18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

İçerik kısır döngüsüyle televizyon

Televizyon uzunca bir süredir ürettiği içerikler itibariyle kendini tekrarlamaya başladı. Yeni formatların olmaması ve hep aynı şeylerin izleyiciye sunulması özellikle gençlerin dijital mecraya yönelmesini hızlandırıyor. Bir anda yıldızı parlayan Youtube ise uzun vadede televizyonun tahtını sarsabilecek düzeyde içerik üretebilecek mi ayrı bir tartışma konusu. Peki, televizyon kendini yenileyerek geleceğini muhafaza edebilir mi?

ALİ DEMİRTAŞ4 Ağustos 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
İçerik kısır döngüsüyle televizyon

Televizyon bir geleneksel medya ürünü olarak elli yıldır hayatımızda. Dünyadaki tarihi ise daha uzun. İlk çıktığı zamanlarda bir devrim niteliğinde olan televizyonun seyirci kitlesi azalmaya başlasa da hâlâ varlığını sürdürüyor. Ancak televizyon içerikleri Youtube gibi dijital mecralar karşısında kendini tekrarlar vaziyette. Bu durum insanları televizyondan uzaklaştırıyor ya da kitlesini riske atıyor.

Televizyonda sanki sürekli aynı dizileri izliyor ve sürekli aynı yarışmalarda artık ‘heyecanlanamıyoruz’. Dizi senaryolarının benzerliğiyle beraber neredeyse aynı oyuncu kadrosuyla karşımıza çıkıyor olması da bir diğer facia. Yarışma programlarında da durum çok farklı değil. Belki sunucular veya kanalları değişiyor ama içerik hep aynı. Ayrıca Youtube gibi dijital mecralar kullanıcı kaynaklı görsel içerik formatıyla televizyona güçlü bir rakip durumunda. Youtube’daki içerikler milyonları bulmuşken izlenme oranları da çok farklı değil. Herkesin içerik üretimine ve paylaşımına imkân tanıyan Youtube bu özelliğiyle her yaştan ve her sosyal sınıftan bireye hitap ediyor. Dolayısıyla televizyonun tam aksine hedef kitlesini potansiyel olarak daha geniş tutabiliyor. Peki, bütün bunlar yaşanırken televizyon yeni format ve içeriklerle kendini nasıl geliştirebilir ve geleceğini muhafaza edebilir? Konuyu iletişim uzmanları; Gümüşhane Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Sertaç Timur Demir ve Ali Saydam ile irdeledik. Uzmanlara göre bugün televizyonlar ‘akıllı’laşmakta ve gerek içerik üretimi gerekse format geliştirme konusunda internet ağına ve uygulamalara entegre olmakta. Ancak bunu desteklemek için yapılması gereken başka şeyler de var.

Dr. Sertaç Timur Demir televizyonun sonundan ziyade dönüşümünden bahsedilebileceğini söylüyor. Demir’e göre araç, aygıt ya da formül, daima kendinden önceki teknolojik sürecin üzerine inşa olur, kabul görürse tüketilir, yaygınlaşır, yeni ihtiyaçlara yer açar ve böylece başka bir şeyin doğuşuna aracılık ederek gündelik yaşamın dışında kalır. Demir, televizyonun bu açıdan temsil ettiği ekran kültürü içindeki önemini yitirmeyeceğini fakat izleyiciyi pasif alıcı konumuna yerleştiren klasik televizyon yayıncılığının son bulacağını belirtiyor ve ekliyor: “Bunun yerine gündelik yaşamın gölgesinde daha etkileşimli ve çok fazla kişiselleştirilmiş yeni televizyon kültüründen bahsedilebilir. Bu noktada en güçlü hedef, televizyonu mekâna ve zamana bağımlı olmaktan kurtarmak.”  

YAYINCILAR RİSK ALMIYOR

Bizde programların dili ile gündelik yaşamın dili birbirini hem besliyor hem de suçluyor. Demir, bu durumu şöyle açıklıyor: “Eğlenmeyi ya da gündeme dâhil olmayı arzulayan bir izleyici, ağırlıkla içinde şiddet, entrika, komedi veya cinsellik olanı izliyor. Diğer taraftan en çok tüketilen olma yarışında olan televizyon kanalları yepyeni bir format ve orijinal içerik geliştirmenin riskinden uzak; sınanmış ve sonuç vermiş olanı tekrar ediyor. Fakat bu ihtiyatlı yaklaşımın, yeni dijital neslin mobil dünyasına dokunması pek mümkün görünmüyor.”  

YENİ FORMATLAR NASIL ÜRETİLİR?

Dr. Demir’e göre yeni televizyon yayıncılık tasavvurunda didaktik mesajlara, nasihat edici anlatım formuna, masa başı anlatıcı sunumuna, metne dayalı ve kötü olaylardan ibaret şiddet yüklü haber tasarımlarına yer yok. Öte yandan şu an televizyonda nostaljik mazi söylemlerine, kavgacı tartışma programlarına, yalnızca bilgilendiren kültür-sanat köşelerine, tekdüze belgesellere, hislendirmeyen filmlere veya güncel arayışlarıyla gençleri ve çocukları görmezden gelen yayınlara yer kalmamış durumda. Dolayısıyla yayıncılığın hem teknik formatları hem de içeriği sürekli gelişim içinde olmalı. Aynı zamanda format olarak etkileşimlilik ve geri bildirim sisteminin işletildiği, verilerin devamlı güncellendiği, görüntü üretim ve yayın kalitesinin sürekli geliştirildiği bir değişime gidilmeli. Dr. Demir, şeffaflığın ve güvenirliliğin esas alındığı, öte yandan alternatif medyanın olanaklarıyla genişleyen, stüdyodan daha çok yaşayan sokağın içinde bulunan bir yayıncılığın hâkim olması gerektiğini söylüyor. Demir, “Bilindik program formatlarını zorlayan –bunun için en sıra dışı görüşlere dahi açık yöneticilerin desteklendiği–, içinde bulunduğu ülkenin ve insanlarının değerlerini, erdemlerini ve hatta sorunlarını hatırlatmayı sorumluluk addeden bir televizyon yayıncılığı öngörülmelidir.” diyor

ALİ SAYDAM: TOPLUMU ANLAMAYA ÇALIŞMALIYIZ

İletişim Uzmanı Ali Saydam televizyonun şu an ki durumunun hayatımız için oldukça önemli olduğunu ve bu önemin giderek arttığını söylüyor. Saydam bu öneme örnek olarak ise 15 Temmuz 2016 akşamı yaşanan darbe girişiminde televizyonun konumuna işaret ediyor: “15 Temmuz gecesi TV’lerin ortaya koyduğu direniş ve performans, TV’yi ‘Aptal Kutusu’ ya da sadece bir eğlence aracı olarak görenler için büyük bir derstir.” Ayrıca Ortadoğu ve Gazze’de yaşananları da dünya ile eş zamanlı olarak televizyondan öğrenebildiğimizi söyleyen Saydam, TRT World’ü ise bir TV kanalı olarak “Ülke iletişimi adına ve Türkiye’nin kendisini ifade etme şansını kullanma yolunda atılmış en iyi adım” olarak tanımlıyor.

Televizyon içeriklerinin kendini tekrarlamasını ise seyirci ortalamasının talebine bağlıyor Ali Saydam.  Birbirine benzeyen dizilerin tematik kanallar dışında halkın en genel ve ortalama seviyesini tutturmak zorunda olan kanallar için söz konusu olduğunu söyleyen Saydam’a göre gereksiz hayıflanmalar, hislenmeler yerine toplumu anlamaya çalışmakta ve doğru yolu aramakta yarar var. Öte yandan televizyonun her zaman varlığını sürdüreceğini söyleyen Saydam, insanların radyo çıktığında plağın, video çıktığında radyonun, TV çıktığında da sinemanın biteceğini sandıklarını söylüyor. Sinema çıktığında da tiyatro için aynı şeyin söylendiğini vurgulayan Saydam, “Şimdi internetin her şeyin yerine geçebileceğinden söz ediliyor. Bu iddianın ne kadar doğru olduğunu anlamak için Türkiye’de biletleri günlerce önceden biten performans sanatlarına bir bakmakta yarar olabilir.” diyor. Ali Saydam’a göre opera nasıl operete oradan da muhteşem müzikallere evrildiyse, nasıl sinema sanayii sadece sinema salonları için değil artık TV kanalları için de üretim yapıyorsa aynı şekilde televizyon da değişime, dönüşüme uğrayabilir ancak asla yok olmaz.