Söyleşilerde, özellikle ünlülerden çok sık duyduğumuz bir söz vardır. “İçimdeki çocuğu yaşıyorum. Sahnedeki bütün o çılgınlıkları bana içimdeki çocuk yaptırıyor” gibi... Kimilerimiz hala büyümeyen çocuklardan oluşan bir dünyada yaşıyor. Bu arada olan çocuklara oluyor. Çocuklarla ilgili birçok şeyi de büyükler düşününce, çocukluğunu yaşayamadan büyüdüğünü gören bir nesil ortaya çıkıyor. Acaba bu kısır döngü mü insanların içine bir çocuk koyuyor. Anlayan parmak kaldırsın.
Anımsıyorum da benim çocukluğumda böyle laflar hiç duymazdık. Büyükler hep büyüklüğünü bilir, biz onlara saygı, onlar bize sevgi gösterir, herkes kendi çağını yaşardı. Kimse ‘gibi’ yapmazdı! Biz sokakta kız-erkek, mahallenin diğer çocuklarıyla birlikte yaşaya öğrene kendimizi büyütürdük. Belki bugüne kıyasla, cicili bicili, ışıklı, değişen dönüşen, bin bir hünerli oyuncaklarımız yoktu ama günümüz çocuklarından daha mutluyduk. Hiç sıkılmazdık. Ödevlerimizi yapar (bazen yapmaz), kendimizi sokağa atardık. Hava kararana kadar da aklımıza gelen her oyunu oynardık. Birimiz acıksa annesi o sırada sokakta kaç çocuk varsa kendi çocuğuyla birlikte onları da doyururdu. Azı paylaşmak gibi erdemleri vardı insanların. Şimdi bakıyorum, Rabbena hep bana yaşamlar...
PARMAĞIYLA GOL ATIYOR
Oyuncaklarımızı bile kendimiz yapardık. O an koşullar ne elveriyorsa... Ok-yay, sapan, tabanca, taş toplayıp dokuz taş, bulabilirsek bir top (çoğu kez eller cebe, kimden ne çıkarsa toplar alırdık) istop, kukanı dik ve de olmazsa olmaz futbol. Ülke futbolunda ‘şerefli mağlubiyetler’in yaşandığı yıllardı. Belki bu yüzden rüyalarımda milli takımda oynadığımı görür, rakip kaleye (sekiz gol yemiş olsak bile) bir şeref sayısı, golü attığımı görürdüm. Oynarken kendimi kaptırır, olmayacak risklere girer, sakatlanma pahasına gol atmaya çalışırdım. Rahmetli annem “Oğlum herkes oynuyor ama hep sen sakatlanıyor, yara bere içinde geliyorsun” derdi. Bu yüzden maçlarımı seyretmeye gelmelerini istemezdim.
Geçenlerde Kadıköy’de yürürken “Goool beee!” diye bir çığlık duyunca dönüp top oynayanları görmeye çalıştım. Bak bak kimseler yok, zaten caddede top oynayacak alan da yok! Sonra gol sesinin kaynağını buldum. Bir internet kafede 13-14 yaşlarında bir delikanlı bilgisayarda maç yaparken gol atmış meğer! Aslında ne kafa, ne ayak golü, parmağıyla gol atmış oluyor ve bunun için de çığlık atıyor. Oh ne rahat oturduğun yerden spor. Koşmak yok, sıçramak yok, takım sporu yok, bireysel beceri, çalım atmak kızlara hava atmak yok, terlemek yok, ikili mücadele yok, sakatlanma riski desen zaten yok! En çok parmağına kramp girer! Annem yaşasaydı oğlu sakatlanmayacak diye kesin çok severdi bu oyunu.
Oysa çocuklar oynayarak hem fiziksel hem zihinsel gelişimini artırıyor. Evet bizim çocukluğumuzdaki kadar boş alan, arsa yok kabul ama az da olsa, küçük büyük her mahallede park var. Basketbol, futbol, tenis sahaları var, okul bahçeleri var. Yeter ki niyet olsun, gerisi bahane...
KENDİNİZİ UNUTTURUN
Fotoğraf çekenler için de çocuklar ve çocuk oyunları her zaman ilginç görsel malzeme kaynağıdırlar. Üstelik yetişkinler gibi nazlanmaz, sorun çıkarmaz, kapris yapmazlar. Hatta “Beni çek, beni çek” diye peşinizden de gelirler ki asıl tehlike burada başlar. Doğallıkları, içtenlikleri kaybolur. Hiç olmadıkları gibi görünmeye başlarlar. Bu nedenle kendinizi onlara unutturacak yöntemler bulun. İçlerine girip sohbet edin, izleyin, konuşun, makinenizi temizleyin, oturun, soluklanın, onlara vizörden (bakaç) baktırın, bazen birkaç kare fotoğraf çekmelerine izin verin. Bir fotoğrafçı gibi değil sizi mahallenin ablası, abisi gibi görmeye başladıklarında önce açınıza, renk ayarınıza WB/beyaz ayarı, İSO/ASA’ya, ışık ölçümüne, oyunun türüne göre shutter/örtücü hızı/enstantane hızına, diyafram değerine karar verin. Ön hazırlığınızı yaparsanız artık sadece kompozisyon (kadraj) ve uygun an derdiniz kalır!
Konuma uygun fotoğraf için Acıbadem’de bir ilkokulun bahçesinde oyun oynayan çocukları çektim. Biraz yüksekten bir bakış açısıyla dikkati çocuklarda toplamayı amaçladım. Hava güneşli olduğundan WB/beyaz ayarım sunny/güneşli konumdaydı. Oyunun doğasına uygun, çocukların hareketini vurgulamak için çekim hızını düşürüp shutter/örtücü hızını 1/5 (saniyenin 5’te biri) yaptım. Bu poz süresinde çekerken titreme olacağından makinemi üçayak (tripod) üzerinde sabitledim. O anki ışık değerine göre diyafram F:25 verdi. Normal açı kullandım. Oyunda hareketsiz olanlar net, koşan çocuklar flu olarak fotoğraflandı. Böylece oyunun atmosferini yansıtma olanağı doğdu. Hazır havalar güneşliyken kendinizi sokağa bırakın, çocuklar zaten her yerde...
Haftanın Önerisi
Ahmet Ertuğ’un kütüphaneler ve opera saraylarını konu alan Sessizliğin Yankısı adlı fotoğraf sergisi 30 Aralık’a kadar İzmir Alsancak’taki Arkas Sanat Galerisi ziyaret edilebilir.