20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

'Bağzı' sanatçılar kendine demokrat

Bağzı sanatçıların yaşadığı akıl tutulması ve yabancılaşma ait oldukları mahallenin en temel ortak paydası aynı zamanda. Özgürlükçü, demokrat ve barışçı olmakla övünen bu sanatçı çevresinin en büyük açmazı da tam burada başlar. Kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan, aynı kabullere sahip olmayanları asla bu çevreye dahil etmezler.

GÜLCAN TEZCAN21 Temmuz 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Bağzı' sanatçılar kendine demokrat

Ülkemizde bir sanatçı profili var. Sanatı ve sanatçı olma halini kutsayan, kendini içerisinden çıktığı halktan çok yukarılarda bir yere koyan, halkı eğitmek ve aydınlatmayı ödev bilen -ki bu Tanzimat ve Batılılaşma ile birlikte bazı çevreler tarafından sanatçılara tevdi edilen bir görevdi. Özellikle de sinema ve tiyatro alanında çok güçlü bir damar olarak karşılık buldu, bugüne kadar da süregeldi- aidiyetini vatan, millet üzerinden değil ideolojik kimlik üzerinden belirleyen bu profilin en belirleyici özelliği halkı aşağılayıcı bir dil kullanmaları... 

Verdikleri her röportajda, yaptıkları her açıklamada ülkedeki kutuplaşmadan yakınan bu isimler, nedendir bilinmez toplumun değerleri ile alay etmekte, terör örgütünün siyasi ayağını desteklemekte, gizli ya da aleni darbe alkışçısı olmakta beis görmezler. Bu manzaranın farkında olan milyonlar tarafından ilgi görmediklerinde de ‘Ben nerede hata yaptım’ demek ve yabancılaşmaları ile yüzleşmek yerine bütün suçu siyasilere atmayı tercih ederler. 

Böylelikle belli bir ulusalcı ve batıcı kitle tarafından kahraman ilan edilip haklılıklarının teyid edildiğini düşünürler. Sıklıkla ‘Artık bu ülkede sanatımı icra edemiyorum. Gidiyorum buralardan’ derler. Ama şuradan şuraya bile gidemezler.

Devlete tavırlıdırlar, devletin başıyla ‘muhalif olmanın gereği’ diye düşündüklerinden hiç anlaşamazlar, hazzetmezler hatta kimileri nefretini alenen ilan etmekten çekinmez. Ama öte yandan devletten maaş alarak ya da bakanlık desteğiyle sanat hayatlarını sürdürmekte beis görmezler. Devlete muhalif olmayı sanatçılığın birincil şartı gibi görenler PKK destekçiliğini de aynı oranda vazgeçilmez sayarlar. Her seçim dönemi PKK’nın siyasi kolu olan HDP için aleni destek kampanyaları düzenlerken bir kez olsun bir terör saldırısını kınamak üzere tek cümle kurmazlar. 15 Temmuz’da ‘Türk askerinin boğazı kesildi’ yalanına iman ederler ama Afrin’de çarpışan askerlere moral vermek akıllarına gelmez. 

SANATI İDEOLOJİYE ALET ETMEK

Yaşadıkları akıl tutulması ve yabancılaşma ait oldukları mahalle yada komünün en temel ortak paydasıdır aynı zamanda. Özgürlükçü, demokrat ve barışçı olmakla övünen bu sanatçı çevresinin en büyük açmazı tam burada başlar. Kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan, aynı kabullere sahip olmayanları asla bu çevreye dahil etmezler. Bırakın ideolojik bakışı mesleki anlamda onların belirlediği sınırların dışına çıkanlar, farklı bir bakışa sahip olanlara yönelik de mahalle baskısının en alâsını uygulayabilirler. 

Hükümetin sanata ve sanatçıya uyguladığı baskı, yasak ve sansürlerle ilgili rapor üstüne rapor hazırlayıp ağlaşırken dizi, sinema sektörü, tiyatrolar, sanat kurumları ve galerilerde kendi yaptıkları ayrımcılıklar, hak ihlalleri, mahalle baskıları korkudan kimse tarafından dillendirilemez.  

Kendine demokrat tanımı için biçilmiş kaftan olan bu sanatçı profili ‘yerli’ ve ‘milli’ olandan hazzetmez. Dün Halit Refiğ’e yapılanlar bugün de ‘yerli’ ve ‘kimlikli’ bir duruşu seçenlere reva görülüyor. 

Ama sorsanız ‘mağdur’ olan yine onlar. Fazıl Say geçenlerde Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Konser Salonu’ndaki konseri iptal edildiği için sosyal medyada barış çubuğu tadında bir mesaj paylaştı. 

“...güç müziktedir, hiç bir suçum yokken bu tarz yaralar açmalarına da izin veremem. Ben müziğimi yapıyorum, her fırsatta dostluk istiyorum” diyen Fazıl Say, “Yıllardır tekrarladım, bu halk barışmalıdır, ötekileşmeler olmamalıdır, kültürler kaynaşmalıdır, Doğu ve Batı kültürleri buluşmalıdır, buna emek verilmelidir” şeklinde cümleler kurmuş mesajında. 

Bir klasik müzik sanatçısı olduğu halde AK Parti kurulduğundan bu yana her fırsatta AK Partilileri, dindarları aşağılayan cümleler kuran Fazıl Say’ın bu millete çok ciddi özür borcu var. 

Sanatçıların siyaset üstü varlıklar olmasını beklemek elbette haksızlık. Tabi ki onların da politik görüşü, aidiyeti, ideolojik kimlikleri olacaktır. Ama yazının başından beri anlatmaya çalıştığım sanatçı profiline sıkışıp kalır toplumuna, ekmeğini yediği ülkenin değerlerine, kutsallarına saldıracak kadar politikleşir ve sanatı ideolojisine alet etme noktasına gelirse doğal olarak artık ona ideolojik bakışı üzerinden bir değer atfedilir. Fazıl Say’ın da başına gelen budur.  

Elbette durum Fazıl Say’ın şikâyetlendiği kadar vahim değil. Bakınız Barış Atay örneği. Sanatından çok devlete, hükümete, iktidara sövgüleri, PKK ve teröristlere övgüleri ile tanınan bu şahıs, milletvekili olarak Meclis’te rol kesiyor. Gezi döneminde sokakları arşınlayan, kalkışmaya katılan oyuncu, yönetmen, senaristlerin hepsi sektörde baş üstündeki yerlerini koruyor. Eh, Fazıl Say da sitemlerinin arasında “yılda 120 konser veren bir insan 1 konseri olamıyor diye üzülmez” cümlesiyle kıymetimi bilemediniz mesajını veriyor. 

O zaman biz de şunu soralım; mesela Fahir Atakoğlu ya da Tuluyhan Uğurlu neden Fazıl Say’ın karşılaştığı tepkilerle karşılaşmıyor?