Ttopumda birçok insan için doğal olan sosyal ortamlar, bazı kişiler için dayanılması zor durumlara dönüşebiliyor. Özellikle Doğu toplumlarında biraz çekingen olmak olumlu algılansa da bunun aşırı olduğu durumlarda ciddi bir rahatsızlık olarak ‘sosyal kaygı bozukluğu’ ortaya çıkabiliyor. Hedef Psikolojik ve Danışmanlık Merkezi’nden Yrd. Doç. Dr. Ceren Acartürk, bu kişilerde “İnsanların yanında ağzımdan yanlış bir söz çıkacak ve rezil olacağım diye çok korkuyorum. Konuşurken kızardığımı ve herkesin bunu fark edip benden uzaklaştığını düşünüyorum” gibi çoğu zaman çekingenlikle özdeşleştirilen düşünce yapılarının var olduğuna dikkat çekiyor. Sosyal kaygı bozukluğunda ise bu durumun daha da ileri gittiğine işaret eden Acartürk, sözlerine şöyle devam ediyor:
“Sosyal kaygı bozukluğu yaşayan kişiler, yakın akraba ya da birkaç yakın dost dışında başkalarıyla birlikte oldukları tüm ortamlarda kaygı yaşar. Otobüste yolculuk etmek, marketten alışveriş yapmak, bir yerde sıra beklemek, sınıfta ya da toplantıda konuşmak, diğer insanların yanında yemek yemek ya da bir şeyler içmek, kişide kaygı yaratır. Yaşadığı kaygıyla baş edemedikçe toplumdan uzaklaşmaya ve yalnız kalmaya başlar. Yaşanan sıkıntı, sosyal kaygıyla sınırlı kalmaz ve başka psikolojik sorunlar da getirebilir. Kişi insanlardan uzaklaştıkça depresyona girebilir ya da kendi kendini rahatlatmak için alkole sığınabilir.”
HER YAŞTA HAYATI OLUMSUZ ETKİLİYOR
Yrd. Doç. Dr. Acartürk, sosyal kaygı bozukluğunun erişkinlerde iş hayatında oldukça büyük sorunlara yol açabildiğine, çocuk ya da gençlerde de okul hayatının olumsuz etkilendiğine vurgu yaparak “Bu öğrenciler, ‘Her an soru gelebilir’ ya da ‘Bana bakıyorlar mı?’ düşüncesiyle kaygılanıp dikkatini derse yoğunlaştırmada zorluk yaşar. Nasıl ki ateş yaktığında elimizi çekiyorsak, sosyal ortam kaygı yarattıkça da oradan kaçmaya, uzaklaşmaya başlarız. Ne kadar kaçmaya çalışsak da biliyoruz ki insan sosyal bir varlık ve bu hastalığın tedavi edilmesi gerekiyor ve bu da mümkün” diyor.
Sosyal kaygı bozukluğu yaşayanların profesyonel yardım alması gerektiğini belirten Acartürk, bu sorunun ortadan kaldırılmasında kullanılan ‘bilişsel davranışçı terapi’nin oldukça olumlu sonuçlar verdiğini söylüyor. “Biz, bilişsel davranışçı terapistler biliyoruz ki kişide tüm bu olumsuz durumu yaratan şey diğer insanlarla beraber olması değil, o durumla ilgili aklındaki olumsuz düşünceler” diyen Acartürk, “Kişi oradayken hatta oraya gitmeden ‘Konuşurken kızaracağım ve benim çok garip olduğumu düşünecekler’, ‘Sorularına cevap veremeyip komik duruma düşeceğim’, ‘Hepsi benimle dalga geçecek’, ‘Rezil olacağım’ diye olumsuz düşüncelere kapılıyor. Oradayken de tüm dikkatini kendisine vererek, bu olumsuz düşünceler için kanıtlar arıyor” diye anlatıyor.
BAŞ ETME YOLLARI
SOSYAL kaygı bozukluğu yaşayan kişilerin kendileriyle ilgili olumsuz düşünceleri onayladıkça bedenlerinde hissettikleri sıkıntının arttığına, daha çok terlediklerine ve kızardıklarına dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Ceren Acartürk, rahatlatıcı önerilerini şöyle sıralıyor:
“Kişinin tüm dikkati kendinde olduğu için bedenindeki reaksiyonlar onu daha çok paniğe sokuyor. Halbuki kaygılandığı ortamda, ‘Diğerleri ne giymiş, karşısındakinin saçı ne renk, odanın duvarında ne var?’ diye bakınca dikkatini kendinden çok çevresine yönelttikçe rahatlayabilir. Kişi olumsuz düşüncelerini fark edip olumluya yönelebilirse kaygısı düşmeye başlıyor. Bu durumu yaşayanlara önerimiz, sosyal ortamlara girmeden önce dikkatlerini çoğu zaman gerçekçi olmayan bu olumsuz düşüncelere vermek yerine nefes ve kas egzersizi gibi çeşitli gevşeme teknikleriyle kendilerini rahatlatmaya çalışmaları. Ayrıca, kişi kaygı yaşamamak için sosyal ortamdan kaçmamalı. Tam tersine bu rahatlama egzersizleri eşliğinde kaygı yaratan ortamlara girmeli.”