19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Sinemamız klasik müziği unuttu mu? 

“Günümüzde Türk müziğinin şaheser nitelikteki eserlerine maalesef filmlerde veya dizilerde yer verilmiyor. İsterdim ki Osmanlı dönemini anlatan bir yapımda o dönemde yaşamış olan bestekârların eserleri kullanılsın. Maalesef popüler kültür ve rating kaygısı buna izin vermiyor.” diyen Sefer Karabük, öz kültürümüzün gelecek nesillere hem Türk sineması hem de Türk müziği aracılığıyla daha kolay aktarılabileceğini söylüyor. 

MERVE YILMAZ ORUÇ5 Ocak 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Sinemamız klasik müziği unuttu mu? 

Sinemanın ülkemizde varlık göstermeye başladığı ilk yıllarda Türk müziği de beyazperdeye yansıyan hikâyelerin vazgeçilmez unsurlarındandı. Kimi film için özel olarak besteler yapılırken bazen de beste isminden ilham alınarak filmler hazırlanırdı. Türk müziğine besteleri ve sesleri ile katkı sağlayan Münir Nureddin Selçuk, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Zeki Müren, Selahattin Pınar, Safiye Ayla gibi isimler aynı zamanda dönemin Türk sinemasının önemli oyuncuları arasında yer almış. Müzik ve sinema hem birbirinden etkilenmiş hem de beslemiş. Bugün de dizi ve filmlerde müzik sıkça kullanılıyor. Ancak geçmiş dönemlere göre öz kültürümüzü aktaran müziklerin varlığını pek de hissedemiyoruz. Türk müziğinin sinemamızla bağının ne zaman ve neden koptuğunu bu alanda akademik bir çalışmalar yapan TRT Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Ses Sanatçısı Sefer Karabük ile konuştuk. Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Türk Müziği Konservatuarı’nda yüksek lisans yapan Karabük, 1914-1951 yılları arasında Türk sineması ve müziğinin birbirlerini nasıl etkilediğini üzerine bir tez hazırlıyor.

“Müzik sinemanın tamamlayıcı unsurudur.” diyen Sefer Karabük, sinemanın ilk yıllarında sessiz olarak gösterime giren filmlerde bile piyano ya da orkestra eşliği bulunduğunun yazılı kaynaklarda yer aldığını belirtiyor. 1914 ila 1951 yılları arasında Türk sinemasında gösterime giren filmlerini inceleyen Karabük, o dönemin usta ses ve saz sanatçıları ile bestekârların gerek rol alarak gerekse müzikleri ile sinemanın içinde olduğunu söylüyor. 

MÜZİK VE SİNEMA BİRBİRİNİ ETKİLİYOR

Yazılı kaynaklarda Türk sinemasında müziğin yer aldığı ilk film, Muhsin Ertuğrul tarafından Pierre Antier ve P. Cloquemin’in Fener Bekçileri oyunundan senaryolaştırılmış olan Leblebici Horhor olarak kabul ediliyor. 1931 yılında ise Türk sineması’nın ilk sesli filmi yine dönemin tek yönetmeni Muhsin Ertuğrul tarafından çekiliyor. İstanbul Sokaklarında adlı bu filmin müzik direktörlüğünü Hasan Ferit Alnar ve Hüseyin Sâdeddin Arel gibi iki usta isim gerçekleştiriyor. 

1939 yılında Mısır filmlerinin de etkisiyle Ziya Şakir’in senaryosunu yazdığı Muhsin Ertuğrul’un yönetmenliğinde ilk şarkıcı-oyuncu film denemesi gerçekleştiğini hatırlatan Karabük, “Türkiye’nin ilk güzellik kraliçesi Feriha Tevfik ve Türk müziğinin usta isimlerinden Münir Nureddin Selçuk’un başrol oynadığı Allah’ın Cenneti  filminin müzik direktörlüğünü usta bestekâr Sâdeddin Kaynak gerçekleştiriyor. Bu filmin ardından ses sanatçıları Türk sinemasına dahil oluyor.” diyor ve ekliyor: 

“O dönem Türk sineması ve Türk müziği arasında karşılıklı bir etkileşim var. Filmler için özel olarak birçok eser bestelendiği gibi birçok eserin isminden esinlenerek filmler de yapılmış. Herkesin severek dinlediği ve söylediği Leylâ Bir Özge Candır adlı eser Allah’ın Cenneti filmi, Gözlerinin İçine Başka Hayal Girmesin adlı parça da Beklenen Şarkı filmi için bestelenmiş. Hatta plak yapımcıları bu durumu fırsat bilip, filmde başrol oynayan sanatçı Münir Nureddin Selçuk’a filmde seslendirdiği şarkılardan plaklar yapmış. Münir Nurettin Selçuk’dan sonra Müzeyyen Senar, Safiye Ayla, Malatyalı Fahri Kayahan gibi birçok önemli ismi beyaz perdede görüyoruz. “ 

GELENEKSELE KARŞI POP MÜZİK

Bugün yapılan filmlerde ise Türk müziğini duymak çok zor. Genellikle pop müziği ağırlıklı parçalar besteleniyor. 1990’lı yılların pop şarkılarının isimleri dizilere ilham veriyor. Ancak sözkonusu şarkıların ve onlardan yola çıkılarak çekilen dizilerin ne kadar “yerli” ve bizden olduğu tartışılır.Bunda değişen kültürün etkili olduğunu vurgulan Karabük, filmlerin çekildiği dönemde halk tarafından ilgi duyulan müzik türünün etkileyici bir faktör olduğunu belirtiyor.            Gelişen teknoloji ve elektronik müzik sebebiyle günümüzde daha çok teknolojinin ön planda olduğu müzik türlerinin filmlerde kullanıldığının altını çizen Karabük, “Maalesef Türk müziğinin şaheser nitelikteki eserlerine günümüzde çekilen filmler ve dizilerde yer verilmiyor. Ben isterdim ki Osmanlı dönemini anlatan yapımlarda o dönemde yaşamış olan bestekârların eserleri kullanılsın. Maalesef popüler kültür ve rating kaygısı buna izin vermiyor. Elbette bütün film ve dizilerde kullanılması gerekmiyor ancak tarihi içeriği olan film ve diziler başta olmak üzere temaya uygun olarak Türk müziği eserlerine yer verilmeli. Sadece eski bestekârlar değil günümüzde de birbirinden güzel eser besteleyen isimler var. Öz kültürümüzün gelecek nesillere hem Türk sineması hem de Türk müziği aracılığıyla daha kolay aktarılabileceğini düşünüyorum.” şeklinde konuşuyor. 

Türk müziği, 1939 ila 50’li yıllarda sinema perdesi aracılığıyla geniş kitlelere ulaşıyordu.

SAVAŞ SAHNELERİNE BATI MÜZİĞİ

Ülkelerin müzik kültürleri incelendiğinde yakın coğrafyaların müziklerinin birbiriyle etkileşim halinde olduğunu söyleyen Karabük, Türk sinemasında Türk müziğinin yanı sıra Klasik Batı Müziği’ne de yer verildiği anlatıyor: “Franz Schubert, Johann Sebastian Bach, Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig Van Beethoven gibi ünlü Klasik Batı Müziği bestecilerinin eserlerinden bölümler, filmlerde fon müziği olarak kullanılıyordu. Özellikle savaş temalarında ve dans sahnelerinde daha sık karşılaşıyoruz bu durumla. Örneğin Çarliston (Charleston) dansının ünlendiği dönemde gösterime giren Türk filmlerinin birçoğunda bu dansı görmek mümkün.” 

HALK MÜZİSYENLERİ FİLMLERLE TANIDI

“Ses sanatçılarının filmlerde rol alması halkın büyük ilgisini çekti. O yılları düşündüğümüz zaman sadece radyo ve plaklar sayesinde sesini duydukları sanatçıları yurdun dört bir yanına ulaşan beyaz bir perdeden izledikleri filmlerde görmeye başladılar.” diyen Karabük, bu sayede Türk müziğinin hem radyo hem plaklar hem de sinema aracılığıyla halka ulaştığını söylüyor. 

TÜRK MÜZİĞİ YASAKLANDIĞINDA HALK MISIR RADYOSU DİNLEDİ

“Türk sinemasının gelişmekte olduğu 1930’lu yıllarda yabancı yapım filmler Türkiye’de sıklıkla gösterime giriyordu. Özellikle 1930’lu yılların sonuna doğru Mısır filmlerine daha fazla rağbet edildi.” diyen Sefer Karabük,  1934 yılından 1937 yılına kadar Türkiye’de film çekilmediğini söylüyor. 1934 ile 1936 yılları arasında radyolarda Türk müziğinin yasaklanması üzerine halkın Mısır Radyosu’nu dinlediğini anlatan Karabük sözlerini şöyle sürdürüyor: “İlerleyen yıllarda yasağın kalkmasına rağmen bu alışkanlık devam etti. Arap coğrafyasının önemli sanatçılarından olan Ümmü Gülsüm ve Abdulvahap gibi sanatçıları halk dinliyordu. Bu dönemde Mısır’ın usta ses sanatçılarının şarkılı filmler çevirmesi ve bu filmlerin Türkiye’de gösterilmesiyle Türk sinema tarihi de yeni bir döneme giriyor. Mısır filmlerine artan ilgi dönemin hükümeti tarafından da yakından takip edilmiş ve bu durum tedirginlik yaratarak 1942 yılında bazı önlemler alınmış. Bu önlem neticesinde ülkemizde gösterime giren Arap filmleri Türkçe dublajlı ve yeni eserler bestelenerek Türk musikili olarak halkla buluşturulmuş.”