25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Mimarlık için bir ilham: Pamukkale Travertenleri

Dünyanın ‘En Yaratıcı 10 Mimar’ından biri Ma Yansong: Pamukkale Travertenleri’nin birçok doğal oluşumdan farklı bir görüntüsü var.  Bu tarz yapılar tasarlayabilirsek bulunduğu yere köklerini salar ve benzersiz olur.

İREM ERBAŞ29 Aralık 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Mimarlık için bir ilham: Pamukkale Travertenleri

Huangshan Dağ Köyü, Harbin Opera Binası, Ordos Müzesi, Chaoyang Park Plaza, Absolute Towers ve niceleri…İnsanlara ‘doğaya geri dönmeleri’ için fırsat sağlayan Ma Yansong tasarımları, fütüristik ve gizemli yapılar ortaya çıkarıyor. 

Şehirlerin geleneğinden ve organik yapısından hareketle, mimaride alışılagelmişin dışında bir üsluba sahip olan dünyaca ünlü mimar Ma, tarihi şehirlerin bütünsel olarak çok güçlü bir manzaraya sahip olduğuna değinirken, modern mimariyle oluşturulan yeni şehirlerin ise niteliksiz yapıları barındırdığını düşünüyor. Başarılı mimar Ma, tasarımları ve yeni mimarlık biçimleriyle toplum, şehir ve çevre arasında yeni bir denge oluşturmayı planlıyor. 

Şişecam Düzcam’ın ‘Mimarinin Şeffaf Yüzü’ ismiyle hayata geçirdiği ‘T Buluşmaları’, tasarımcıları ve yapı sektörünün önde gelen isimlerini her yıl dünyaca ünlü mimarlarla bir araya getiriyor. İş Sanat Kültür Merkezi’nde gerçekleşen ‘T Buluşmaları’nın bu seneki konuğu ise, Pekin merkezli MAD Architects’in kurucusu yeni nesil mimarların sesi olarak kabul edilen Ma Yansong’tu. Ünlü mimar, T Buluşmaları özelinde hazırladığı “Doğayı İnşa Etmek” başlıklı sunumunda mimariye bakış açısını ve güncel projeleriyle ilgili deneyimlerini aktardı. 

2014 yılında Dünya Ekonomik Forumu tarafından ‘Genç Küresel Liderler’ ödülüne layık görülen; Fast Company tarafından ise, 2009 yılında ‘En Yaratıcı 10 Mimarı’dan biri ve 2014’te ‘İş Dünyasının En Yaratıcı 100 İnsanı’ndan biri olarak belirlenen Ma ile konferans öncesi konuştuk.

"Şehirlere olanları sevmiyorum. Modern mimarinin geçmişe saygı duyması ve geçmişin değerlerini bünyesinde bulundurması gerekiyor."

TARİHLE VE DOĞAYLA DİYALOG KURULMALI

Modern mimarideki en önemli eksikliğin maneviyat olduğunu vurguluyorsunuz. Bu açıklamanızdan yola çıkarak, dünyanın farklı yerlerinde gerçekleştirdiğiniz projelerinizin oluşum ve uygulama süreçlerini öğrenebilir miyim?  

Her binanın bir bağlamı olması gerektiğine inanıyorum. Bağlam dediğim şeyin iki boyutu var, ilki fiziksel bağlam. Fiziksel bağlamda, o bina ‘Ne kadar yüksek olmalı, ne kadar büyük olmalı, hangi renkler kullanılmalı, nasıl konumlandırılmalı, doğa içinde nasıl bir konuma sahip olmalı?’ sorularının cevaplarını kafamda oluşturuyorum. Bu süreci sanatçının yaklaşımı gibi de düşünebiliriz. İkincisi ise kültürel bağlam. Kültürel bağlam dediğimiz şey tarihtir, o yerin ve mimarın kişisel tarihini barındırır. Dolayısıyla kültürel açıdan bakacak olursak, ben o yerin tarihiyle bir diyalog içine girmeyi arzu ederim. Farklı bir yere gittiğimde o şehrin kültürel mirasını ve tarihini araştırırım. Daha sonra ona nasıl şahsi bir yanıt veriyorum onu düşünürüm. Bu aynı zamanda oradaki farklı tarihleri ve kültürleri de hesaba katarak ortaya koyduğum bir yanıt. Ama şunu da bilmeliyiz, mimari çok büyük bir sanat ve insanlar bu sanat eserinin içinde yaşıyorlar. Gelecekte de bu yapının içinde yaşayacak olan insanları ilgilendiren bir yapı ortaya koyuyorsunuz. Mimari dediğimiz şey, insanların çevresini anlamalarını şekillendirip değiştiriyor. 

Mimaride öncü olduğunuz ‘organik’ yolu nasıl tanımlıyorsunuz? 

Modern şehirlerde mekâna odaklanılıyor. Güç göstergesi olarak devasa boyutlardaki yapılar kullanılıyor. Günümüzdeki yapıların kalitesine önem verilmiyor ya da doğal ve ruhani özellikler göz ardı ediliyor. Bu özelliklerin, gelecekte mutlaka şehirlerin birer parçası haline gelmesi gerekiyor. Bu felsefeyi hayata geçirmek için çok basit birtakım farklı mimari diller kullanabilirsiniz. Bazen kullandığınız dil çok basit veya yalın olabilir, bazen farklı ya da eğri çizgiler de kullanabilirsiniz. Aslında her ikisiyle de aynı felsefeyi hayata geçirebilirsiniz. Fiziksel bağlam denen şey burada önemli olan unsur. Farklı yaklaşımlar benimsenebilir farklı projeler için. 

TARİHİ YAPILAR BÜTÜNSEL VE TUTARLI

İstanbul dünyanın en güzel şehirlerinden biri. Mimarisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu şehirde bir çalışma yapmak ister miydiniz?   

Birçok tarihi şehir gördüm. Pekin, Kyoto, Roma ve İstanbul gibi. Bu şehirler bütün olarak çok güçlü duruyorlar. Modern şehirlerde ise farklı yapılarla birlikte daha çok çeşitliliğin ortaya çıktığını görüyoruz. Bu yüzden geleneksel şehirlerde bir tasarıma başladığınızda, bu çok ciddi bir güçlük sizin için. Çünkü geleneksel şehir dediğimiz şeyde renkler, ölçekler ve diğer unsurlar genel bir prensip etrafında oluşturulmuş durumda ve hepsinin arasında bir tutarlılık söz konusu. Siz böyle bir şehre yeni bir bina ekleyecekseniz o şehrin de bunu kabul etmesi gerekiyor. Ama aynı zamanda çeşitliliğe de özen göstermek lâzım. Bence modern mimarinin geçmişe saygı duyması ve geçmişin değerlerini bünyesinde bulundurması gerekiyor. Asya’da birçok eski şehrin farklı prensibi var. İstanbul ise belli tepeler üzerinde konumlanmış bir şehir. Buraya yeni bir bina inşa edecek olsam, farklı malzemeler farklı ölçekler kullanarak, şehre entegre olabilen ve uyum gösterebilen ya da o tepenin ve topografinin parçası olabilen bir yapı tasarlardım diye düşünüyorum. 

Türkiye’de en beğendiğiniz mimari yapılar hangileri? 

Pamukkale Travertenleri’ni çok beğeniyorum. O da bir mimari yapı gibi geliyor bana. Çünkü birçok doğal oluşumdan farklı bir yapısı ve görüntüsü var. Bu doğal yapının biçimi, insanların yaşadığı yapılara neden ilham olmasın? Neden bina dediğimiz şey kutu şeklinde olmak zorunda olsun? 

 

Pamukkale Travertenleri neden bunca insan tarafından beğeniliyor? Bir mimarisi olduğu için. Mimarlar aslında tam da bunu hedeflemeli. Ne suni ne de tam olarak doğal bir yapı ortaya koymalılar. Böyle bir şey tasarlayabilirsek yapı bulunduğu yere köklerini salar ve benzersiz olur. O yüzden ben kendi mimarimde hep gelenekten bahsederim. Gelenekten yola çıkarak, alışılagelmişin dışında farklı bir şey tasarlamaya çalışırım. Sınırları zorlamayı severim. 

"Bazı insanlar çalışmalarımın fütüristik olduğunu söylüyor, ama ben çalışmalarımı geleneksel olarak görüyorum. Çünkü eski Doğu felsefesini taşıyorum. İçimde gerçekte ne olduğunu keşfetmeye devam ediyorum. Ben bir dahi değilim, sadece ilk andan itibaren ne istediğimi biliyorum."

‘Mimarinin Şeffaf Yüzü’ ismiyle hayata geçirilen ‘T Buluşmaları’nın bu seneki konuğu Ma Yansong, İrem Erbaş’ın sorularına samimi cevaplar verdi. 

Görevimiz ‘çizim’ değil vizyon belirlemek 

Bizim yapmamız gereken, geleneksel şehirlerden ve eskiden bir şeyler öğrenebilmek. ‘Hangi özellikler insan ruhuna hitap ediyor? Bu felsefeyi modern şehirlere nasıl yansıtabiliriz?’ Asıl düşünülmesi gerekenler bunlar. Doğa sadece ağaç ve yeşillikten ibaret değildir. Benim için doğa dünyadır. Bahçelerde akan suda, dağlarda bir maneviyat var. Ama inanıyorum ki günümüz mimarları da ortak bir paydada buluşup bahsettiğim unsurları modern mimariye yansıtacak. Mimar dediğimiz kişi sadece çizim yapan bir görevli değildir. Kendilerini bir vizyoner olarak görmeliler. 

YENİ ŞEHİRLERİN SORUNU TOPLU ÜRETİM VE SANAYİLEŞME

İnsan doğada huzuru bulmasına rağmen neden kendini betonlara hapsediyor?  

Modern şehirlerin inşasında ruhani ihtiyaçların karşılanması ana hedef değil kesinlikle. Sorun da burada yatıyor. Modern mimari dediğimiz şey hızla, toplu üretimle ve sanayi değerleriyle alakalı bir durum. Buradaki güdü, hızlı bir şekilde mekânların kullanıma açılabilmesi ve verimlilik. Bu yüzden bu süreçte, ruhani özellikler ve doğa göz ardı edilmiş. Çin’de de bu süreç yaşanıyor. Geleneksel şehirlerimizin karşısında yeni şehirlerimiz mevcut. Çok hızlı bir şekilde inşa edilen bu yapıların çoğu niteliksiz. Bu ikisini yan yana koyduğunuzda aradaki farkı açıkça görebiliyorsunuz. Belki yeni şehirler çok daha büyük ama daha iyi oldukları asla söylenemez.