23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

'Delilik öyle akıl işi değil'

Deli, meczup, şeydâ, âşık… Bu kalemden sayılacaklar için en güzel ifadelerden biri de “aklı değişik”… Birkaç yıl evvel duydum, sevdim, benimsedim. Evet, belki de işin özü bu, böylesi insanın aklı biraz değişik. Bilimin ve toplumun kabullerinin, kurallarının ötesinde bir bakışla bakıyorlar hayata. Aklamak, paklamak için değil, anlamak için aklı değişiklerin gözünden baksak âleme, ne görünür gözümüze acaba? Hem, aklayıp paklamak neymiş, kimin haddine? Ayrıca da umurlarında mı?  

ZEYNEP TÜRKOĞLU26 Ocak 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Delilik öyle akıl işi değil'

Daha geçen yıla kadar Eyüp sokaklarında görmek mümkündü onu. Yani Eyüplü Musa’yı. Yerin üstünden altına tayini çıktı diyelim, göçtü gitti Musa Efendi… 

1944 Eyüp doğumluydu. Efendi dedik de; ne efendiydi, ne bey, ne amcaydı, ne dayı. Sadece ve sadece Musa. Yıllar evvel ölen ağabeyi Işık da Musa gibi, kiminin deli, kiminin gariban deyip geçtiği biriydi. Birbirlerinden başka kimi kimsesi görünmezdi ortada. Işık da yıllar evvel ölünce Musa hem kimsenin hem herkesin Musa’sı oldu Eyüp’te. Bir otoparkta kendisi için hazırlanan konteynır içinde yaşıyordu. Öğle vakti esnafın arasından geçerek caddeyi arşınlardı. Kimine laf atar, kimi ona laf atardı. Herkesle öyle kolayından muhatap olmaz, herkesin ikramını almazdı. Durumuna göre, kiminden az kiminden çok günlük harcırahını toparlardı. Aza çoğa kendi karar verdiği gibi, kimden alıp kimden almayacağına da bakardı. Herkesin parası geçmezdi Musa’ya. Akşama Balat tarafında kuracağı sofranın akarıydı esnaftan topladığı bu vergi! Bilen bilir, anlatan anlatır; gün boyu topladıklarıyla akşam kendine öyle bir sofra kurar ki Musa, hali vakti yerinde olanlar bile imrenir. Eksik ararsın, bir bakarsın kuş sütü de orada, mecbur bahane bulamaz susarsın. Bütün bu zengin sofraya rağmen sahibi biraz cimridir. “Ya Musa, bizi de gör, biraz kıyısında otursak masanın?” diyen, sofradan yemek değil, Musa’dan okkalı bir küfür yiyeceğini bilsin, ona göre gelsin. Böyle böyle gün akşama, akşam geceye kavuşur, Musa demlene demlene sabaha ulaşır. Bütün gece ayaktaydı, turşusu çıkmıştır, sabaha sızmıştır diyenler acele eder. Musa sabaha Balat’tan Eyüp’e döner. Camileri dolaşır, görevini aksatan müezzin olursa bir güzel haşlar, “Niye vazifenin başında değilsin” diye… Ha, vakitte yerinde olmayan müezzini azarlar, ama biri de kalkıp elindeki şişeye laf etmeye kalkarsa, lafı peltek dilinden beklenmeyecek bir çeviklikle dökülür muhatabının tepesinden aşağıya; “Bana Allah karışmıyor, sen kimsin!” 

Dökülen üstünü başını toparlamak için Kaymakam Bey tedarik edilenleri verirdi. Sabah giyilen temiz giysiler akşamı göremezdi. Zaten aradığı da üst baş değildi. Nasip diye bir şey var hakikaten. Kimin nerede nasıl öleceği, son nefesini nasıl verip, nasıl yolcu edileceği muamma. Ama hayattaki yalnızlığına bakarak bu kimsesiz, aklı değişik adam, zannetmeyin ki bir köşede unutuldu, kayboldu gitti. Bir gün ölüm haberi geldiğinde, mahzun bir sessizlik oldu. Semtin dışındakiler koştular son göreve yetişebilmek için. Hani bilinen meseldir, dışı fukara, hor; gönlü zengin bir veli “Garibansın, senin cenazeni kim kaldıracak” dediğinde, “Padişahın işi ne?!” demiş ya umursamazlıkla… Eyüp’ün adı deli hanesine yazılmış Musa’sı da o hesap bir cemaatle yolcu edildi. Kaymakamından iş adamına, esnafından, memuruna “Biz razıyız, sen de razı ol, biz hoş gönderiyoruz, sen hoş karşıla…” dediler. Dedik ya, nasip meselesi… 

Eyüplü Musa’nın tayini yerin üstünden altına çıktı. 

Eyüplü Musa’nın cenaze merasimi

Onların manevi görevi var

Deliler, meczuplar demişken... Delilik Tomarı ile kimin akıllı kimin deli olduğunu usulünce kağıda döken Sadık Yalsızuçanlar’a da “nedir bu haller” diye sormamak olmazdı. Sordum, cevapladı...  

Anlayalım diye mi yapıyorsunuz yoksa maksadınız bizi zorlamak mı? Ne demektir “Akil isen adını mecnuna tak”? 

Niyazi Mısrî Hazretleri “Gizlenmek için kimisi delilikle örtünüyor. Delilik örtüsüne bürünüyor.” der. Kimisi yasaya aykırı gelen işler yapar mesela, Neyzen Tevfik gibi. Bunlar örtü aslında, örtünüyorlar. 

O zaman oluşlarından kaynaklı bir durum değil de bir kılıf bu? 

Bir tür. O literatürün içinden konuşursak, ricâl-i gayb denilen manevi seçkin insanlar var. Çok özgün, özel konumu olan insanlar. Manevi görevi, ödevi olan insanlar diyelim… Onlar delilikle örtünüyorlar. Öyle görünüyorlar daha doğrusu. 

Kendilerini mi, yoksa bizi korumak için mi bu tedbir? 

Biraz zorlu bir soru oldu. (Sözün burasında için için gülüyor Yalsızuçanlar. Adeta örtülülerin sırrını fâş etmişiz gibi biraz mahcup, biraz muzip bir gülüş) Aslında ikisini de yapıyorlar. Bilinmemeleri gerekiyor. İstihbaratçılar gibi bir tür. Özel bir durum tabii. Ama âkil isen gerçekten, işlevsel akıl çok güçlüyse sende diyor Mısrî, araçsal olan değil, işlevsel olan; Kutsal Kitabımızdaki “Neden akletmiyorsunuz” denilen akıl, o eylem halindeki akıl güçlüyse deli gibi görün diyor. Çünkü delilik az akılla olmaz diye de bir söz var.  

Kitabın da adı da Delilik Tomarı… 

Bir tomar deli… 

Kimler var burada? 

Burada mesela Neyzen Baba var. Deli değil tabii Neyzen. Bizim yüz yıllık belki irfan ve musiki, hatta bence edebiyat tarihimizde –çünkü o emsalsiz şiirleri hâlâ edebiyat tarihçileri yeterince keşfedemedi diyebiliriz- biricik, çok özel bir kişilik. Bektaşî dervişi, melâmi meşrep, Sütlüce Dergâhı’nda eğitim görmüş, müthiş bir adam. 

Ama hem şahsını hem eserini anlamakta zorlanıyoruz. Gidip geliyoruz. Yani adını deliye yazdıran o ama olan bize oluyor gibi. Araya biz kaynamayalım? 

Eh, bize oluyor. Ama mesela Fethi Baba (Gemuhluoğlu) görüyor. Dostluk Üzerine diye basılan, 1975 yılında Aydınlar Ocağı’nda yaptığı bir konuşma var, biliyorsunuz dostluğa dair… Orada her şeye dost olun, çıkar eksenli politikaya, paraya, uykuya dost olmayın… diye devam eden bir konuşma. O konuşmada “Ben parayı sol eliyle tutanların arasında büyümüş bir kardeşinizim” diyor. “Büyük Hazreti Neyzen’in  -kaddesallahu sırrül aziz- buyurduğu gibi feleğin başında paralansın parası, biz güzel sevmeye geldik, değil ekmek yemeğe” diyerek Neyzen’in dizelerini alıntılıyor. Ve bu sırada dikkat buyurun diyor, şâribul leyli vennehar yani gece gündüz içen biri olmasına rağmen büyük azizler, arifler hatta pîrler için söylenen Allah sırrını takdis etsin ibaresini kullanıyorum, bu ibare bile onun sırrını, hakikatini tekrimden (yüceltmekten) acizdir diyor Gemuhluoğlu. 

DELİ TOMARI’NIN DELİLERİ, DİVANELERİ, MECZUPLARI,  ÂŞIKLARI, DOKUNMA GİTSİN’LERİ… 

Boyahane Hamamı’nın yakınında faytonculuk yapıyordu. İri kıyım, şişman bir müşteri çıkageldi. Faytoncu “Eyvah!” diye ünledi. Adam “Bir şey mi dedin?” diye sordu. “Yok ağabey” dedi. Yanakları kızarmıştı adamın. Hamamdan yeni çıkmıştı. Alnı boncuk boncuk terlemişti. “Beni eve atar mısın?” Bir adamın şişmanlığına, bir cılız atlarına bir de yokuşa baktı; kulağına eğilerek, “Atlara görünmeden, arkadan bin ağabey” dedi. 

***

Necati Dayı Erzurumluydu, burada yaşıyordu. Türkülerin pek çoğunu ondan derlemişlerdi. İcracılar, araştırmacılar, yayımcılar sık sık kapısını çalardı. Gariban olduğundan her gece bir yere çağırılırdı. O sene de Ramazan’a birkaç gün kala davetler başladı.  Birinci gün Milli Selamet Partisi İl Başkanlığı davet etti. Ertesi gün aynı partinin bir ilçe örgütü çağırdı, sonraki gün bir başka ilçe… Bir akşam Milliyetçi Hareket Partisi İl Başkanlığı çağırmıştı, onların iftarına katıldı. Orada yakasına üç hilal rozeti taktılar. Bir gün sonra Milli Selamet’in bir ilçe davetine gitti Necati Dayı. Yakasındaki rozet dikkatini çekti partililerin. “Necati bu ne?” diye çıkıştılar. Rozete baktı. “Üç aylar” dedi, “Recep, Şaban, Ramazan…”