama marjinal kesimler, CHP ve örgüt yapıları yeni dünyayı okuyamadı; aynen İslamcılar gibi!

HDP ittifakından birkaç vekillik alarak çıkan sosyalizm ile Muharrem İnce’nin oyunu artıran CHP Türkiye’nin meselelerini tartışmaya açabilecek bir doktrin çıkarabilir mi? Bu süreçte çokça geçmişlerine dönmeleri, eylem ve söylemlerini iyi kritik etmeleri gerekir. LGBT’nin onur yürüyüşüne verdikleri destek kadar emekçilerin yanında yer almadıklarına hayıflanacakları kesin. Prekaryanın sorunlarını entelektüel düzeyde gündeme getirseler bile bunu siyasi düzleme taşımadıklarını da görecekler. AK Parti’nin 16 yıllık iktidarı boyunca solun tüylerini diken diken eden “İslam sorunsalı”na odaklanmaktan, “siyasi İslam’a” karşı durmaktan, bu uğurda her kesimle cephe siyasetine gitmekten sosyalist siyaset yapamadıklarının farkına varacaklar. Sol, sosyalistler arkalarına neoliberal küresel şirketleri, devletleri de alarak statükoya karşı bir araya gelinebileceği fısıltısıyla kendilerinden geçti.

Sivilleşme, askeri vesayetin kaldırılması, demokratikleşme gibi parlak kavramların arkasından bir “devrimci sızma” yapılabileceği, Marksizm için gayrı meşru yollardan meşru yola girilebileceği zannını büyüttü. Sosyalizmin Türkiye’de bir özü var mı, bilinmez!

Öncü sosyalistlerin sınıf savaşı kavramını bile yerli ve milli boyutlara indirgeyip İttihatçı yöntemde duraklaması, sınıf çatışmasını geleneksel kesimlere yığması zaten erken bir kırılmayı işaret ediyordu. Emekçiler için, dünyadaki ve Türkiye’deki ekonomik yapı için model getiremeyen sosyalizmin karşılığı tabii olmayacak. Bunu en basit son kur krizinde görebiliriz. Sadece ortalama Kemalist iktisatçılar değil üçüncü dünyacılar da iktisadi düzenimizi tanımlarken ve çıkış yolu belirtirken “yapısal sorun”lardan söze girmeyi iştahlı teorisyen marifetiyle gerçekleştirdi. Haliyle buradan pratik ve uzun dönemli bir tutum da “bizim yapamadığımızı kapitalistler yapacak bu sefer indirecekler” edası hakim olduğu için çıkmadı.

Türkiye’de sosyalizm seküler, laik Batılılaşmanın bir ayağında yer aldığından hala kendine özgü yolu bulamadı. Şu anda iktidarın hem dış politikada hem iktisadi konularda 1960-1970 arasındaki sol-sosyalist-MDD dilini ve tezlerini kullandığını, iktidarın son yıllarına kadar da neoliberal solun da sahiplendiği ve çevrenin merkeze yürüyüşünü ifade eden siyasallığı içeren görüşleri içselleştirdiği düşünülürse solun hangi yerin yerlisi, hangi düşüncenin taşıyıcısı, hangi kesimin aracı olduğu belki daha da netleşir.

Bağımsız bir sol veya sosyalist doktrinin Türkiye’de var olabilmesi, insan varlığımızın bir şekilde “kerim devlet” dışı düşünme yeteneğinin bulunmadığından mümkün görünmüyor. Bu yüzden solun, Marksist düşüncenin “hangi yerin yerlisi” olduğuna karar vermesi gerekir.

Yeni toplum eski sosyalizm

HDP ittifakından sadır olan hayal kırıklığı, enternasyonal duvarda son bulan boşa çıkış yeni bir sosyalist oluşa evrilir mi, bilinmez ama izleri de yok değil! Öncelikle belirtmek gerekir ki, solun bütün fraksiyonlarının Türkiye’nin nomosu, İslam-Türk-ehli sünnet-gaza ile bir sorunu, ontolojik karşıtlığı var. Bunu düzeltebilecekleri zannını denklemden çıkarmalı. Özcü Marksizm ihtimali de Türkiye gerçekliğinde mümkün değil; en Ortodoks komünist bile MDD’ciliğin bir ucuna tutunur; en basitinden “ilerici-gerici” dikotomisi, “aydınlık-karanlık” karşıtlığı İslam-Osmanlı-gelenek ile Cumhuriyet idaresi arasında tercihte bulunmaya saplanır. Daha da ötesi özcü Marksizmin imkansızlığı Türkiye’nin feodal-burjuva devrimi aşamalarını tamamlamamasından, öncü sınıf olarak hiçbir zaman proleteryanın şekillenmemesinden ileri gelir. Sanayileşme ve kalkınma tezleri ise ne tuhaftır ki İslamcı-muhafazakar kanadın ideolojik araçlarındandır; sosyalistler gerici kesimlerin sanayiinde çalışan işçiye seslenir! Bu profil son yıllarda değişti. Artık devrimci, sosyalist, sol yapı “emekçi” kavramını kapitalizme ve konformizme kaptırdı.

Prekarya, “mesai içinde tuvalete gitmesi yasak kişiler”, taşeron işçi de neoliberal iktisadın yani aç kalmamak için tanımlanmış büyük burjuva kurallarının devam etmesinden yana! Çünkü yanında ne “işçinin hakkı” diyen İslam dininin ilkelerini savunanlar ne de devrimciler var! Neoliberalizm “çevrenin sahiplenmesi” ile büyüyen ve kemikleşen bir yapı zira… Artık kentsoylu devrimcilik hakim, kır emekli, yahut yaşlı deposu olduğu için toplumun dinamik gücü, talepkâr kesimleri kentlerde. Zizek’in “maaşlı burjuva imkanları”nı hedefleyen geniş bir genç katman var, sol da İslami cenah da bunlara hitap edemiyor. Daha az çalışıp daha çok kazanmak ve orta boy burjuva etkinliklerine katılmak isteyen x-y-z kuşaklarını bile aşan yeni nesil, Murat Belge’nin eleştirdiği ve solun tek canlılık belirtisi olan “boykotçuluğu” bile yapmayacak esnekliğe sahip; nerede ki eski tüfeklerin metod arayışında Rojava’dan esinlendikleri “hafta sonu etkinliği”ne dönüşen “halk meclisleri”ne “katılım sağlansın”.

Günümüzde sosyalist düşüncenin krizi mefluç zihinle ilgili. Spinoza’yı yeniden üretip varolanların tözlerinden bir yol aramaya girişse de sol yine atomistik tezleri sahiplenerek bir zamanlar İslami kesimde de kendini gösteren “herkesin inancını yaşaması”na dayalı metodu öne çıkarıyor. “Toplumun tamamını kapsayan dönüşüm için milyonlarca bireyin kendi iç devrimini tamamlaması” bir taraftan devlet dışı ihtimali de bünyesine katıyor.

Bu tabii halk meclisleri arayışlarıyla beraber marjinal alanı, yeraltını, tikellikleri, parlamento dışı muhalefet kanallarını, kültürel boykotu, mikro plandaki antiiktidar çabalarını büyütmeyi öngörüyor; fakat bir gerçek var ki “büyük anlatıların ruhları”, her dönem ideolojilerin üzerinden eksik olmaz. “Birleşik toplumsal hareket” fikri tikelliklerin, iktidardan kaçırılan sahaların bir ırmağa dolmasını içeriyor. Sorun şu ki, kerim devlet geleneğini koruyan Türkiye’de ırmakların sahibi hala devlet!

@Ercnyldrm1