18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Emine Şeceroviç: Bir çocuğa gülmeyi öğretebilirsiniz

“Sizler, hayattan tamamen kopmuş, yaşama küsmüş, hiçbir umudu kalmamış bir çocuğa tekrar sevmeyi, sevilmeyi, güvenmeyi öğretebilirsiniz. Zordur ama imkânsız değildir. Bombaların altından çıkan bir çocuğa hassas yaklaşmak lâzım. O etraftaki herkesi ‘düşman’ gibi görebilir. Gülmek için hiç sebebi kalmamış bir çocuğa gülmeyi öğretebilirsiniz.”

GÜLCAN TEZCAN 27 Nisan 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Emine Şeceroviç: Bir çocuğa gülmeyi öğretebilirsiniz

“Mülteci çocuğun zihninde, ruhunda hatta gözlerinin önünde hâlâ savaşın, ölümün vahşeti vardır. Daha düne kadar evin prensesi olan küçük kız şimdi insanların ona bakıp ağlamasına alışamaz, o yükün altında ezilir. İnsanların ona acıyarak bakmasını istemez.” diyor gazeteci-yazar Emine Şeceroviç Kaşlı. Kurşunların da Rengi Var adlı ilk kitabında savaş çocuğu olarak yaşadıklarını okurla paylaşan Kaşlı, bu kez Kurşunların Rengini Yıldızlarla Değiştirdim’de küçücük bir çocuğun yersiz, yurtsuz bir yaşamın ağır yükünü nasıl omuzladığını kelimelere döküyor. Dün Bosnalı, bugün ise Suriyeli çocukların yaşadığı ve okurken bile çok can yakan ‘mültecilik’ hâlini Emine Şeceroviç Kaşlı ile konuştum. 

‘Mültecilik’ hâlini yazmaya nasıl karar verdiniz? Neden yazıldı bu kitap? 

Mültecilerle ilgili çoğunlukla olumsuz şeyler oluyor. İyi örnekleri görmüyoruz, bir kesim de görmek istemiyor. Yapılan bir kaç hatayla milyonları suçluyoruz. Bu kitabı son bir kaç yıldır yaşanılan mültecilik sorunundan dolayı ve ilk kitabımı okuyanlar devamını merak ettikleri için yazdım. Bir çocuğun gözünden mültecilerin nasıl duygular içinde olduğunu aktarmak istedim. Biliyorum, yaşanılan tüm eleştirileri kitabımda anlattıklarımla “kapatamam” ancak az da olsa farklı bir pencereden bakmaya katkı sağlayabilirim. Özellikle mülteci çocuklar için diğer insanların yaklaşımlarının ne kadar önemli olduğunu anlatmak istedim. Sizler, hayattan tamamen kopmuş, yaşama küsmüş, hiçbir umudu kalmamış bir çocuğa tekrar sevmeyi, sevilmeyi, güvenmeyi öğretebilirsiniz. Zordur ama imkânsız değildir. Bombaların altından çıkan bir çocuğa hassas yaklaşmak lâzım. Gülmek için hiç sebebi kalmamış bir çocuğa gülmeyi öğretebilirsiniz. Bunları ancak kitapta aktarabilirdim. 

Mülteciliğe dair çekilen film ve belgeseller, yazılan kitaplar yaşadığınız ağır tecrübenin uzağındaki insanlara ne hissettiğinizi anlatma konusunda yeterli mi? 

Bence yetmiyor. Savaş için aşk gibidir demiştim ilk kitabımda; anlatılmaz yaşanır. Ne kadar yazarsanız yazın gerçekte olan vahşeti anlatamazsınız. Mültecilik de ona yakındır. Anlatılmaz. Mülteciler gururlarına yediremezler yaşadıklarını. Büyük bir kısmı düne kadar “iyi” bir hayatı varken birden bir tas çorba, bir battaniyeye muhtaç kalan insanlardır. Bunu kabul etmek kolay değil. Hele hayatı yeni anlamaya başlamışken savaş ve mültecilikle tanışan bir çocuk için hiç de kolay değil. O yüzden bu duyguları aktarmak için film, kitap yetmiyor. Ama yazılması, çekilmesi önemli, az da olsa anlaşılmaya katkı sağlayabilir. 

Türkiye’ye geldiğinizde aidiyetle ilgili nasıl bir tecrübe yaşadınız? 

Savaşın biteceğine dair hiç umudumuz kalmadığında, en büyük abimi şehit verip, evimiz bombalandığında Türkiye’ye gitmeye karar vermiştik. Türkiye’nin nasıl bir yer olduğunu bilmiyordum. Bombasız bir hayatın mümkün olduğunu düşünemiyordum. O zamana kadar tek ait olduğum yer doğup büyüdüğüm Saraybosna’ydı. Bombalar da olsa orada kalmak için ağlıyordum. İlk başta insanların bana acıyarak bakmaları zoruma gidiyordu. Mülteci olmak savaşta olmaktan sanki daha ağır geliyordu. Çünkü savaşta hiç olmazsa kendi ülkemdeydim. Neredeyse dört yılı savaşta her gün bombalar, saldırılar altında geçirmiş bir çocuk başka bir yere gittiğinde herkese güvensizlikle yaklaşır. İyi insanların olduğunu unutmuştur artık. O dönem insanların bana yardım etmelerinin iyiliklerinden, sevgilerinden olduğunu anlayamıyordum. Bir çok yemeğin varlığını unutmuştum. Kamyon geçtiği zaman ya da benzeri bir gürültüyü bomba sanıp kendimi yere atıyordum. Sonrasında yaptığımın farkına varıp kendimi kötü hissediyordum. Binbir karışık duygu içinde unuttuğum bir hayatla, varlığını unuttuğum insanlıkla tekrar tanıştım Türkiye’de. 

Ülkenizden ayrılmak zorunda kalmayı anlamlandırabilmiş miydiniz o yaşlarda?  

Hayır, tam tersi neden gidiyoruz diye sorguluyordum. Annemi gitmeyelim diye ikna etmeye çalışıyordum. Türkiye’ye geldiğimizde kaybolmuş biriydim. Bosna’dan başka her yerde yabancıydım. Bir taraftan herkese Bosna’da neler yaşanıyor diye anlatmak istiyordum, diğer taraftan da “Bana mülteci demeyin” diye bağırmak istiyordum. İnsanların “Bosna” denildiği zaman neden ağladıklarını başta algılayamıyordum. O yüzden bana bakıp gözyaşı dökmeleri zoruma gidiyordu. Bunlar ilk duygulardı. Asıl önemlisi bu duyguların karşılaştığım insanlık karşısında nasıl değiştiği. Kitabımda bunu anlatıyorum. 

Dil konusunda ne tür sorunlar yaşadınız ve bunları nasıl aştınız? 

Türkçe’yi hiç bilmiyordum. Okula dil bilmeden başlamıştım. Ne zaman çocuklar bir şeye gülseler bana güldüklerini düşünürdüm. İlk dönem cümleleri, paragrafları kalıp kalıp ezberliyordum. Manasını bilmiyordum. Abim Türkçe’yi öğrenmişti, ezberlediklerimin özetini Boşnakça anlatırdı. Savaşın verdiği güvensizlik de eklenince daha fazla içime kapandım, çocuklardan çekiniyordum. Zamanla ezberlediklerim dilimden dökülmeye başladı, direkt cümleleri kurup konuşmaya başladım. Bu çok önemliydi çünkü dil sayesinde çocuklarla kaynaşabildim, aramızda güven, samimiyet oluştu. Çocuk olmayı öğrendim. Oyun oynarken Türkçe’yi, Türkçe’yi öğrenirken de oyun oynamayı öğrendim. 

Size Türkiye’yi ve Türkleri sevdiren ne oldu? Burada yaşamak hayatınızda nasıl etkiler bıraktı? 

Mültecilik dönemimde Türkiye’de geçirdiğim iki yıl burayı sevmeme yetmişti. Sonrasında üniversite yıllarımı da Türkiye’de geçirince o sevgi daha da güçlendi. Önceleri bize yardım elini uzatanlara kızıyordum çünkü bana mülteciliğimi hatırlatıyorlardı. Sonra onların Bosna’yı, Boşnakları ve beni sevdikleri için ve paylaşmak niyetiyle yardım ettiklerini anladım. Türkiye’de insanlıkla, iyilikle, Bosna denilip gözünden yaş akan gönüllerle, Boşnaklar için dua edenlerle tanıştım. Tüm bunlar zamanla tekrar insanlara güvenebileceğimi öğretti bana; sevmeyi, sevilmeyi, hayatın güzel olabileceğini. Okulun çok daha keyifli olabileceğini öğrendim. İlk başta Bosna’dan geldiğimi söylediğimde mülteci olduğum anlaşıldığı için söylemek istemiyordum. Ancak Türkiye’de Bosna’ya duyulan sevgiyle beraber Boşnak olmaktan gurur duymaya başladım. Türkiye’yi sevdim ve Türkiye’de Bosna’yı nasıl sevmem gerektiğini, vatanın, bayrağın önemini öğrendim. Mültecilik dönemimde Türkiye’de yaşadığım güzel şeylerle savaşın izlerini silmeye başladım. Uyurken sadece kabus değil, güzel rüya görmenin de mümkün olduğunu öğrendim.   

“Savaş görmüş her çocuk ailem hayatta kalsın diye dua eder. Başka bir şey istemez. Ne evler, ne sofralar. Çünkü kaybetmeyi çoktan öğrenmiştir.”

Gazeteci-yazar Emine Şeceroviç Kaşlı’nın Türkiye’ye geldiği yıllarda Kızılay tarafından verilen kimlik kartı

TÜRKLER İNSANLIK DERSİ VERİYOR

Bugün Suriyeli çocuklar da benzer hikâyeler yaşıyor. Onların varlığına karşı büyük bir direnç var belli bir kesimde... 

Maalesef üzücü şeylerle karşılaşıyoruz. Bize karşı o dönem tepkisel bir yaklaşım yoktu. Birçok yerde bu konuları ele almaya çalışıyorum. Çoğu zaman bana diyorlarki “Boşnaklarla Suriyelileri bir tutma”. Tamam, kültürel olarak farklıyız belki. Ama mazlumun farkı yok. Yardıma muhtaç kimse onun nereden geldiğine bakmamak lâzım. Boşnak mülteciler arasında da bazen negatif örnekler sergileyenler vardı ama onlar hepimizi temsil etmiyordu. O dönem milyonlarca mülteci yoktu, dolayısıyla durumu karşılamak daha kolaydı. İnsanların tepkilerini de bir nevi anlayabiliyorum ama rahatsızlık duymak başka bir şey, nefret ve ırkçılık bambaşka bir şey. Aylan bebek gibi durumlarda yüreğimiz parçalanıyor diğer tarafta ülkeye sığınan çocukları bir kesim görmezlikten geliyor. Birçok yalan haber yayılıyor, insanlar onlara inanıp tepki gösteriyor. ‘Eli silah tutan gitsin savaşsın’ diyorlar. Nereye gitsinler? Ufak bir silahla fosfor bombasına , savaş uçaklarına karşı mı duracaklar? Savaşta yıllarını geçirmemiş biri anlayamaz bunu. Artık savaşın biteceğine dair hiç bir umudunuz kalmıyor, dünya sessizlikte yıllarca ölmenizi izliyor. Benim mülteci olarak Türkiye’de yaşadığım bazı olumsuz şeyler de oldu ama bunları tüm topluma yüklemedim, Türk insanını buna göre yargılamadım. Tam tersi iyi gördüklerime göre benimsedim, sevdim. Her milletin iyisi de kötüsü de var. Önemli olan neyi görmek istediğimiz, hangisine öncelik verdiğimiz. Öyle bir dünyada yaşıyoruzki, iyiliklere hasretiz ve onlara öncelik vermemiz gerek. Her ne kadar mültecilere karşı bazı kesimler tarafından tepkiler olsa da, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk insanı bence dünyaya insanlık dersi veriyor. Diğer tepkiler Türk halkının çoğunluğunu yansıtmıyor. 

Mültecileri görmek ve anlamak istemeyenlere ne söylersiniz? 

15 Temmuz’da vatan hainlerinin yaptığı darbe teşebbüsünde yaşanılan o bombalamaları, uçakları yıllarca her gün yaşadıklarını düşünsünler. Tepkileriyle, zaten hayata küsmüş olan çocukların bir gün güleceklerine dair o son ümitlerini de kırıyorlar, yok ediyorlar. O çocuğun babası yahut abisi de yanındaysa bunu da çok görmesinler. Savaşta çocukluğunu geçirmiş her çocuk ailem hayatta kalsın diye dua eder. Başka bir şey istemez. Ne koca evler, ne sofralar. Tek duası ailesidir. Çünkü kaybetmeyi çoktan öğrenmiştir. Siz ise kazanabileceğini öğretebilirsiniz. Eğer isterseniz... Siyasi olarak bakmayın, insani olarak bakın. 

Mültecileri görüp onlara elini uzatanları düşünüp bu halkın bir parçası olduğunuz için gurur duyun. Her zaman mazlumların sesi olmaya çalışan bir Cumhurbaşkana sahip olduğunuz için gurur duyun. Ben belki “resmi” olarak parçası değilim ama hem Türkiye ile hem de Türk insanıyla gurur duyuyorum ve kendimi parçası olarak hissediyorum.