Yalçın AKDOĞAN

yalcinakdogan@stargazete.com

ABD ile ilişkiler nereye evrilir?

- Yalçın AKDOĞAN tüm yazıları

Türk-Amerikan ilişkileri sadece Türkiye ile ABD arasında yürüyen ikili ilişkilerden ibaret değildir. Haddizatında Türkiye ile ABD arasındaki ekonomik ilişkiler birçok ülkenin çok gerisindedir. Ama bu ilişki eskiden bu yana ‘stratejik’, ‘çok boyutlu’, ‘kadim’, ‘model ortaklık’ gibi sıfatlarla anılır. 

Bazı alanlarda çok yüzeysel gibi görünen ilişkilerin diğer bazı alanlarda çok hayati olduğu söylenir. 

Bu ilişki her nasıl tanımlanırsa tanımlansın, bunun tek boyutlu olmadığı, karşılıklılık esasına dayandığı, yani bir ülke için nasıl bir önem mülahaza ediliyorsa, diğer ülke için de benzer bir mülahazanın yapılabileceği söylenebilir. 

Türkiye’nin son dönemde kendisi için hayati derecede önemli gördüğü FETÖ ve PKK/PYD gibi konularda ABD’nin çok olumlu adımlar atmadığı malum. ABD’nin geçmişte alıştığı, bugün bazı Körfez ülkeleriyle yürüttüğü ‘uydusal ilişki’yi Türkiye’nin kabul etmeyeceği de çok aşikâr. 

Sorunlar, beklentiler, talepler, zorunluluklar ve imkânlar doğru tanımlanmalı; ilişkiler de gerçekçi bir zeminde karşılıklı güven üzerine kurgulanmalı.

Bir kere şunu açıklıkla söyleyebiliriz: Türkiye Ortadoğu’daki birçok konuda ABD ile yakın işbirliği içinde önemli katkılar yapabilecek bir ülkedir. Bunu Irak’tan Suriye’ye, Filistin’den Yemen ve Lübnan’a kadar her meselede söylemek mümkündür. Ancak Türkiye’nin ABD’nin açık destek verdiği İsrail politikalarını olumlu görmesi, destek olması veya sessiz kalması mümkün değildir. Bu, Türkiye’nin Filistin tarafına yakınlık duymasıyla ilgili değil, İsrail’in agresif adımlarının meselenin adilane çözümüne kesinlikle katkıda bulunmamasıyla, böyle bir gidişatla barışı yakalamanın imkansız olmasıyla ilgilidir. 

ABD’nin Ortadoğu politikasını İsrail’in hassasiyetleri, öncelikle, çıkarları belirlediği sürece buna sadece Türkiye değil, hiçbir bölge ülkesi uyumlu bir tavır içinde olamaz.

Türkiye’nin ABD’nin Suriye’nin kuzeyine yönelik politikalarını, PYD’ye siyasi otorite oluşturma çabalarını da olumlu karşılama imkân ve ihtimali yoktur. Suriye denklemini sadece PYD üzerinden kurgulayan bir anlayışa Türkiye olur veremez. 

ABD’nin Rusya’ya, İran’a veya Çin’e bakışı, kendi hassasiyetleri, öncelikleri vardır. Türkiye’nin aynı hassasiyetlerle, aynı bakışa sahip olması da beklenemez. Netice de hiçbir ülke başkasından milli menfaatlerini yok saymasını, ülke çıkarlarını yadsıyarak kendi aleyhine işler yapmasını isteyemez, bekleyemez. 

Hava savunma sistemi meselesinde Türkiye’nin güvenlik kaygıları ve ihtiyaçları bellidir. Patriotlar konusunda olumlu gelişme yaşanamadığından Türkiye bu hayati ihtiyacını Rusya’dan karşılama noktasına gelmiştir. Bu konuda korkutma, dayatma, tehdit ve şantajla engelleme politikası gütmek çok anlamsızdır. 

Türkiye Rusya’ya yaklaşıyor, diğer kampa kayıyor gibi söylemlerle takınılacak yanlış tavırlar, Türkiye’yi başka bir bloğa itme gayretinden başka bir anlam taşımaz. 

S-400’ler meselesinde Cumhurbaşkanımızın ve hükümetimizin tavrı bellidir. ABD ile hem bu konuda hem diğer konularda tam bir samimiyetle görüşmelerin derinleştirilmesinde büyük fayda vardır. Türkiye ekonomisinde kırılganlık olduğu ve böyle bir konjonktürde netice alınabileceği varsayımıyla dayatmacı bir tavır sergilemek sorumlu bir yaklaşım olmaz. 

Taktik açıklamalar istenmeden stratejik sonuçlara ve dramatik kaymalara sebep olabilir. ABD’li siyasetçi veya yöneticilerin Türkiye’nin politikalarını etki almaya dönük beyanları arzuları istikametinde değil, tam ters yönde gelişmeler üretebilir. Söylem taarruzuyla ilişkilerin raydan çıkması pekâlâ muhtemel bir durumdur. Bu yüzden sorumlu siyaset, hamasi laflar yerine samimi ilişkiler ve görüşmelerle yol almayı gerektirir.

Türk insanı ekonomiden siyasete kadar her alandaki ilişkilerini duygularını rafa kaldırarak sürdürmez. Onuruna dokunan, gururunu inciten söylemler karşısında maliyet hesabı yapmadan hareket eder. Uluslararası ilişkiler karşılıklı çıkar gibi çok hesabi yaklaşımlarla yürüyor olabilir, ama bu diğer dinamiklerin dikkate alınmamasını gerektirmez. 

Türk heyetlerinin son ABD temasları iyi niyet ve karşılıklı güven temelinde bir zemin geliştirme arayışıdır. Bu zemini ABD tarafı da yapıcı bir şekilde tesis etmeye çalışmalıdır.