12 Aralık 2024 Perşembe / 11 CemaziyelAhir 1446

Bu millet cahil mi?

İlber Ortaylı’nın mizah literatürümüze kazandırdığı ‘cahillik’ üzerine esprilerde haklılık payı olsa da bir yanıyla Beyaz Türklerin üstenci bakışını da ele veriyordu bu iğnelemeler.

Gülcan Tezcan24 Ocak 2015 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Bu millet cahil mi?

Diğer Yarım dizisinde Kemalist babaannenin ‘Buralar hep cahil’ sözleriyle Ortaylı’ya yapılan nazire ise halkın hiç de ‘bağzıları’nın zannettiği gibi cahil olmadığını gösteriyordu.

Cumhuriyet ideolojisinin temellerini attığı ‘yüksek sanat’ı üretenler için ‘halk’ hep eğitilmesi, köylülük ve taşralılıktan kurtarılması, batının yüce değerleriyle aydınlatılması gereken bir kitleydi. Sinemacılar da böyle baktı meseleye, tiyatrocular da müzisyenler de... ve elbette edebiyatçılar da...

Sinemacılardan bazıları Kemal Tahir’in de etkisiyle bu arızalı bakıştan sıyrılıp halkla, kimlikleri ve aidiyetleri ile barışsalar da çoğunluk aynı ezberleri aktardı kuşaktan kuşağa. Geçen yılın en çok konuşulan ve ödül alan filmlerinden biri olan Murat Düzgünoğlu imzalı Neden Tarkovski Olamıyorum’da yer alan bir diyalog, en yeni jenerasyonun bile bilinçaltına bu kabullerin işlendiğini açık ediyor. Bir türlü hayalini kurduğu ‘sanat’ filmini çekemeyen yönetmene arkadaşları ve sevgilisi çeşitli çıkış yolları önerir. Bunlardan biri de önce ismini parlatmak ve tanınır olmak için piyasa işi filmler yapmasıdır.

Bu teklifi getiren yönetmenin sevgilisidir. Halkın cahil ve onların sanat algısını anlamaktan uzak olduğunu söyleyen genç kadın, ancak cahil halkın seviyesine göre işler yaparak para kazanabileceğini ve hayalini gerçekleştirebileceğini söyler yönetmene. Sadece bu ülkede değil dünyada da popüler sinemanın her zaman daha makbul olduğu su götürmez bir gerçek. Ama bunu sadece ‘halkın cehaleti’ne bağlamak bana pek iyi niyetli gelmiyor. Zira sanatı ‘milleti adam etme’ aracı olarak gören anlayış adeta bir gelenek aktarımı gibi kuşatan kuşağa naklediliyor.

Halkı suçlamaktan vazgeçebilsek...

Bir örnek de İdil Biret’ten verelim... ki O’nun sözlerinde art niyet olduğunu düşünmüyorum. Ama ülkenin en başarılı piyanistlerinden İdil Biret, bir gazeteye verdiği röportajda “Müzik yetiştiricilerinin acilen halka ‘müziği anlama’ dersi vermeleri lâzım. Çok iyi insanlar yetişiyor ama seyirci dinleyici yok” diyerek izahlı müzik dinletileri düzenlenmesi gerektiğini söylüyor. Bu mantıkla baktığımızda sergi gezmek isteyen sanatseverlere ‘resim’ eğitimi, tiyatro izlemek isteyenlere ‘sahne sanatları’, sinema için de ‘görsel sanatlar ve sinema’ eğitimi verip kültür sanat alıcısını göreceği şeye hazırlamak gerekiyor. İdil Biret belki şunu söylese yanlış anlaşılmaya müsait cümlelerinden daha çok fayda sağlayabilirdi:

Okullarda bütün dalları kapsayan daha etkin ve zengin bir sanat eğitimi verilse, çocuk yaştan itibaren bireylerin sanatla bağ kurması sağlansa kültür sanat alıcılarının da seyir zevki artacak, izledikleri eserlerin onlarda daha farklı etkiler bırakacaktır.” Kaldı ki İdil Biret’in de dahil olduğu Anadolu’da gerçekleşen Kampüste Senfonik Akşamlar konserler serisinde salonların nasıl dolduğunu, dinleyenlerin ayakta kaldığını gözleri ışıldayarak anlatıyordu organizasyonu düzenleyenler. İyi işler ve samimi projeler, hikâyeler, oyunlar ve filmlerle seyirci karşısına çıkıldığında ‘seyirci yok’, ‘seyirci anlamaz’, ‘halk cahil’ kabullerinin kuru bir ezber haline dönüştüğünü o kadar çok gördük ki...

Belki de bütün mesele halkı suçlamaktan vazgeçip ‘Seyirci neden bu işlere ilgi göstermiyor’ sorusuna dürüstçe cevap verebilmekte...