25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

İran’a dökülen gözyaşları Mohsen Namjoo

Dağları delmeye talip bir sese sahip olduğunu hiç tahmin edemeyeceğiniz bir sakinlikle, şatafatsız ve usulca giriyor sahneye. Yorgun adımlarla. Gerçek bir sanatkârın varlığa dair o ağır hissedişin prangası var çünkü ayaklarında.

AHMET GEMİCİ 11 Ağustos 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
İran’a dökülen gözyaşları Mohsen Namjoo

Yerine oturuyor, ayrı kaldığı ülkesi İran’dan gelenlerin coşkusu bitmek bilmiyor. Sahneye uzak yakın oluşlarına aldırmaksızın ıslıklarla, çığlıklarla Farsça sesleniyorlar Mohsen’e. O da kâh İngilizce kâh Farsça, merhaba ve teşekkür babında da Türkçe karşılık veriyor. Peşinden icra başlıyor. Hemen her şeyin bilgisayar marifetiyle halledildiği bir müzik çağında; sesini bu kadar iyi kontrol edebilen, çeşit çeşit çalgı aletlerini bu kadar ustaca çalabilen, şarkılarını bu kadar içten söyleyen, bu kadar duygusuyla dinleyiciye aktaran bir sanatçı bulmak artık çok zor. Farsça bilmeniz, dünyanın doğusuna ait olmanız gerekmiyor şarkılarını yüreğinizde hissetmeniz için. Mohsen’in cılız, ufak tefek bedeninden öylesine saf bir yakarış yükseliyor ki... Sahnede devleşen tek şey Mohsen Namjoo’nun sesi. İlave hiçbir şov unsuru yok, sadece çok güçlü bir ses ve saz hüneri dolduruyor sahneyi.

Açıkhava ilk iki şarkıdan sonra kendi havasını estiriyor. Eski, bilindik şarkıların isteği yükseliyor dinleyicilerden. ‘Toranj’ diye bağırıyorlar, ‘Nobahari’ diyor bazıları da. Batılı enstrümanlar sesinin doğulu karakterine ayak uydurmaya çalışıyorlar. Ama o ses, o yakarış, bütün iniş çıkışlarıyla, yapılan bütün o caz-blues benzetmelerini ters yüz ediyor, gitar istediği kadar konuşsun, bateri istediği kadar vursun, sesi ayrı bir varlıkmışçasına; bütün doğu karakteri ve memleketinin rengiyle yani kadim bir kültüre ve geleneğe ait oluşun o silinemez iziyle, çağların birikimi ve nağmeleriyle hâkim oluyor sahneye. Zaten dinleyicinin duymak istediği de onun ait olduğu yerden, aslından ses vermesi. Katıldıkları şarkılar hep bunun ip uçlarını veriyor çünkü.

NOTALARDA VATAN HASRETİ

Mohsen Namjoo’nun sesi bir an, Namjoo’dan ayrı bir varlıkmış gibi hareket ediyor. İradi bir tavrın ötesinde bildiğini okuyor. O ses, 2016’da verdiği bir röportajda soğuk ve mesafeli bir şekilde söylenildiğini hissettiren “Şu anda dürüstçe söyleyebilirim ki duygusal olarak İran’la ilgili birçok şeyi unutmuş durumdayım.” diyen sahibine inat, ‘Sen de ben de doğuya aitiz’ diyor boşuna arama. Çünkü sesi, 2018’in Ağustos’unda Mohsen Namjoo’nun bütün hücrelerinin İran ile dolu olduğunu hissettiriyor. Ülkesinin adı geçen şarkıda birden duruyor, kimse ne olduğunu anlamıyor, seyirci bekliyor, nefesler asılı kalıyor, ses gidemiyor, aşamıyor, el tele dokunamıyor, bir eşikte duruyor, vatan hasreti en yakıcı rüzgârını yüzüne ve kalbine kavurarak üflüyor. İran’a seslenirken ‘Sensiz dilenciyim dünya sokaklarında’ derken yutkunuyor, yüzüne tuttuğu havluya gömülüyor birkaç hıçkırık ve dökülen gözyaşı: kendini tutmasa hüngür hüngür ağlayacak. İnsan öyle zanneder işte, yaşayabilir sanır, kapalı bir kutu, kapısı hiç açılmayan bir oda içinde, kasten bakılmayan fotoğrafların anlarında donuk bir şekilde durur zanneder memleketinin. Akıl devredeyken «dürüstçe» söylediğinin, içine, fikrine katılaşarak yerleştiğini sanır. Ama memleket donuk ve katı bir duygu değildir, bir lav gibi insanın içinde durur, en unuttuğunu sandığı anda nerede olduğuna bakmadan yüzeye çıkar, akar ve yakar. Memleketi, Monsen Namjoo’ya da aynısını yapıyor, tıklım tıklım insan dolu iken bütün bir açıkhava, o her şeyi unuttuğunu söyleyen adam memleket hasreti ile ağlıyor. Alkışlar, artık duymaya çok alışkın olduğu alkışlar, imdadına yetişiyor ve onu sahneye döndürüyor. Devamında dinlemeye gelenlerin istedikleri şarkıları tek tek okuyor. Piyasa ne istiyorsa onu yapıyor artık. Belki de o yüzden biraz bıkkınlıkla, neredeyse mimiksiz, heykelce ama asla bir baştan savma ile müşkülpesentlikle değil, her zamanki gibi ustalıkla söylüyor şarkılarını. Türkiye’nin bir araya gelemeyecek insanlarını aynı dinleyici sıralarında buluşturan Namjoo’nun konseri, ezbere bilinen ‘Toranj’ ile son buluyor. Sesi ve müziği batıya kaydıkça, deneysellik adına yaptıklarının o kendine has duygusunu aşındırdığını gördükçe, yeni ‘Toranj’ için yeni ‘Ya Mar Gara’ için ne pahasına olursa olsun ülkesine dönmesi gerektiğini artık fark etmesini umuyor insan. Çünkü dalına konup aşkın zevkiyle yakaracağı güller batıda değil, sadece ve sadece yurdunda, Hafız’ın bahçesinde onu bekliyor.