19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

“Biz ne ara…” 

“Biz ne ara” diye başlayacağımız cümlenin devamı, kötülükleri çirkinlikleri dört koldan yayar olduk şeklinde gelebilir. Bu da yeni değil. Ama artık teknoloji destekli çoğaltıyoruz ve yaygınlaştırıyoruz fenalıklarımızı. Üstelik çok da iyi bir şey yaptığımızı zannederek.  

ZEYNEP TÜRKOĞLU27 Nisan 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
“Biz ne ara…” 

Son cümleyi başa çekip başlayalım; “Biz ne ara bu kadar kötü insanlar olduk?” diye söze başlamak, kötücüllüğün kendisidir. 

Bu, görmemek veya bilerek çarpıtmaktır. İnsanı insan olmaktan utandıran hiçbir şeyi kabullenmek, mazur ve/veya meşru görmek, buna alışmak gibi zorunluluğumuz yok. Aksine her seferinde kötüye, kötülüğe aynı netlikte tavır alıp, olana ceza, olmamışa tedbir istemek hem hakkımız hem de sorumluluğumuz. Ama dünya, kötülükle ilk defa karşılaşmadığı gibi, kötülük sıfır noktasına da inmeyecek. 

2006 yılı baharında bir sabah, internette gezinirken rastladığım güncel haber kanımı dondurdu. Çok net hatırlıyorum o an parmak uçlarıma kadar hissettiğim karıncalanma ve uyuşmayı. Habere göre makine mühendisi genç adam ormanlık alanda gezinmek için kiraladığı ata tecavüz etmişti. Okudum. Bir daha okudum. Anlamıyordum. Anlayamıyordum. Nasıl olabilir? 

Aynı dönemlerde bir başka habere göre bu kez olay bir at çiftliğinde yaşanmıştı. Fail ise bir seyisti. Galiba kıyamet bu gecenin sabahında kopacak, hemen kapının ardında diye düşünmüştüm. 15 yıl geçti, ne İsrafil göründü, ne de Sûr’a üflendi. Demek ki benim bitti dememle bitmiyormuş… 

O yıllarda radyoda sabah programları hazırlayıp sunuyordum. Hani şu dinleyiciye biraz siyasi biraz sosyal gündemi aktaran, arada şarkı-türkü molaları ile nefes alıp veren, sonra biraz sağlık bir fikir derken günü toparlayan programlar var ya, işte o türde bir yayın. Programın gündeminin dışında da, başlarken ve bitirirken küçük hikâyeler okuyordum, çeşitli kaynaklardan. Bazen Kelile ve Dimne’den, bazen Mesnevi’den. Çirkin ve ufunetli, hani tam anlamıyla “Biz ne ara bu kadar…” diye cümleye başlatacak o haberlerin etkisiyle elim ayağım kesilmişken, Mesnevî’den bir hikâyeye rast geldim; şehvetine yenik düşen kişinin ahıra göz dikmesini ve sonrasında yaşanan çirkinlikleri anlatıyordu. İnsanın içindeki kötülükleri anlatan bir hikâye… O kötülükle, o hırsla, o sınır tanımazlıkla davranıldığında başa neler gelebileceğini anlatan bir hikâye. İbret olsun diye. Böyle bir şeyle anlatmak tercih edilmiş. Ve Mevlanâ Celaleddin Rûmî Mesnevi’sini yazalı 800 yıl olmuş… Acaba o devirde de okuma yazma bilenlerden veya okuyan birinden bu hikâyeleri dinleyenlerden “Biz ne ara böyle olduk?” diyen çıkıyor muydu? Büyük ihtimalle bu sorunun cevabı ‘evet’tir. Bundan sekiz yüz yıl evvel de insanlar gördükleri, insana yakışmayan hâl ve olaylar karşısında, bunu sorgulamak için, belki sebebi bulabilmek ümidiyle sordular. 

O gün bunu soranlar geçmişle mukayese edebildikleri ölçüde kötüye gidişten bahsediyorlardı. Hiç hakları yok demek doğru değil. Ama Sümer tabletlerinden Mevlânâ’nın Mesnevi’sine kadar her devirde, her yerde kötülüğün/kötüye gidişin örnekleri ve işaretleri veriliyorsa, sorun sadece bugünde yaşadığımız sorun değildir. İnsan mayası içinde şekeri de tuzu da taşır. 

Etrafında dolaşıyor bir türlü cümleye dökemiyorum, farkındayım; bizim söze dökemediğimizi birileri bir küçük çocuğun, bir insanın hayatına boca edebiliyor. Hem güvenlik hem ahlak yönünden paramparça olduğumuz andır bu. Çünkü bir insan bir âlemdir, insana olan âleme olmuştur. Şimdi mesele şu, derdimizi çözmeye çalışırken gerçekten buna mı odaklanacağız, yoksa daimi bir karamsarlıkla, yersiz ve gerçeksiz mukayeselerle “Aaaah ah, neydi o eski günler!” mi diyeceğiz? Kimse kusura bakmasın, tekraren söyleyelim, mayada tuz da şeker de var. Dengesi şaşarsa, mayaladığımız da tutmaz, bozulur. Fakat hepsi biziz. Gayret ve ciddiyet olmadan, kullanışlılığından faydalanmak istismarın da ahlaksızlığın da büyüğüdür. Şimdi yapacağımız şey, hem güvenlik hem ahlak yönünden, samimi bir muhasebe ile bulunduğumuz yeri görmektir. Bunu yaparken de insana inancı yitirmemektir. En çirkin hale bürünebilen bu yaratık, bir taraftan da hiçbir mecburiyeti yokken fedakârca hayat kurtarabilme, kurabilme, yardım edebilme, insan yetiştirebilme özelliğini haiz. Değil mi? Değil miyiz? 

Belki ‘ne ara’ diye başlayacağımız cümlenin devamı, kötülükleri çirkinlikleri dört koldan yayar olduk şeklinde gelebilir. Bu da yeni değil. Ama artık teknoloji destekli çoğaltıyoruz ve yaygınlaştırıyoruz fenalıklarımızı. Üstelik çok da iyi bir şey yaptığımızı zannederek. Küçükçekmece’deki korkunç olayın mağduru yavru ve ailesine destek ziyaretinde bulunan sayın İmamoğlu’nun yaptığı gibi; ‘konunun takipçisi olacağız’ diyor, ama sosyal medyada ailenin mahremi yine gözler önüne serilmiş oluyor. Bu örnek de belki olaylara yaklaşımımız ve gösteriş merakımız açısından önemli bir test.