15 Temmuz bize ne öğretti?

Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
15.07.2022

15 Temmuz'un bize anlattığı, daha fazla demokrasinin yılmadan ve hayatın her alanına yansıyan şekilde sürekli bir mücadele gerektirdiği. Bu gerçeği akıldan çıkarmamak bundan sonra darbe tehdidiyle karşılaşmamak için hayatî öneme sahip.


15 Temmuz bize ne öğretti?

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden altı yıl geçti. İçinde bulunduğumuz post-truth çağda, siyasî mücadelenin büyük kısmı gerçekleri çarpıtmak ve algıları yönetmek çerçevesinde ilerliyor. Darbenin faili FETÖ'nün mensupları ısrarla yalan üzerine bir kampanya yürütüp 15 Temmuz'da yaşananların toplumsal hafızadaki izlerini değiştirmeye çalışıyorlar.

Tekrar eden yalanlar

FETÖ'cüler Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels'e atfedilen meşhur sözde olduğu gibi kendi yalanlarını sürekli tekrar ederek bunu gerçek gibi göstermeye çalışıyorlar. Bu bakımdan, 15 Temmuz'da Türkiye'yi bir darbe girişimine götüren nedenleri, yaşanan süreci ve başarısızlıkla sonuçlanan bu çabanın sonuçlarını unutmamak ve unutturmamak gerekiyor.

Onurlu direniş

Kısaca hatırlayarak başlayalım: 15 Temmuz 2016 günü akşam saatlerinde Ankara ve İstanbul başta olmak üzere belirli şehirlerin kilit noktalarında askerler görülmeye başladı. İstanbul'da Boğaziçi Köprüsü trafiğe kapatılırken Ankara'da F-16'lar alçak uçuşlarla toplumda bir korku duygusu oluşturmayı hedefledi. Kısa sürede, darbe girişimi yaşandığının açığa çıkmasıyla birlikte halk sokaklara döküldü. İlerleyen saatlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın halkı darbeye direnmeye çağırmasıyla sokaklardaki insan sayısı olağanüstü derecede arttı. Aynı saatlerde Ankara ve İstanbul Başsavcılıkları, darbe girişiminin failleri hakkında resen soruşturma başlatıldığını duyurdu.

Emniyet güçleri de darbeye direnmek için harekete geçti. Türkiye Büyük Millet Meclisinde toplanan milletvekilleri olağanüstü genel kurul toplantısında darbecilere teslim olmayacakları mesajını verdiler. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içindeki darbe karşıtı çoğunluğun da katılmasıyla sabaha karşı darbeciler büyük oranda etkisiz hâle getirildi.

O gece yaşananların kısa özetinden sonra bu noktada öncelikle darbenin başarısız olma nedenlerine odaklanmak gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidara geldiği ilk günden itibaren siyasî söylemini vesayetle mücadele üzerine kurdu. Siyaset üzerinde vesayet kurmaya çalışan askerî ve sivil bürokrasiyle aktif şekilde mücadele etmekten kaçınmadı. Üstelik bu sürecin her aşamasını toplumla paylaştı ve toplumu bu mücadeleye ortak etti. Türkiye'de ve aslında tüm dünyada darbe girişimlerinin hazırlık bakımından bir arka planı bulunur. Darbeye hazırlıklar önce demokratik siyasetin itibarının ortadan kaldırılması ve toplumla siyasetçiler arasındaki güven duygusunun çökertilmesine dayanır. Türkiye'de 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat müdahalelerinin tamamında öncelikle ülke içinde güvenlik sorunları tırmandırıldı. Adeta yönetilemeyen bir ülke portresi ortaya konuldu. Toplumun siyasetçilere güvenini sarsacak algı operasyonları yürütüldü. Böylece kamuoyunda demokratik yöntemlerin karşı karşıya olunan sorunları çözmekte yetersiz kaldığı, hatta siyasetçilerin buna niyetlerinin olmadığı algısı doğuruldu. Darbeciler, insanlara demokrasiden ve özgürlüklerden vazgeçilmesi pahasına kamu düzenini ve güvenliğini, başka bir ifadeyle hayatlarını korumayı vaat etiler. Aynı çatışmacı yaklaşım, toplum içindeki kutuplaşma olgusunun güçlenmesini de içeriyordu. Böylece diğer kesimin iktidara gelmemesi bile siyasal kanatlar için teselli olacaktı ve kabul edilebilir bir mahiyet taşıyacaktı. Nitekim 12 Eylül'ü mümkün kılan unsurlardan biri, siyasetin ayrıştırdığı insanlar karşısında darbeci güçlerin yekpare bir görünüm sergilemesiydi.

Özgürlük zemini

Erdoğan ve AK Parti daha iktidara geldikleri günden itibaren bir siyasî geleceklerine yönelik bir tehditle yüz yüzeydi. Önceki tüm partileri kapatılan bir siyasî gelenekten gelen AK Parti'nin daha kurulduğu gün, selefleriyle aynı sona uğrama ihtimali bulunduğu açıktır. Burada önemli bir denge siyasetinin güdüldüğü söylenebilir. AK Parti, öncelikle evrensel demokratik değerlerle bir sorununun olmadığını her fırsatta vurguladı. Ülke içinde demokrasinin standartlarının yükseltilmesi ve özgürlük zemininin genişletilmesi için geniş kapsamlı programlar uygulandı. Kuşkusuz o dönemde Avrupa Birliği'ne tam üyelik sürecinin en keskin virajında olması ve bu açıdan iktidarın önünde bir yol haritasının bulunması önemli bir avantajdı. Demokrasinin ve özgürlüklerin genişletilmesinin en önemli araçlarından birisi ise vesayetle mücadeleydi. Diğer taraftan, özellikle AK Parti iktidarının ilk döneminde askerlerle arada sorun bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başörtüsü başta olmak üzere belirli konularda eskiden kalma reflekslerin ve yasakçı zihniyetin devreye girdiği çok sayıda örnekle karşılaşıldı. Burada ise demokratikleşme perspektifinin ikinci ayağı devreye girdi. Erdoğan, karşılaştığı baskılara rağmen demokratikleştici ve özgürleştirici adımları engellemek isteyen vesayet unsurlarıyla çatışmaya girmekten kaçınmadı. Geniş toplumsal kesimleri ürkütecek sert bir dil kullanmadan insanları izlenen politikaların doğru olduğuna ikna etmeye çalıştı. AK Parti'nin 27 Nisan 2007'de e-muhtırayı, ertesi yıl ise kapatma davasını savuşturduğu hatırlanmalıdır. Dolayısıyla bu mücadele hem bir tecrübe üretti hem de sivil siyasetin karşı karşıya olduğu vesayet tehdidi karşısında toplumda bir bilinç meydana getirdi.

Önce kaos ortamı oluşturuldu

FETÖ, 15 Temmuz darbe girişiminden önce diğer tüm askerî müdahalelerin kullandığı yöntemlerin aynısını denedi. Öncelikle ülke içinde kaotik bir ortam oluşturmaya çalıştı. Gezi Olaylarında çatışma havasının yükseltilmesiyle başlayan bu süreç, 17-25 Aralık yargı darbesiyle bir sonraki aşamaya taşındı. Ancak burada da Erdoğan'ın toplum üzerindeki ikna edici gücü devreye girdi. 2011 seçimlerinden sonra dershanelerin kapatılmasıyla FETÖ ile hükümet arasındaki gerilimin bu operasyonların başlıca saiki olduğu topluma anlatıldı. FETÖ de aynı süreçte kartlarını daha açık oynamaya başlamıştı. Erdoğan, 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın tutuklanmaya çalışılmasının, 2013'te 17-25 Aralık yargı darbesinin, 2014'te MİT tırları operasyonunun güvenlik ve yargı içinde örgütlenmiş FETÖ mensuplarının işi olduğunu topluma anlatmayı başarmıştı. En son 2015 yılında Doğu ve Güneydoğu illerinde başlayan hendek ve barikat olaylarının arkasında PKK ile FETÖ işbirliğinin yanı sıra bunlara destek veren ortak uluslararası güçlerin bulunduğu konusunda halkın büyük kısmı ikna edildi. Siyaseti itibarsızlaştırma ve halkın iktidara güvenini yok etme, böylece darbeye toplumsal destek zemini hazırlama girişimleri bu şekilde sonuçsuz kaldı. Başka bir ifadeyle, daha önceki tüm darbelerde uygulanan stratejiler 15 Temmuz'da ters tepti. Erdoğan, örgütün kendi mensupları ve sempatizanları dışında tüm toplumu FETÖ tehlikesi konusunda ortak paydada birleştirdi. Toplumdaki tüm ideolojik ayrışmaya rağmen insanlar FETÖ'nün darbe girişiminin ülkenin demokrasisi ve kendi özgürlükleri açısından yaratacağı tehditleri gördüler.

Vesayetle mücadele

15 Temmuz sonrasındaki süreç ise vesayetle mücadelenin yeni boyutlarını içerdi. İlk olarak olağanüstü hâl döneminde kanun hükmünde kararnamelerle sivil-asker ilişkileri yeni bir boyuta taşındı. Yıllardan beri tartışılan kuvvet komutanlıklarının Millî Savunma Bakanlığına (MSB) bağlanması meselesi gerçekleşti. Aynı zamanda MSB'nin yönetim kademelerinde ciddi bir sivilleşme sağlandı. Jandarma Genel Komutanlığı ise yalnızca kolluk hizmetleri açısından değil her bakımdan içişleri Bakanlığına bağlandı. Askerî yargının görev alanı büyük ölçüde daraltıldı, aynı kapsamdaki askerî yüksek mahkemeler kaldırıldı. Yüksek Askerî Şura'da (YAŞ) sivil ağırlık artırıldı. Askerî eğitim kurumlarının yapısı yeni baştan düzenlendi. Bu durum, Silahlı Kuvvetlerin devlet içinde adeta siyasetin denetimi dışında kalan özerk bir yapı gibi görünmesine neden olan durumun demokratik ilkeler çerçevesinde düzenlenmesi anlamına geliyordu. Aynı süreçte, diğer devlet kurumlarında olduğu gibi Silahlı Kuvvetler içinde de FETÖ ile bağı bulunan personelin ilişiği kesildi. Aslında en başta bahsettiğimiz algı operasyonu daha bu dönemde başlamış, ihraçlar nedeniyle terörle mücadele başta olmak üzere pek çok alanda ordunun zaaf yaşayacağı iddia edilmişti. Ancak gerek yurt içinde gerekse yurt dışında yürütülen operasyonlarla PKK başta olmak üzere tüm terör örgütleriyle mücadelede önemli başarılar kazanıldı. Bu durum kolluk kuvvetlerinin diğer suçlarla mücadelesi açısından da aynı şekilde tekrarlandı.

2017 yılında yapılan anayasa değişiklikleri aracılığıyla ise Türkiye halkın rızasıyla ortaya çıkmış yeni bir hükümet sistemiyle tanıştı. 1961 ve 1982 Anayasaları, darbe mekaniğinin işlemesi sonucunda hayata geçmişlerdi. 2017 Anayasa Referandumuyla birlikte ilk kez sivil inisiyatif tarafından hazırlanan yeni bir model doğrudan toplumun rızasıyla uygulamaya alındı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle siyasal istikrarının kalıcı kılınması amaçlanıyordu. Sistem değişikliğinin ardından da demokratikleştirici düzenlemelere devam edildi. Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığına bağlanması bu dönemin altı çizilmesi gereken en önemli gelişmeleri arasındaydı.

Söz konusu adımların atılması, Erdoğan'ın en baştan itibaren vesayetle mücadele konusundaki kararlılığıyla yakından bağlantılıdır. Darbeyi önleyen bu bakış açısı, bundan sonra başka darbe tehditleriyle karşılaşılmaması açısından tedbirlerin en baştan alınmasına dayanır. Hem darbenin önlenmesi hem de anayasa değişikliği sürecinde Erdoğan'ın toplumu ikna etmesi ise toplumun geniş bir kesiminde sağladığı güven duygusuyla yakından bağlantılıdır. Demokratik sistemler güçlerini devletle toplum arasında kurulan güven ilişkisinin sağlamlığından alırlar. Diğer darbelerin aksine 15 Temmuz'un girişim düzeyinde kalması, toplumda demokratik sisteme yönelik güveninin giderek yükseldiğine işaret ediyor. Kuşkusuz geçmiş darbelerden çıkarılan dersler de yeni girişimlere toplumun izin vermemesinin önemli nedenlerinden biri. Demokratik siyasetin değerlerinin içselleştirilmesine engel olan etmenlerden biri sistem üzerinde kurulan görünür ve görünmez vesayet ağları. Buna karşılık, vesayetin ortadan kaldırılması kısa süreli hamlelerle kazanılacak bir savaş değil. Bu nedenle demokratikleşmenin hiç bitmeyen bir yolculuk şeklinde görülmesi ve ülkenin sorunlarının çözümü için halkın seçilmiş meşru temsilcileri olan siyasetçilerden başka adres bulunmadığının herkes tarafından anlaşılması büyük önem taşıyor. Kısacası 15 Temmuz'un bize anlattığı, daha fazla demokrasinin yılmadan ve hayatın her alanına yansıyan şekilde sürekli bir mücadele gerektirdiği. Bu gerçeği akıldan çıkarmamak bundan sonra darbe tehdidiyle karşılaşmamak için hayatî öneme sahip.

@heberis