Yalçın AKDOĞAN

yalcinakdogan@stargazete.com

Şehitsiz bir dünya arzusu!

Müslümanlar şehit olmayı, Allah’ın rızası ve hoşnutluğuna ulaşmak için bir vesile olarak görürler ve her daim arzularlar.

Bu arzu, sadece kuru bir temenniyi, isteği, duayı ifade etmez; aynı zamanda güçlü bir iradeyi, samimi bir gayreti, korkusuz bir mücadeleyi, fedakâr bir mücahedeyi yansıtır.

İ’la-yı Kelimetullah, Din-i Mübin-i İslam, vatan ve bayrak, ülke savunması gibi kutsallar için; hakkı, hukuku, adaleti sağlamak gibi değerler için; zulmü, baskıyı, saldırıyı engellemek gibi amaçlar için mücadele etmek ve şehit düşmek en yüce makamlardan birine ulaşmak demektir.

Şehitsiz bir dünya tasavvurunu, insanların ölmemesi gibi iyi niyetli bir temenni gibi algılayanlar olabilir. Ancak bu hem dünya gerçekliğiyle bağdaşmaz, hem de şehitlik olgusunun taşıdığı yüce manaları yadsımak gibi anlaşılabilir.

Düşmanın, hasmın, zulmün, baskının, saldırının, haksızlığın olmaması bu dünyada ulaşılabilecek bir durum değildir.

Bu sizin iyi niyetinizle, barışçı yaklaşımlarınızla, insani erdemlerinizle, iyiliksever davranışlarınızla, sulh esaslı politikalarınızla da alakalı değildir.

Zulüm, baskı, saldırı size yöneldiğinde savunma maksatlı harekete geçersiniz ve kayıplar verebilirsiniz. Zulüm ve baskı size yönelmese bile haksızlığa karşı seyirci kalamaz müdahale eder, yine kayıplar verebilirsiniz.

Bu yüzden şehit vermek, devlet olarak pasif de aktif de olsanız maruz kalabileceğiniz bir durumdur.

Türkiye uzun yıllardır başka bir ülkeyle savaşmıyor ama terör saldırıları sebebiyle şehitler veriyor.

Türkiye, son 10 yılda Suriye ile de savaşa girmedi ama Suriye’den yönelen saldırılarla şehitler verdi.

Mehmetçik bu milletin evladıdır ve onun selameti için herkesin yüreği titrer. Kimse kayıplar versin, canından can kopsun istemez. Bir insanın kendisinin şehit olmayı istemesi onun hamiyetperverliğidir. Kutsal bilinen değerler için mücadelenin sonuçlarına katlanmak da büyük millet olmanın bir tezahürüdür.

Türkiye, Suriye’de kendi ‘ulusal güvenliği’, ‘sınır güvenliği’ ve ‘bölgesel güvenliği’ için operasyonlar gerçekleştiriyor. Kendisine yönelen saldırıları önlemeye, gelecekte yönelebilecek tehditleri ise etkisiz kılmaya çalışıyor.

Bir yanda PYD gibi bir terör devletçiğinin oluşmasını, diğer yanda Esed gibi terörist bir rejimin tehdit üretmesini, öbür yanda ise DEAŞ gibi terör örgütlerinin saldırılar yapmasını önlemek için uğraşıyor.

Türkiye’nin bu mücadelesi, doğrudan vatan savunması anlamına gelir.

Türkiye aynı zamanda zalim bir rejimin masum insanları katletmesini engellemeye, evinden barkından koparılan mazlum insanların hayatlarını korumaya çalışıyor.

Bu mücadele de hak ve hukuk, adalet ve insaniyet mücadelesi anlamına gelir.

Her halükarda iki mücadele de kutsal bir amaç taşıyor.

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerimde, “Size ne oldu da Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!" diyen çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?” (Nisa, 75) buyuruyor.

Zulme maruz kalan mazlumların yardım çağrısını dile getiren, bir kurtarıcı arayışını ortaya koyan bu ayet, Allah yolunda hareket etmeyi ve mazlumlara sahip çıkmayı savaşla birlikte dile getiriyor.

Çaresiz kalan insanlara sahip çıkmak Allah yolunda mücadele etmenin doğrudan bir parçasıdır.

Şehitler tepesi tartışmalarına bu açıdan da bakmak gerekir.

Allah bu uğurda canını ortaya koyan tüm şehitlerimizin ruhunu şad eylesin.