Serdar AKBIYIK

sakbiyik@stargazete.com

Baba hem varlık sebebimiz hem de aşmamız gereken bir eşiktir

Babamın Ceketi filminin senaristi, yönetmeni ve oyuncusu olan Müfit Can Saçıntı benim çok değer verdiğim bir isimdir. Bu filmiyle de çıktığı yolda önemli bir noktaya geldiğini düşünüyorum. 

Mandıra Filozofu, Yaşamak Güzel Şey ve vizyonda olan Babamın Ceketi filmleriyle son dönemin en dikkat çeken yönetmenlerinden olan Müfit Can Saçıntı sinema diliyle halka seslenebilen ayrıcalıklı isimlerden. Müfit Can Saçıntı’nın filmini seyrettiğimde üç yıl önce vefat eden babamın ceketinin kokusunu bile özledim. İşte Müfit Can Saçıntı’nın anlattıkları...         

Sizi bu filmin senaryosunu yazmaya iten şey neydi? Nasıl ortaya çıktı bu hikâye?

Yaklaşık 15, 16 sene önce Levent Kırca-Oya Başar Tiyatrosu için tiyatro metni olarak yazmıştım bu hikhayeyi. Fakat oynanmadan rafa kalktı. Özellikle finalinin çok özgün olduğunu düşünüyorum. Dokunduğu meseleler de senaryoyu yazmamda etken oldu. İşsizlik, baba-oğul çatışması... Sistemin, namuslu dürüst insanları suçun eşiğine itmesi ve ahlaki bir seçim yapmak zorunda bırakması. Eskimeyen ve maalesef uzun süre eskimeyecek gibi görünen meseleler. 

Günümüz komedilerinde içi boşalmış yapımlarla karşı karşıyayız. Sizin filmleriniz ise toplumsal problemlere temas ediyor. İzleyicideki karşılığı nasıl peki?

İçi boşalmış yapımlar diye nitelendirdiğiniz işlerin, yönetmen, senarist ve oyuncuların birincil tercihi olduğunu düşünmüyorum. O arkadaşlar böyle bir film yaparsan para yatırırım, dağıtım yaparım veya salonumda oynatırım diye ikna ediliyor. Benim filmlerimdeki eleştirel yönün veya toplumsal meselelerle iç içe olmanın benle başlamadığı çok aşikar. Yeşilçam döneminde aşk filmleri, melodramlar bile “zengin kız-fakir oğlan” aşkı üzerinden sınıfsal çatışmalara, toplumsal meselelere işaret etmez mi? Ancak sinemamızın bu meselelerden büyük ölçüde kopuş yaşadı. Bu kopuşun başlangıcı 12 Eylül 1980’e dayanıyor. Sorunun sinema endüstrisi ile ilgili kısmında ise yaşanan sıkışıklığın temel sebebi yapımcılar, dağıtımcılar ve işletmeciler. Sinema sezonu dört aya sıkışmış durumda. Seyirci de 14-25 yaş grubundan ibaret. Benim filmlerde diğer filmlerin aksine yetişkin seyirci daha çok geliyor. Aynı şeyi Babam ve Oğlum gibi filmlerde de görüyoruz. Ana akımın dışındaki filmler yeni bir kitle getiriyor. Demografik olarak pastayı büyütmek dağıtımcılar ve işletmecilerin umurlarında değil. Benimki gibi filmlere destek verseler, hem seyirci sayısı hem içerik olarak rahatlama yaşayacaklar ve meselesi olan filmler çekmek isteyenler cesaret bulacak.

Filmleriniz absürd komedi mi? 

Aslında tanımların sınırlarına hapsedilmek istemem. Ancak sosyal içerikli filmler diye tanımlanırsa da rahatsız olmam. 80’lerde 90’larda, absürd komedinin her türlü örnekleri verildi. Absürd derken Cem Yılmaz’ın Gora, Arif V 216, Yahşi Batı benzeri filmlerini kast ediyorsanız onları parodi diye nitelendirmek daha doğru olur. 

Filminizde bir baba oğul hikayesi var. “Baba” kavramının bu etkileyiciliği nereden geliyor? 

Baba hem varlık sebebimiz hem aşmamız gereken bir eşiktir. Çocukken kahramanımız, ergenlikte çatıştığımız rakibimiz, büyüdüğümüzü ispat etmek için aşmamız gereken bir çıtadır. “Büyüyüp baba olunca anladığımız”, vicdan azabımızdır. İnsanın karakterini ve psikolojisini belirleyen ana unsurlardan birisidir. Sinemanın temeli de dramatik çatışmadır. Baba oğul çatışması doğal bir dramatik çatışma barındırdığından, insan ve sinema var olduğu sürece, bu konu işlenmeye devam edecektir. Bir önceki filmim Yaşamak Güzel Şey’deki baba oğul sahneleri, babama vefa borcumu ödemek için çekildi. Babamın Ceketi’ndeki baba-oğul hikayesi daha güçlü ve etkileyici ama hayatımla doğrudan bir ilgisi yok.

Türkiye’de entelektüeller ile halk yığınlarının arasındaki sürtüşme hep kendini belli eder. Böyle bir parçalanma için yorumunuz nedir?

Entelektüellerle halk arasındaki kopuşa 12 Eylül 1980 darbesinin neden olduğunu düşünüyorum. 12 Eylül öncesinde ise tam tersine bir rüzgârla, bazıları samimiyetsiz de olsa halk ile iletişim kurma zorunluluğu hissederdi. Hiç bir şey yapamıyorsa duvarına kilim asar, evinde “şark köşesi” yapardı. Şimdilerde her iki taraf birbirini küçümsüyor. İkisi de yanlış. Öpüşün de barışın demek istiyorum. 

Benim size sormadığım sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Gazete yöneticilerine sormak isterim; bu ülkede film sayısı maç sayısından, sinema seyircisi futbol seyircisinden fazla iken, neden spora sayfalarca yer verilir de düzenli sinema sayfaları olmaz? Aynısı tiyatro için de geçerli. Bırakın sayfayı, düzenli bir tiyatro köşesi bile yok gazetelerde. Neden?