Mart 2011'den bu yana Suriye'de rejim ve muhalifler arasında mezhep savaşına dönen çatışmalarda İran başrol oynuyor.
Bölge ülkelerindeki Şiileri Suriye'deki savaşa yönlendiren Tahran, kimine para kimine özgürlük vadediyor. Suriye'de muhaliflere karşı çarpışırken esir düşen iki Şii Afgan'ın anlattıkları İran'ın Suriye üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor: Hapisten kurtulmak için savaşmaya gönderdiler... Türkiye Gazetesi'nden Osman Sağırlar, Suriye'de İran adına savaşan savaşçılarla görüştü:
Son 15 yılda Suriye'yi akrabalarımdan daha çok ziyaret ettiğim şüphesiz. Yine sınırdayım. Livai Tevhid'in komutanlarından Ahmet Zeydan ve Ahrarı Şam grubundan Abdulmelik, Sarmada'da beni bekliyor. Her biri yürüyen cephanelik görüntüsündeki mücahidlerle Halep'e doğru üç araç yola çıkıyoruz. Yol boyu kâh hızlanıyor, kâh yavaşlıyoruz. O bildiğim Halep yolundan çok farklı noktalardan geçiyoruz. Halep'in ayakta kalmayı başarmış binaları belirmeye başladığı anda Ahmet Zeydan telsizden “bi sur'a (hızlı)” diye anons ediyor. Nazım, oturduğu koltukta hedef küçültüp gaz pedalına sonuna kadar yükleniyor. Bir anons daha, “Hayalet binaların içindeki keskin nişancıların menzilindeyiz. Herkes farklı yönlere gitsin, adreste buluşalım.” Silahların emniyeti açılıyor, her araç farklı bir sokağa giriyor. Yarım saat kadar turladıktan sonra yarıdan fazlası yıkılmış bir bina önünde duruyoruz. Araçlardan inmemizle atış resitalinin başlaması bir oluyor. Etraftaki binaların duvarlarından parçalar dökülüyor. “Acele acele...” nidaları arasında binadan içeri kendimizi atıyoruz. Dışarıdan sızan gün ışığının aydınlatmakta zorlandığı merdivenleri üçer beşer atlayıp alt katlara yöneliyoruz.
Kimi gözleri bağlı kimi silahlı gençlerin arasında koridorlarda dolaştırılan esirlerle dolu geniş bir salondan geçip içerideki küçük bir odaya giriyoruz. Ben hariç neredeyse herkes birbirini tanıyor. Beni de “sahafi (gazeteci)” diye tanıtıyorlar. Burası geçen hafta Esad güçlerine ağır zayiat verdiren 200 civarında askeri esir alan Livai Tevhid'in Halep cezaevi...
ŞEBBİHA ÖFKESİ
Envai çeşit silahın arasına yerleştirilmiş sandalyelerden birine yönlendiriliyorum. Çay-kahve faslının ardından bıyıkları yeni terlemiş mücahidlerden birkaçıyla uzunca bir koridora yöneliyoruz. Demir kapıları sonradan kaynakla takviye edilen koğuşlardan birinden içeri adım atıyoruz. 50-60 Şebbiha (Esad'ın Şii gönüllüleri), halılar üzerinde sere serpe yatıyor. Fotoğraflarının çekilmesinden rahatsız oluyorlar, Yüzlerini battaniye ile kapatıp alabildiğine saydırıyorlar. Sataşmalar doruğa çıktığında koğuşu terk ediyorum. Bir diğer koğuşta ise, muhbirler ve hırsızlar var. Onların yaş ortalaması diğerlerine göre daha küçük. Varlığıma çok aldırış etmiyorlar. Kimi yemek yiyor kimi yaralarını pansuman etmek için dağıtılan ilaç sırasında... Her fotoğraf karesine girip zafer işareti yapmayı ihmal etmeyen bir iki tip etrafımdan silah zoruyla uzaklaştırılıyor.
Yabancıların olduğu bir koğuş, daha sıkı korunuyor. İçlerinde her milletten insan var. Burada fotoğraf çekmemem konusunda talepleri oluyor. Ancak cezaevi sorumlusu Ebu Abdullah, hafta içinde yakalanan yabancı askerlerden ikisinin sorgu için başka bir bölgeden cezaevine getirileceğini, istersem onların sorgusunu izleyebileceğimi söylüyor.
Yarım saat geçmeden başlarına çuval geçirilmiş, elleri arkadan plastik kelepçeyle bağlanmış biri kamuflajlı diğeri sivil kıyafetli iki kişi getiriliyor. Karanlık bir odadan içeri alınıp çuvallar çıkarılıyor. İçerisi önce telefon ışığı ardından akü yardımı ile aydınlatılıyor. Kendilerine yöneltilen soruları sadece Farsça bildiklerini söyleyerek cevapsız bırakıyorlar. Sağa sola haber salınıyor. Farsça bilen bir tercüman getiriyorlar. Video kayıtlarının da yapıldığı bir ortamda sorgu başlıyor...
KARAR ŞEHİT AİLELERİNİN
Saatlerdir süren sorgu bitmek bilmiyor... Tepemizde uçak dolandığını söyleyip güvenliğimiz için bölgeyi terk etmemiz gerektiği söyleniyor. Cezaevi sorumlusu Ebu Abdullah'a, bu esirlere ne yapılacağını soruyorum. “Biz şehit ailelerine haber gönderiyoruz. İsteyenlerle yüzleştiriyoruz. Eğer aile, esiri bağışlarsa onu takas etmek için karşı tarafa haber gönderiyoruz. Kısas isteyenlerin talebini yerine getiriyoruz.” cevabını veriyor. Ebu Abdullah, belirli aralıklarla karşı tarafa ceset verdiklerini ve kendi şehitlerini takas ettiklerini belirtiyor. İki Afgan esirin ise, karşı taraf için çok önemli olduğunu söyleyip, “Esad'ın elinde çok sayıda kadın ve çocuk esirimiz var. Yabancılar takaslarda ciddi anlamda elimizi güçlendiriyor. Bunlar da takas edilecek. Haber bekliyoruz” diyor.
Cezaevinden çıkıp belirli aralıklarla vurulan Halep'in molozdan kaybolan ara sokaklarında bir iki fotoğraf çekiyorum. Kararmaya yüz tutan hava ile birlikte sokaklarda kalan 3-5 insan da çekiliyor. Günlerdir yağmur bulutlarından dolayı Halep'i göremeyen rejim uçaklarına hedef olmamak için araçta ışık namına ne varsa kapatıyor; sabaha karşı Sarmada bölgesine ulaşıyoruz.
İRAN'IN ŞAM'A GÖNDERDİĞİ ESİRLER ANLATTI:
Savaşana ayda 700 dolar
Korku dolu gözlerle, titreye titreye kendilerini tanıtıyorlar. Biri Murad Ali 45 yaşında, diğeri Seyid Ahmed Hüseyni, 23 yaşında...
Kimsiniz burada ne işiniz var ?
M.A: Afganistan Mezarışerif'ten geldim. Hazara Şiilerindenim.
Esad'ın saflarına nasıl katıldın?
M.A : Afganistan'da harp vardı. İş yok, para yok. Çalışmak için İran'a geldim. Orada polis beni uyuşturucu kaçakçılığı suçundan yakaladı ve cezaevine girdim. 6 yıl hapis cezası verdiler. 1 yılı tamamlamıştım. İranlı bir komutan geldi. “Sen git Suriye'de 2 ay çarpış. Kalan 5 yıllık cezanı affedelim” dedi. Buraya geldiğimin 10. gününde yakalandım.
Para alıyor musun?
M.A: Beni affettikleri için para vermediler. Bunun karşılığında 2 ay çarpışmam gerekiyordu.
Esad'ın saflarında çarpışmak için kaç kişi geldiniz?
M.A: Biz cezaevinden çıktığımızda üç kişiydik. Uçağa getirdiklerinde 150 kişi olduk.
İran'dan kalkan uçakla Suriye'de nereye indiniz?
M.A: Şam'a indi. Oradan araçlarla Lazkiye'ye götürdüler.
Lazkiye'de kaldınız mı? Oradaki cephelerde çarpıştınız mı?
M.A: Lazkiye'ye indikten yarım saat sonra araçlarla Halep'e getirildik.
Suriye'ye gelirken beraberinizde silah getirdiniz mi?
M.A: Yanımızda silah yoktu. Halep'in Handarat bölgesine yani, savaşacağımız yere getirildiğimizde bize silah verdiler.
Handarat'ta kaç kişi vardı?
M.A: Afganlardan yaklaşık 150 kişi vardı. Orada başka yabancılar da vardı. Görebildiğim kadarıyla 200'den fazlaydı.
Siz hangi gruptaydınız?
M.A: Fatimi (Şii) adı verilen bir grupla beraberdik.
Orada başka hangi gruplar var?
M.A: İranlı, Suriyeli, Lübnanlı, Pakistanlı gruplar var.
Peki burada Müslümanları katlediyorsunuz? Kadınları dul, çocukları yetim bırakıyorsunuz. Cezaevinden kurtulmak için insan öldürüyorsun?
M. A: Allaha yemin ederim. Kimseyi öldürmedim. İran'da cezaevi şartları çok kötüydü, işkence yapıyorlardı. Özgürlüğüme kavuşmak, oradan kurtulmak için bu teklifi kabul ettim. Suriye'ye gelince Türkiye üzerinden kaçarım diye düşündüm.
Savaşmak istemediğini söyledin. İstemiyorsan Şam'dayken niye kaçmadın?
M.A: Buradan kaçmam mümkün olmadı. Suriye'yi bilmiyorum, yabancıyım.
Buranın savaş ortamını, halkın da Esad'a karşı savaştığını bile bile niye geldin? Öldürmeye geldiğin Müslümanların seni yakalayacağını hiç düşünmedin mi?
M.A: Hiç düşünmedim
Sen İran'da cezaevinde ne kadar kaldın?
S. A. H: Beni cezaevinden göndermediler.
Sen nereden buraya geldin?
S. A. H: İran'da çalışıyordum. Kendi isteğimle Seyyide Zeynep Türbesi'ni yıkanlara karşı savaşmak, cihat etmek için geldim.
Para alıyor musun?
S. A. H: İran parasıyla 2 milyon tümen (700 dolar) aylık maaş veriyorlar. Cephede olanlara İran para veriyor.
Ne zamandır buradasın?
S. A. H: 4 aydır burada çarpışıyorum. Handarat bölgesine geldikten 1 gün sonra yakalandım.
Senin olduğun yerde hangi gruplar vardı?
S. A. H: Sadece bir grup yoktu. Benim olduğum yerde Hizbullah, Pakistan'ın Zeynebi adı verilen bir grubu ve Suriyeliler vardı.
Çatışma olduğunda ön saflarda siz mi varsınız, yoksa Suriyeliler mi?
S. A. H: Tam olarak bilmiyorum. O esnada Suriyeliler nerede oluyor bilmiyorum.
Şebbiha nerede?
S. A. H: Yanımızda mı, başka yerdeler mi bilemiyorum.
Siz kimden emir alıyorsunuz?
S. A. H: Suriyeli komutanlardan. Ne İranlı ne de Afgan komutanlar bize emir veriyordu.
Bu kadar süredir buradasınız, neden kaçmadınız?
M.A: Sadece bir gündür buradaydım
Afganistan'da ABD'ye karşı çarpıştın mı?
S.A.H: ABD orada çok güçlü, onlara gücümüz yetmiyor. O yüzden Suriye'de cihat yapmaya geldim.
İkiniz birbirinizi tanıyor musunuz?
S.A.H: Hayır, birbirimizi cezaevinde gördük
Hangi silahları kullanıyordunuz?
S.A.H: Bizler sadece kaleşnikof kullandık. Başka silah kullanmadık.
Ailelerinize ya da buraya geleceklere ulaştırmak istediğiniz bir mesaj var mı?
M.A: İran küfür devletidir. Buraya Şialar kesinlikle gelmesin. Burada halk, Beşar'a karşı savaş yapıyor. Kimse buraya gelmesin.
Buraya öldürmeye geldiğin Müslümanların eline düştün. Size ne yapılmasını istiyorsunuz?
M.A: İslam dini, merhamet dinidir. Sizden merhamet, af bekliyorum.
Sen düşündün mü?
S.A.H: Ben mezhep için buradayım. Bana Seyyide Zeynep Türbesi'ni Sünnilerin yıktığını söylediler, onun için geldim.