Irak'ta artan saldırıların Türkiye'nin terör ile mücadelesine etkisi! Haşd el-Şabi ve PKK yakınlaşması

Necdet Özçelik / Yazar
12.11.2021

Fetih İttifakının bileşenlerinden Ketayib Hizbullah, Ketayib İmam Ali, al-Sadıkın Bloğu ve Bedir Teşkilatı destekçileriyle bunlara bağlı silahlı grupların gösteri ve şiddet eylemleri genel olarak Bağdat'ta Yeşil Bölge'deki devlet kurumları ve ABD Büyükelçiliğini hedef alamaya devam ederken, ülkenin kuzeyinde Erbil ve Musul çevresinde de saldırılar gerçekleşiyor. Bu saldırıların Türkiye'nin Irak'ta PKK'ya karşı yürüttüğü mücadelesini zayıflatma veya engelleme maksadı da içerdiği değerlendiriliyor.


Irak'ta artan saldırıların Türkiye'nin terör ile mücadelesine etkisi! Haşd el-Şabi ve PKK yakınlaşması

Irak Başbakanı Mustafa Kazimi'ye yönelik bomba yüklü insansız hava aracıyla yapılan suikast girişimi, bir kez daha İran'ın bu ülkedeki askeri-siyasi rolüne dikkatleri çekti. Irak'ta, İran'ın desteklediği siyasi partiler ile milis güçler arasında iç içe geçmiş ilişkinin ortaya koyduğu zora dayalı siyasi dayatma hem Irak'ta siyasi-güvenlik istikrarının yerleşmesine engel olmakta hem de bölge ülkelerinin milli güvenliklerini tehdit etmektedir. Irak'ta süregelen siyasi gösteriler ve şiddetin dayattığı süreç neticesinde 10 Ekim 2021 tarihinde gerçekleşen erken seçimlerde İran destekli Fetih İttifakı büyük bir kayıp yaşadı.

İran etkisi ve Haşd al-Şabi

Bununla birlikte ülkedeki mevcut şiddet hali katlanarak arttı. Fetih İttifakının bileşenlerinden Ketayib Hizbullah, Ketayib İmam Ali, al-Sadıkın Bloğu ve Bedir Teşkilatı destekçileriyle bunlara bağlı silahlı grupların gösteri ve şiddet eylemleri genel olarak Bağdat'ta Yeşil Bölge'deki devlet kurumları ve ABD Büyükelçiliğini hedef alamaya devam ederken, ülkenin kuzeyinde Erbil ve Musul çevresinde de saldırılar gerçekleşmektedir. Bu saldırıların Türkiye'nin Irak'ta PKK'ya karşı yürüttüğü mücadelesini zayıflatma veya engelleme maksadı da içerdiği değerlendirilmektedir. İran'ın hedef ülkelerin güvenlik ortamına etkisi üç temel kabiliyete dayanmaktadır; orta-uzak menzilli füze tehdidi, mezhebi motivasyona sahip milis mobilizasyonu ve yaygın istihbarat operasyonları.

Mezhebi sosyoloji

Bunlara, insansız hava araçlarındaki teknik gelişmelerle birlikte hassas SİHA saldırılarının da eklendiği görüldü. Kendisini mezhebi bir sosyoloji üzerine inşa ettiği Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan'da İran'ın bu ülkelerin güvenlik ortamını bahsi geçen kabiliyetlerin ya tamamının ya da bir kısmının birlikte uygulanmasıyla doğrudan etkileyebildiği görülmektedir. İran'ın kara sınır komşusu olduğu Irak sathının neredeyse tamamında ise bu kabiliyetlerini vekalete dayalı düşük yoğunluklu çatışma angajmanları üzerinden hayata geçirdiği görülmektedir. İran'ın Irak'taki vekalete dayalı düşük yoğunluklu müdahaleci stratejisinin en etkin aracını ise silahlı Şii milislerin oluşturduğunu ifade edilebiliriz.

Bilindiği gibi Haşd al-Şabi Irak'ta DEAŞ'ın hakimiyet alanını genişletmesi ve DEAŞ'a karşı Irak ve ABD ordusunun yetersiz kalması üzerine Şii Lider Sistani'nin çağrısı üzerine 2014 yılından itibaren Irak'ta etkinlik kazanmaya başladı. 2014 ve 106 yılları arasında Anbar, Musul ve kısmen de Diyala'da Irak ve ABD Ordusu ile birlikte DEAŞ'a karşı yürütülen askeri operasyonlarda Irak ve ABD ordusunun yanında yer alan Haşd al-Şabi 2016 yılının sonunda çıkartılan bir yasa ile "Halkın Seferberlik Kuvvetleri" (PMF) olarak isimlendirilerek resmen Irak Ordusuna eklemlendi. Operasyonel anlamda Tugay seviyesinde teşkilatlanan Haşd al-Şabi unsurlarının genelinde yeknesak bir ideolojik ve organizasyonel anlayışın hakim olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira, Haşd al-Şabi içinde Sistani, Sadr ve İran merkezli üç ana akım bulunmakta, bunlardan İran merkezli Haşd unsurları münferit uygulamalarıyla istikrarsızlığa neden olan unsurlar olarak görülmektedir.

İran merkezli Haşd al-Şabi grubu ise aralarında Ketayib Hizbullah, Hizbullah al-Nujeybi , Ketayin al-İmam Ali, Ketayib al-Şühede, Asayib al-Hak ve Bedir Teşkilatı gibi bazılarının ABD tarafından terör örgütü olarak tanındığı unsurlar tarafından meydana gelmektedir. Burada, ABD'nin bu örgüt üyelerinin terörist kimliğine bakmaksızın, 2014-2016 yılları arasında DEAŞ'a karşı özellikle Ramadi bölgesinde aynı saflarda savaştığını da hatırlatmakta fayda var. Halihazırda, Bağdat, Erbil ve Musul'daki saldırıların arkasında İran tarafından silahlandırılan ve İran'ın Kudüs güçleri tarafından idare edilen Ketayib Hizbullah, Hizbullah al-Nujeybi, Ketatib Seyyid eş-Şühada ve Asayib al-Hak örgütlerinin olduğu değerlendirilmektedir. Bu örgütlere İran'dan gelen silah mühimmat yardımının İran'ın Kermenşah vilayeti üzerinden Irak'ın Hanekin bölgesinde buradan da Tuzurmatu ve Kerkük üzerinden bu örgütlerin Irak içindeki unsurlarına sevk edildiği öngörülmektedir. Öyle ki bu hat üzerinde Haşd al-Şabi'nin İran'la ilişkili 41, 42, 43 ve 16'ncı Tugaylarının bulunduğu bilinmektedir.

Yöntemsel benzerlik

2020 yılının Ocak ayında İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani ve Hadş al-Şabi Komutanı Ebu Mehdi al-Mühendis'in ABD istihbaratı tarafından Bağdat Hava alanında SİHA angajmanı ile öldürülmesinin ardından, ABD'nin Anbar vilayetindeki al-Asad Üssü ile Erbil Havaalanı İran tarafından uzun menzilli Kıyam 11 ve Fetih-313 füzeleri ile vurularak Süleymani'nin intikamı alınmaya çalışılmışsa da "Şehit Süleymani Operasyonu" olarak bu hamle İran merkezli Haşd unsurlarının intikam duygusunu tatmin etmemiştir. Bağdat'taki ABD Büyükleçiliğinin de bulunduğu Yeşil Bölge ve Erbil Havalimanı Katayib Hizbullah, Hizbullah al-Nujeybi ve Asayib al-Hak örgütleri tarafından kısa menzilli çok menzilli roketatar sistemleri (ÇNRA), basit roketler ve bomba yüklü insansız hava araçlarıyla mütemadiyen hedef alınmıştır. Bu saldırılarda genellikle Katyuşa roketleri (Hizbullah tedariki), 107 ve 122 mm ÇNRA sistemleri (İran meşeli) ve pervaneli insansız hava araçlarına (piyasa temini) yüklenmiş patlayıcı maddelerle gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılarla eş güdümlü olarak TSK'nın Musul'daki Başika Üssü roketli saldırı ile Erbil'de Barzani ailesinin yaşadığı bölgeye İHA saldırıları gerçekleşmiştir.

Eşgüdümlü saldırılar

Bilindiği gibi Türkiye'nin Irak'ta PKK'ya karşı yürüttüğü askeri etki Bölgesel Yönetim ve Merkezi hükümetle geliştirilen güvenlik işbirliği ve istihbarı koordinasyona bağlı olarak geçtiğimiz iki yıl içinde Irak kuzeyinde önemli ölçüde arttı. Müteakibinde de istihbari-askeri etki PKK'nın Irak-İran sınırındaki Asos bölgesi ile Irak-Suriye sınırındaki Sincar bölgesi istikametinde hassas angajmanlarla derinleşti. Öyle ki PKK'nın Mahmur Kampındaki stratejik örgüt görevlerini üstlenen lider kadrosuna dönük hassas angajmanlar da düzenlendi. Irak Merkezi hükümeti ile Türkiye arasındaki istibahari işbirliğinin PKK'ya ve DEAŞ'a karşı güçlendiği bir dönemde ve PKK'ya karşı sınır ötesinde olası bir operasyonun gündeme geldiği bir dönemde, Ketayib Hizbullah, Hizbullah al-Nujeybi ve Ketayib Seyyid eş-Şühada örgütleri ile PKK arasında 2021'in Ocak ayında ve Şubat ayı başında Mahmur Kampında bir seri görüşme gerçekleşmiş, müteakibinde adı geçen örgütlerin üzerinde etkisinin bulunduğu Haş al-Şabi'nin 40'ncı ve 53'üncü Tugayları Şubat ayının ortalarında Sinjar bölgesine getirilmiş PKK ve YBŞ unsurları himaye etmek ve TSK'nın bu bölgeye bir harekat düzenlemesinin önüne geçilmek istenmiştir. Türkiye açısından bakıldığında, Sincar'a dönük bir harekatın henüz konjonktürel altyapısı oluşmuş görülmemektedir, bunun yerine PKK'ya dönük angajmanlar stratejik hedeflere dönük Irak-Suriye sınır hattında gelişmekte ve Mahmur Kampına derinleşmektedir. Bu durumun arkasındaki şüphesiz Irak Merkezi Hükümetiyle Türkiye arasındaki istihbarat-güvenlik işbirliğinin önemli yeri vardır. Irak İstihbaratının eski şefi olan Irak Başbakanı Mustafa Kazımi'nin de bu işbirliğinin gelişmesinde önemli bir rolü olduğu söylenebilir. Zira, bu durumun hem İran merkezli Haşd gruplarını hem de PKK'yı rahatsız etmektedir. 7 Kasım'da Irak Başbakanı'nın konutuna düzenlenen saldırıyla aynı gün TSK'nın Musul'un kuzeydoğusundaki üssüne düzenlenen ÇNRA saldırısının rastlantı olmadığı ortadadır. Aynı durum 15 Nisan 2021'de Erbil Havaalanı ve TSK'nın Musul'daki üssüne yapılan eşgüdümlü saldırı için de geçerlidir.

Meşrulaştırılmak istenen terör

ABD Ordusunun 2011 yılından itibaren Irak'taki muharip görevlerini azaltması ve kısmen ülkede askeri varlığını azaltmasıyla birlikte bir seri yeni terör unsuru ortaya çıktı. Bunlardan en önemlisi DEAŞ'ın varlığının Irak'ta yaygınlaştırarak Suriye'yi de içine alacak şekilde bölgesel/küresel bir tehdit olarak ortaya çıkmasıydı. Ortaya çıkan DEAŞ tehdidine karşı mücadelenin ABD tarafından da terör örgütü olarak PKK ve Bedir Tugayları gibi örgütlerin uzantılarına ihale edilerek bu örgütlere Irak ve Suriye'de alan açmak ise yeni bir durum meydana getirdi. Kısmen meşrulaşan terör örgütü uzantılarının doldurduğu alanı ise mezhebi ve meşrebi nedenlerle hem Irak'ta hem de Suriye'de İran'ın doldurduğu görülmektedir. Halihazırda Irak'ta Diyala, Anbar ve Musul ile Suriye'de Dera, Hama, İdlib ve Halep gibi Sunni bölgeleri İran merkezli paramiliter Şii gruplar tarafından kontrol edilmektedir. Bu gruplar, PKK, PYD ve YBŞ gibi unsurlar ile konjonktürel yakınlaşmalar içine girerek zaman zaman müşterek ve münferit olarak uluslarararası direniş adı altında ABD ve Türk Silahlı Kuvvetleri unsurları ile yerel muhalif olarak gördükleri Bölgesel Yönetim ve Merkezi Hükümet yetkililerine karşı saldırılar düzenlemektedir. Saldırıların genelinde Mehdi al-Mühendisin İran ilişkisinin mirasına sıkı sıkıya etkisini gösterdiği Ketayib Hizbullah Örgütünün izleri göze çarpmaktadır. Türkiye için Irak'ta PKK'ya karşı mücadelenin ekseninin, Türkiye-Irak sınırında zayıflatılmış taktik PKK varlığından, Suriye-Irak sınırı ile Kerkük-Tuzhurmatu hattındaki PKK-Ketayib Hizbullah ilişkisine kayması gerektiği görülmektedir. Bunun için de temel argümanın Ketayib Hizbullah örgütünün Irak, Bölgesel Yönetim, ABD ve Türkiye arasında ortak tehdit olduğuna dair bir mutabakata ihtiyaç duyulduğu söylenebilir.

@necdet4059