Halime KÖKCE

hkokce@stargazete.com

“Sıcak para” ekonomisinin prensi

- Halime KÖKCE tüm yazıları

Geçenlerde rast geldim; kanalın birinde ekonomi gazetecisi unvanlı bir kişi analiz yapıyordu; nasıl iç karartıcı anlatamam. Korona'dan korkmasan bir sırt çantası da sen hazırlar, Yunan sınır kapısına dayanırsın. Ekonomi o kadar kötü yani, millet bir kuru ekmeğe muhtaç...

Bakalım lafı nereye getirecek dedim.

Meğer "Eskiden öyle miymiş?"

Türkiye için darbe spekülasyonu yapan RAND Corparation’ın yayınladığı rapordaki atıf şampiyonu Metin Gürcan ve atanamayan bazı eski AK Parti’lilerin kurucuları arasında yer aldığı partinin başkanı Ali Babacan'ın ekonominin başında olduğu dönemleri kastediyormuş.

Aynı şahsın Babacan döneminde yaptığı eleştiriler geldin aklıma. O zamanlar “Ekonomi hazır para ile dönüyor, reel sektöre, yatırım ekonomisine geçmek lazım. Türkiye faiz ekonomisinden kurtulmak zorunda” gibi yerinde eleştirileri vardı. Hatta kendisinin ekonomi gazetecisi olarak bir yerde tutunamayışını da doğruları söylemesine bağlıyordu.

Şimdi kendine hem yazacak hem konuşacak mecra bulmuş, ama o günlerde söylediklerinin tam tersini savunuyor.

Erdoğan karşıtlığını damardan almaya alışmış bir kitle için gerçeklerden müteşekkil analiz üretmeye gerek yok nasıl olsa. Kimse de çıkıp "Kardeş tamam ama sen eskiden bunun tam tersini söylerdin, Babacan'ı tam da bugün Erdoğan'ın onu eleştirdiği yerden eleştirirdin, ne oldu sana?" diye sormuyor çünkü.

Ekonominin bugün ne kadar kötü yönetildiğini tezini tutup da Abdullah Gül ve prensi Ali Babacan zamanında Türkiye'ye gelen yabancı yatırımcı ile bugün gelen arasındaki devasa farka nispetle açıklamaya kalkarak içine düştüğü tutarsızlık ve ahlaki zafiyeti gözümüze sokmasa "O da ne yapsın, yazacak ve söyleyecek bir mecra bulmuş, ekmeğine bakıyor." diyeceğiz.

Ama tam da bunu yapıyor. Ekonominin IMF'ye endeksli olduğu ve sıcak paranın oluk oluk geldiği dönemi o günlerde sonuna kadar eleştirirken bugün “Ne iyi günlerimiz vardı”diye referans gösteriyor.

Bu eleştiri şekliyle daha çok karşılaşacağız. Çünkü Ali Babacan siyasete soyundu.

AK Parti’den tam da IMF'ye borcumuzun bittiği ve Türkiye'nin FETÖ ve PKK eliyle saldırıya uğramaya başladığı 2013'ten itibaren “soğuduğunu” söyleyen Ali Babacan'ın PR'ıiçin bulup buluşturacakları şey "Ne iyi günlerimiz vardı" edebiyatı.

Ali Babacan siyasete adım atar atamaz, 2002'den 2015'e kadar devamlı surette ekonomi yönetimindeki en etkili isim ya da isimlerden biri oldu. “Paranın oluk oluk aktığı” dönemlerde görev yaptı. Görev yaptığı dönemler, Türkiye'nin faize ödediği para, milli gelire oranla en yüksek seviyelerdeydi üstelik.

Erdoğan, gerek başbakanken gerekse cumhurbaşkanı olduktan sonra, onu ve onun ekolünden gelen diğer ekonomi kurmaylarını bir türlü faiz indirimine ikna edemedi.

Ne zaman ki Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi, yeni oluşan kabine ile birlikte hazineyi ve maliyeyi birlikte dengeleyen bir ekonomi yönetimi oluştu. Derecelendirme kuruluşlarının kırık notuna, döviz üzerinden çekilen operasyonlara faizler düşürülebildi, dolar kontrol altına alındı, enflasyon frenlendi, sanayi ihracatı arttı, dış ticaret açığı en düşük seviyelere geriledi.

Üstelik bu zaman zarfında yerli ve milli yatırım hamleleri hız kesmeden devam etti, büyük projeler tamamlandı.

Demek ki neymiş, marifet para bolken ekonomiyi yönetmek değil, kaynaklar kıtken, sıcak para akmıyorken ekonominin dümenini sıkı tutabilmekmiş.