19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Şiir bestelemek büyük sorumluluk 

Aykut Kuşkaya: “Şair sözü bestelemek ciddi bir sorumluluk. Evet, iyi bir müzik yapabilirsiniz ama öyle bir denge ki, ne şiiri ezmeli, ne onun altında ezilmeli...” 

ZEYNEP TÜRKOĞLU1 Aralık 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Şiir bestelemek büyük sorumluluk 

30 yıl boyunca ve hali hazırda sesiyle, sözüyle, müziğiyle konuşmaya devam ediyor Aykut Kuşkaya. Son albümü Rüyam’da da aşina olunan bir üslubu yeni eserlerde dinliyor kulaklarımız. Biraz erken kalkan yol alır hikâyesi de var aslında bu 30 yıl meselesinin içinde. Yaşça kendinden büyüklerin bile “Ay vallahi sizinle büyüdük!” demesinin izahı bence bu. Tabii bir de özellikle 90’larda yaptığı müziğin nasıl bir gençliğe dokunduğunu fark etmek önemli bir nokta. Kuşkaya’nın müziği, kendi kimliğini bulmaya çalışan gençlerin hem ideallerinin hem romantik hayallerinin rengini taşıyordu. Kamusal alandan sürülenler de vardı orada. İnancının sınırlarını ihlal etmeden gençliğin kavak yellerini yaşayanlar da… 

“Aidiyetlerin önemli olduğu belki de son kuşağız” diyor Aykut Kuşkaya. “Bugünün anlayışı geçmişten farklı. Ancak zaman geçse de duygular ya da duygulara olan ihtiyaç değişmiyor…” 

Bana sorsalar bu müziğin türünü Aykut Kuşkaya müziği derim. Size sordular mı? Hangi türdür yaptığınız müzik? 

Yapılan işleri ille bir kulvara oturtma zorunluluğumuz yok aslında. 90’lı yıllarda benim ve birkaç arkadaşımın yaptığı müziğe isim bulunamadığı için ‘ezgi’ denildi ve öyle de kaldı. Artık kabul etmek lazım, bunun dışında başka bir şey söylemek de biraz yersiz olur. Fakat ezgi tabiri benim yaptığım bütün müzikleri ifade etmiyor. Müzik her sanat dalında olduğu gibi bir arayış aslında. Bir ressam bir fırça darbesi attığında artık bütün resimlerini o fırça darbesini tekrar ederek yapacak diye bir şey yok. Ya da biz bir beste yaptığımızda her zaman aynı kalıbı kullanacağız diye bir şey yok. Olmamalı da. Bunu yapıyorsanız zaten sanat yaşamınız bitmiştir, geçmiş olsun. 

Hayatınızda kaç yıldır müzik var? 

30 yıl. 1988 İlk Cemre’yi baz alırsak -gerçi o bir grup çalışmasıydı ama yine de- profesyonel müziğe adım attığım nokta odur. İlk kaset. Galiba zaman hızlı akıyor. Neredeyse 2000’lerin başına kadar vardı kaset. 90’ların sonuna doğru cd çıktı. Şimdi cd bile kalmadı ortalıkta. Nereye Kadar şarkımda da olduğu gibi, ben de bilmiyorum doğrusu, bu iş nereye kadar ve nasıl olacak. 

Şartların değişmesi imkan mı zorluk mu dinleyiciye ulaşmak için? 

Çok değil on/on beş yıl içinde olanlardan bahsediyoruz aslında. Artık her şey dijitale döndü, fena halde. Yeni albümü cd olarak da bastık ama birçok insanın evinde, yeni arabalarda cd çalar yok. Yeni bilgisayarlarda yine böyle bir mekanizma kullanılmıyor. Yani cd bile biraz nostalji gibi olmaya başladı. Ama yine de yaşlanmışlığımızdan mıdır nedir, elde bir ürün olmayınca çok kalıcıymış gibi gelmiyor bana. Değişim ve dönüşüm hiç şüphesiz kaçınılmaz. Ama ben hâlâ gazeteyi, dergiyi bile eline almayı, kokusunu duymayı tercih eden adamlardanım. Fakat hayıflanmanın da alemi yok. El arabalarından kitapçı tezgahlarına gelen kasetler ve cd’ler yerine dijital mecralar var. Bir sanatçı olarak bu durum ulaşılabilir olmayı kolaylaştırıyor. Nasıl şikayetçi olabilirim? “Abi, sizin ezgilerinizle büyüdük” bugün artık daha sık duymaya başladığım bir söz. Hatta bazen yaşça daha ileri olanlar bile böyle söylüyor, hepimiz çok gençtik çünkü. Bir dönem bu tarz müziğin ya da benim yaptığım müziğin insanlarda etkisi olmuş. Eski teknolojik şartlarda bu etkiyi bu kadar iyi öğrenme şansımız yoktu. Ancak konserlerde birileri bizim yanımıza gelebildiğinde anlatabiliyorlardı. Kimileri mektup yazardı. Ama şimdi benim de bizzat kullandığım sosyal mecralarda doğrudan ve hızlıca ulaşılabilir durumdayız. Kötü bir şey değil bu. Hatta güzel bence. Tanışmadığınız insanların hayatlarına nasıl dokunduğunuzu öğreniyorsunuz… 

Şartlar değişti, görüyoruz. Duygular? Onlar da değişti mi? 

Duygular değişmiyor bence. Zamana göre ifade biçimlerinde değişiklik olabilir. Bir şekilde üretim de devam ediyor bu yüzden. Bir bestekar olarak söylüyorum bunu; içtenlikle yapılmalı. Mesela benim çokça şair sözü bestelemişliğim vardır. Fakat besteleyemediklerim de oldu. Mesela Üstad Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’nü yıllardır elime alırım ben. Ama artık bıraktım. Dedim ki demek ki bu senin işin değil. 12-13 beste yaptım ama bir türlü içime sinmedi. Çünkü, öyle çok şey ifade etmiş ki. Bunu bir müzikle bestelemek belki ancak 20-25 dakikalık senfonik bir eserle mümkün olabilir. Böyle 4-5 dakikalık şarkı formundaki besteyle olmayacak buna kanaat getirdim. 

Aykut Kuşkaya’nın müziği, kendi kimliğini bulmaya çalışan gençlerin hem ideallerinin hem romantik hayallerinin rengini taşıyor.

AİDİYETLERİN ÖNEMLİ OLDUĞU SON KUŞAĞIZ

Şiir bestelemeye gelmişken, tamam Sakarya Türküsü olmamış ama mesela Kaldırımlar olmuş. Veya Yavuz Bülent Bakiler’in Sen Sen Sen’i olmuş bu albümde. Böylesi iddialı şairlerin şiirini bestelemek ağır yük değil mi? 

Anlıyorum kaygınızı. Şair sözü bestelemek ciddi bir sorumluluk her şeyden önce. Evet, iyi bir müzik yapabilirsiniz ama öyle bir denge ki, ne şiiri ezmeli, ne onun altında ezilmeli. Bunun benim dışımda örnekleri de var. O çok iyi bilinen şiire bambaşka bir boyut daha kazandırmış oluyorsunuz. Bir artı bir iki etmiyor o aşamada, üç etmeye, beş etmeye başlıyor. 

Bu işin elbette bir matematiği var. Sadece bunu kullanarak da pekala bir şeyler yapabilirsiniz. Satar da. Ama işin içine gönlü katabilirsek, muhatabın da gönlüne girmek mümkün olur. Ama bir tercihte bulunduk. Basmakalıp bir adam değilim. Yaşayışım da dünya görüşüm de öyle değil. düşünsenize 30 seneden bahsediyoruz, şaka gibi. Pek çok farklı tarzda eser verdim. Türkü, sanat müziği gibi formlarda. Ezgi dediğimiz, özellikle 90’ların ortasında inanan insanların kendini ifade ettiği formda, 28 Şubat, başörtüsü zulümlerinin yaşandığı dönemlerde. Niyetimiz ‘Biz çıkalım da şunları söyleyelim, bu işin bayraktarlığını yapalım’ asla değildi. Sadece ne düşünüyorsak onu ifade etmek amacıyla yola çıktık. Projelendirilmiş, stratejisi geliştirilmiş işler değildi bunlar. Ben aynı samimiyetle yoluma devam etmek istiyorum. Öteden beri yaptığım şey bu çünkü. Yaşadığımız her şeyi yorumladık. Bir taraftan şehitlerimize ağıt yakarken, Bir Güneş Doğuyor derken, diğer taraftan beşeri ilişkileri inkar etmenin anlamı yok. O yüzden bir annenin çocuğuna, çocuğun arkadaşına, eşlerin birbirine sevgisini de dile getirmekten yana oldum. Bu da müziğimde çeşitliliği sağlıyor. 

Siz söyleyince fark ettim. Biz yıldönümlerinde 28 Şubat’ı anlatıyoruz güya ama bunu o masayı göstererek yapıyoruz. Sıradan insanın hayatına veya bir sanatçıya yaşattığı ne oldu sizce? 

Dönem itibarıyla aidiyetler çok önemliydi. Bu neslin çocukları için bunu söylemek çok da mümkün değil. Bizler kendimizi ait olduklarımızla ifade etmeyi seçmiş nesilleriz. Şimdiki gençler biraz daha ‘ben’e yönelik tanımlar yapmayı seviyorlar. 90’larda müzisyen olarak bize düşen o karanlık günlerin ağırlığı içinde, o boğucu ortamda insanlara umut olacak şeyler söylemekti. Veya direnişi güçlendirecek şeyler… ‘Bir Güneş Doğuyor’ bir umut yani. Bu devran böyle gitmez anlamında. E ne oldu? 15 Temmuz hain kanlı darbe girişimi sonrasında meydanlara ilk çıktığımızda yıllarca geride kalmış bu eserler yeniden öne çıktı.