18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Tefekkürün, sabrın, özgürlüğün yolu: Seyahat

Her seyahatin aslında kendi iç dünyamıza tutulan bir ayna olduğunu dile getiren Psikoterapist Rukiye Karaköse, “Seyahat, tüketmenin aksine bizi özgürleştiren, ‘an’lara ve tabiata, kainata şahitlik etmemizi sağlayan, bizi zenginleştiren bir deneyimdir. Yolculukta, Allah’ın kudretine şahitlik ederiz. Seyahat bize deneyime, tefekkür ve idrake dayalı bir varoluşun kapılarını açar” şeklinde konuşuyor.

MERVE YILMAZ ORUÇ28 Temmuz 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Tefekkürün, sabrın, özgürlüğün yolu: Seyahat

Yolların ve ulaşım teknolojilerinin gelişmesinden önce seyahat imkânı kısıtlıydı. Geçmişte seyahatler genellikle ticari ve askeri sebeplerle zorunlu olarak yapılırdı. Ortaçağ’da yollar ve ulaşım araçları geliştikçe ilim tahsili, dini ziyaretler gibi sebeplerle yolculuklar yapılmaya başlandı. Coğrafi Keşifler insanların dünyaya olan merakını arttırdı. Rönesans’tan sonra ise seyahat hareketliliği artmaya başladı. Geniş kitlelerin seyahat etmesi, 1830’larda demiryolu taşımacılığının gelişmesi ve buhar gücüyle çalışan gemilerin hizmet vermesiyle mümkün oldu. Artık insanlar gezme, görme, dinlenme, tatil gibi bugünkü gerekçelerle seyahat etmeye başladı. Sosyoekonomik gelişime paralel olarak günümüzde gezip görmenin, öğrenmenin yanı sıra bedensel hazlara hitap eden tatil paketleri de seyahat kavramının büyük bir parçası haline geldi. Ancak Klinik Psikolog ve Psikoterapist Rukiye Karaköse’ye göre seyahat zahiren değişik yerleri ve insanları görmek olarak algılansa da aslında yapılan yolculuk kişiye çeşitli esma tezahürleri ile yüzleşme fırsatı da tanıyor. Seyahat Terapi kitabı ile seyahatin gerçek amacını, neden yapılması gerektiğini, bize kattıklarını düşünmeye çağıran Rukiye Karaköse’ye seyahatin manevi açıdan insana neler kazandırabileceğini konuştuk.  

BUGÜNKÜ SEYAHAT ANLAYIŞI YENİ BİR GELENEK

Yaratıcıyı ve yaratılışı anlamak için önce kendimizi tanımamız gerektiğine dikkat çeken Karaköse, bunun en güzel yollarından birinin seyahat olduğunu söylüyor. “Seyahat, insanın uzaklara gidip dönerken kendini tanıma yolculuğudur aslında. Bu anlamda aslında her yolculuk ‘kendinden yine kendine’ yapılır” diyen Karaköse, “Giden kişiyle dönen kişi asla aynı değildir. Yaşamış, görmüş, deneyimlemiştir. Kendiyle yüzleşmiştir. Sabrı, gücü, ilgisi, arzuları sınanmıştır” şeklinde konuşuyor. 

Atanmış ihtiyaçlar peşinde koşarken sorgulamadan sadece  tüketiyoruz. Bu çarkı –artık nerdeyse sorgulamadan- döndürmeye devam ettiğimizden bahseden Karaköse, “Hayat neşemizi kaybedip robotlaşıyoruz. Eğlence amaçlı ve bedensel hazları doyurmaya yönelik bir tatil de bu tüketim çılgınlığının bir parçası aslında. Suni bir ihtiyaç olarak tatil kavramı bu tüketim toplumu için tanımlanmış ‘yeni gelenek’tir. Bedensel hazları maksimum doyurarak stresimizden arınabileceğimiz vaat edildi bize. Oysa bu durum insana atalet duygusu verir” diyor. 

Keyfi yapılan hazza yönelik seyahatler aslında insanlara birçok şey kaybettiriyor. Bunun nedenini Karaköse şöyle açıklıyor: Bizler öğrendikçe, deneyimledikçe gelişen varlıklarız. Atalet, yani boş durarak sadece yiyip, içip, uzanmak bu yüzden bize iyi gelmez. Ayrıca tüm manevi geleneklerde idrakin açılması için bedensel hazlara bazı sınırlar ve ölçüler getirilir. Hal böyle iken bedeni hazza doyurmak insanda ne tür “melekeleri” tetikler düşünmek gerek. Bedenin ölçüsüz tatmininin, prensip olarak “nefs-i emare”yi  besleyip güçlendireceğini söylemek mümkündür. 

KENDİNDEN KENDİNE SEFER EYLE

Seyahat bir çok amaçla yapılabilir. Ancak seyahatte aslolan Hz. Mevlana’nın deyişiyle “Kendinden kendine sefer eyle”r insan. Seyahati aslında bireysel bir eğitim olarak gören Karaköse, “Seyahatta gördüğümüz, işittiğimiz ve yaşadığımız her şeyi içimizde biriktiririz. Gezip gördüklerimiz, temas edip tattıklarımız ve  öğrendiklerimiz bir çeşit sınavdır. Yolculuk tamamlandığında kişi bu deneyimlerle kendi özüne, temas eder” şeklinde konuşuyor.

Seyahati bir tefekkür ve terapi biçimi olarak da değerlendiren Karaköse, her seyahatin kendi iç dünyamıza tutulan bir ayna olduğunu söylüyor. Seyahatin tüketmenin aksine bizi özgürleştiren, anlara ve tabiata, kainata şahitlik etmemizi sağlayan bir deneyim olduğuna değinen Karaköse, “Seyahat bize deneyime, tefekkür ve idrake dayalı bir varoluşun kapılarını açar” diyor. 

RUTİNİN DIŞINA ÇIKMAK ŞÜKÜR SEBEBİ 

“İnsan, ülkenin ve dünyanın başka yerlerini keşfederken aslında kendini de keşfeder” diyen Karaköse sözlerini şöyle sürdürüyor: “Çoğu şeyden uzaklaşarak çıktığımız bir seyahatte, yanımızda bize sürekli günlük hayattaki ‘ben’i hatırlatan sosyal çevremiz olmadığından, çok az tanıdığımız biriyle karşılaşırız yani ‘kendimizle’. Yeni insanlar tanır, bambaşka yaşamlara şahit oluruz. ‘Olmazsa olmaz’ sandığımız pek çok alışkanlığımızın, başka coğrafyalarda gayet ‘olmasa da olur’ sınıfına girebildiğini görürüz. Başka hayatlara şahit olduğumuzda ise tefekkür etme imkanı buluruz. Kültür ve alışkanlıkları sorgulamak çok zordur. Verili kültürden bağımsız düşünebilmek için coğrafyayı değiştirmek gerekir. Seyahat bizi rutinimizin dışına çıkarır.”

BİR EĞİTİM METODU  

Peygamber Efendimiz (S.A.V), “Seyahat et, sıhhat bul” hadisi ile bizi seyahate teşvik etmiştir. Yine pek çok ayette “Yeryüzünde gezin, dolaşın” denilerek ibret almanın, tefekkürün yolu gösterilir. Bu hadisi kitabının çıkış noktası olarak kullanan Karaköse, “İnsan ruhu, kâinatta geçerli olan hareket kanununa tabi olarak hareket etmekle rahatlar, mutlu olur. Çalışan ve bedenen aktif olanların, tembellik edenlerden daha mutlu olmalarının hikmeti de budur” diyor. Maneviyat psikolojisi çalışması yaparken Dr. Mustafa Merter’in yönlendirmesi ile seyahatin aslında keyfe keder, eğlencelik bir faaliyetten öte ciddiye alınması gereken bireysel bir eğitim metodu olarak algılamaya başlayan Rukiye Karaköse, seyahati hayatımıza sistematik olarak katmamız gerektiğini söylüyor. Seyahati; idrakimizi açacak, tefekkürümüzü artıracak bir unsur, koruyucu ruh sağlığı tedbiri ve adeta bir “ilaç” olarak tavsiye eden Karaköse kitap yazma serüvenini şöyle anlatıyor: Seyahatin bizi yenileyen, hayatı ve kendimizi keşfetmeye yarayan doğasını fark ettikçe bu konudaki okumalarım ve deneyimlerim arttı. Seyahatin terapötik etkisine dikkat çekmek için ve yolculuklarımızın anlam arayışımıza katkı sunması ve şifaya vesile olmasını dilediğim için yazdım. 

YOLUN SONUNDA KENDİMİZE VARIRIZ 

İnsan yolculuğu boyunca aslında hep kendini arar. Varmaya, tanımaya çalıştığı şey kendisi olmalıdır. Feridü ‘d-dîn Attâr, Mantıku’t-Tayr adlı kitabında Sîmurg’a yolculuk efsanesini anlatır. Efsaneye göre günün birinde dünyanın bütün kuşları bir araya gelip padişahları Sîmurg’u bulmak için yola çıkarlar. Bu zorlu yolculukta yedi vadiden geçen kuşlar, zaaflarıyla sınanır. Kitabında bu efsaneye yer veren Karaköse şunları söylüyor: Kuşlar bu zorlu hakikat yolunun sonuna gelip menzile ulaştıklarında toplam otuz kuş kalırlar. Kuşlara Sîmurg tarafından yollanan bir not verilir. Bu kâğıtta yolculuk boyunca neler yaptıkları, başlarına gelenler bir bir yazılmıştır. Kuşlar hayrete düşmüştür ki tam bu sırada Sîmurg tecelli eder. “O otuz kuş bakınca gördüler ki, bu otuz kuş o Sîmurg’tu. Hayretten hepsinin başı döndü, şaşırıp kaldılar. Kendilerini Sîmurg olarak gördüler, Sîmurg da zaten sî murg (otuz kuş) demekti. Hepsi hayret denizine daldılar, tefekkürsüz tefekkürde kaldılar” denir. Bütün bu olanlardan sonra Sîmurg konuşur ve şunları söyler: “Siz buraya otuz kuş olarak geldiniz, bu aynada da otuz gördünüz. Ne kadar gelmişseniz, kendinizi görür, kendinizi seyredersiniz.” Otuz kuş, Sîmurg’un kendileri olduğunu anlayınca ortada ne yolcu, ne yol, ne de kılavuz kalır. Yolun sonunda yine kendilerine varırlar, Vahdet-i Vücud’a, varlık birliğine ulaşırlar. Kuşlarla simgelenen bu yolculuğun sonu ise insana çıkar.