Tahran Zirvesi'nin ardından geleceği okumak

Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Trocadero Forum Institute, Nişantaşı Üniversitesi
23.07.2022

Rusya'da yapılacak Astana Zirvesi'ne kadar geçecek zaman zarfında Türkiye'nin Suriye odaklı terör sorununun giderilmesi için Astana ortaklarının çaba göstermeleri gerekmektedir. Aksi halde Ankara'nın Suriye'nin kuzeyinde askeri operasyon gerçekleştirmesi bir olasılık olmaktan çıkar kesin olarak atılacak bir adıma dönüşür.


Tahran Zirvesi'nin ardından geleceği okumak

Bilindiği gibi, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan 19 Temmuz tarihli Tahran ziyaretini hem İran-Türkiye Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi yedinci toplantısına hem de Rusya Devlet Başkanı Putin'in de katılacağı üçlü Astana Zirvesi'ne katılmak için gerçekleştirdi. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan İran ve Rusya ile olan ikili ilişkiler zemininde işbirliği imkanlarını da zikrederek Suriye konusunda Ankara'nın yapmayı planladığı askeri operasyon ile ilgili zemin yoklama şansını da yakaladı.

Taraflar nerede?

Suriye gündeminin dışında ikili ilişkilerde taraflar bölgesel ve küresel meselleler bağlamında nerede durduklarını birbirine anlattılar. İran-Türkiye ilişkilerinde ticaret potansiyelinin geliştirilmesi bir ortak kazanç alanı olarak tanımlanırken Putin-Erdoğan görüşmesinde aylardır uğraşılan Karadeniz'de tahıl koridorunun kurulması için atılacak adımlar netleştirildi. Suriye özelinde yani Astana formatında her üç başkentin dünyaya vermek istediği farklı mesajların yanı sıra üç ülke liderinin vermek istediği ortak işbirliği görüntüsü büyük güçler rekabetinin kızıştığı uluslararası ortamla doğrudan ilgiliydi.

Biden'in Ortadoğu ziyareti

ABD Başkanı Biden'ın dört günlük son Kuzey Afrika-Ortadoğu ziyareti sonrasında, ABD yönetiminin verdiği mesajların Tahran ve Moskova tarafından okunmadığını düşünemeyiz. ABD'nin, İsrail ile beraber İran'ın nükleer güç olmasının engellenmesi konusunda kararlı olduklarını açıklaması ve Ortadoğu'da Rusya ve Çin tarafından doldurulacak herhangi bir boşluk bırakmayacakları yönündeki beyanları İran ve Rusya'nın doğal olarak tepkisini çekmişti. Dolayısıyla, Tahran Zirvesi, Tahran ve Moskova ikilisi için bölgede ABD'nin alan kapatma iradesine müsaade etmeyeceklerini göstermek için iyi bir fırsat olmuştur. Kısaca Astana zeminin yeniden canlandırılması söz konusuysa bugün bu zeminin üzerine oturduğu farklı bir küresel ve bölgesel jeopolitik çerçeve var.

İran yönetimi uzun bir süredir Batı menşeili yaptırımlar altında bir ülke olarak yaşıyor, bu yüzden Tahran iktisadi olarak ciddi bir sıkışıklık içerisinde yaşamaya devam ediyor. Obama döneminde bu sıkışıklıktan kurtulma umudunun İran'ı ABD/Batı/uluslararası toplumla beraber davranmaya yaklaştıracağı düşünüldü, Trump döneminde bu sıkışıklığın İran içerinde yaratacağı huzursuzluktan faydalanma beklentisi vardı. Sonuçta ABD yaptırımlar üzerinden istediği baskıyı Tahran'da yaratmayı başaramadı. Ancak Tahran'ın yaptırımlarla yaşamaya alışık olması iktisadi sıkıntının açtığı yaraların iyileşmesini sağlamıyor. 2015 tarihli İran nükleer anlaşmasının henüz yenilenmemesi ve Tahran'ın anlaşma ile ilgili taleplerinin kabul edilmemesi İran'ın atabileceği adımların istikrarsızlaştırıcı etkisi konusunda bölge ülkelerini endişelendiriyor. Bu bir fasit daire; bu endişeler nedeniyle Körfez, ABD, Israil ve bazı Kuzey Afrika ülkeleri arasında istişareler Tahran karşıtı bir söylemin bugün ve gelecekte önünü açıyor, bu da İran'ın huzursuzluğunu artırıyor. Bu bağlamda, ABD'nin son Ortadoğu turu bölgedeki İran etkisini hedef almış görünüyor. İsrail-Körfez-Mısır-Ürdün-Irak bağlantısının güçlenmeye çalıştırılması, bunu yaparken Tel Aviv'e eşitler arasında birinci olacak bir konum verilmesi ve İsrail çıkarlarıyla bağlantılı olarak İran'ın Suriye, Lübnan ve Irak'tan söküp atılmak istenmesi Tahran'ı ivedi olarak dengeleyici bir mekanizma bulmaya yöneltmiştir.

Tahran'ın Ankara'nın Suriye'nin kuzeyine askeri müdahale olasılığından rahatsızlık duyduğu biliniyor yine de Biden'ın ziyareti sonrasında ortaya çıkan tabloda kendisine yönelik Körfezden gelen normalleşme mesajları dışında İran'ın elinde sahayı radikalleştirmeden kullanabileceği fazla bir dengeleyici mekanizma yok. Bu nedenle İran her zamanki memnuniyetsizliğini korumasına rağmen son zirvede Astana masasının dağılmasını istememiştir. İran Cumhurbaşkanı Reisi Tahran'da yaptığı konuşmada hem İran'ın Suriye politikası özelinde hem de Astana'nın dengeleyici özelliğine yönelik mesajlar verdi. Özetlemek gerekirse; Reisi İran'ın (i) Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunmasından yana olduğunu, (ii) Suriye'nin geleceğinin dış müdahalesiz Suriyeliler tarafından belirlenmesi gerektiğini düşündüklerini, (iii) teröre karşı olduklarını, (iv) Fırat'ın doğusundaki işgale yani Suriye'de ABD varlığına karşı olduklarını, (v) İsrail'in Suriye'ye düzenlediği hava müdahalelerine karşı olduklarını, (vi) mültecilerin güvenli olarak Suriye'ye dönmelerini desteklediklerini ve nihayet (vii) Suriye meselesinin siyasi ve diplomatik yolla çözümünü desteklerini belirtmiştir. Bu niyetleri Suriye'nin toprak bütünlüğü ve sürdürülebilir geleceği altında toplamak şimdilik mümkün göründüğünden İran'ın gündeminin minimum seviyede Rusya ve Türkiye'nin gündemi ile Astana çerçevesinde örtüşmesi sağlanmıştır.

Rusya'nın Astana'yı koruma güdüsü

Ukrayna savaşının başlamasının ardından Rusya Batı'nın yaptırımlarına maruz bırakılmış ve dolayısıyla uluslararası camia içinde izole edilmek istenen bir aktör haline gelmiştir. Rusya'nın Ukrayna'daki hedeflerinden bağımsız olarak Batı tarafından sürdürülen bu siyasete cevabı genellikle iki biçimde oluyor. Bir yandan Ukrayna savaşının uzamasının Rusya kadar Batılı aktörler için de -hatta Batılılar için daha fazla olacak şekilde- pahalıya patlayacağını gösteriyor. Bu açıdan Rusya küresel ve bölgesel yönetişim sistemlerinin parçası olduğu için, bunları işlemez, esnek-kösnek işler hale getirerek nasıl bir maliyetin herkes için ortaya çıkabileceğini vurguluyor. Öte yandan küresel sistemin bir Batı sistemi olmadığının altını çiziyor. Gerçi Batı, yeni ittifak ve işbirliği modelleri geliştirerek Asya Pasifik'ten Afrika'ya, Güney Doğu Asya'dan Arktik'e yeni bir varoluş alanı tanımlamaya çalışıyor. Dolayısıyla Rusya her ne kadar Batı dışında Rusya ile ilişkileri kesmeye hevesli olmayan pek çok bölgesel aktör hatta Hindistan gibi Batılı müttefikler bulsa da Batılı ittifak sistemlerinin önereceği ödüllerle (silah ve teknoloji transferi, ticari bağlar, müttefiklik statüsü vb) cazip olabileceğinin de farkında. Bu bağlamda Moskova'yı zor bir görev bekliyor: Batılı işbirliği modellerinin dışında güvenlik üretebilen işbirliği modellerine dahil olabileceğini, bu bağlamda da uluslararası camiada yalnız kalmayacağını göstermek zorunda.Bu çerçeveden baktığımızda Rusya için Astana platformunun ve Tahran Zirvesinin önemli bir fırsat olduğunu görebiliriz. Rusya Federasyonu Başkanı Putin Ukrayna Savaşına rağmen Astana Formatında boy göstererek hem Suriye'de mevcut sorunun çözümünde hala önemli bir aktör olduğu mesajını vermeyi başardı hem de NATO'da öncelikli tehdit olarak ilan edilmiş bir ülke olarak bir NATO üyesi olan Ankara ile bu formatta işbirliği yapabildiğini kanıtladı. Özetle, Putin Rusya'sı, Biden'ın son Ortadoğu turunda ABD'nin Rusya'ya artık alan ve boşluk kaptırmayacağı iddiasına Tahran'da Astana platformu üzerinden "buradayım ve Suriye'de varım diyerek" cevap verdi.

Moskova ne vaat ediyor?

Rusya Devlet Başkanı Putin Tahran Zirvesi'nde yaptığı konuşmada Suriye'de çözümün siyasi ve diplomatik yolla halledilmesi gerektiğini belirtti. Bu bağlamda, Suriye'nin toprak bütünlüğüne ve dolayısıyla dışarıdan müdahaleye karşı olduklarının altını çizdi. Astana üçlüsünün, dış aktör vurgusunda parmakların ABD'ye döndüğü ve ABD'nin Fırat'ın doğusundaki varlığının sorgulandığı unutulmamalı. Ayrıca, Rusya Devlet Başkanı Putin'de tıpkı Reisi gibi Suriye'nin geleceğini Suriyelilerin karar vereceklerini ifade ederek Anayasa komitesi çalışmalarına destek vereceklerini belirtmiştir. Bilindiği üzere Astana diyaloğunun Cenevre süreçlerinde inisiyatifi ele almaları Anayasa komitesi çalışmaları üzerinden sağlandı. Rejimin bu çalışmalara yaklaşımı hep köstek olmak üzerinden oldu. İran ve Rusya'nın da Rejimin etki alanını önceleyerek Suriye siyasetinin ve Anayasa'sının geleceğine baktıkları aşikâr. Ancak bugün geldiğimiz noktada bu köstek olma halinin Fırat'ın doğusu ile ilgili temel meseleyi çözmediği, Rejim üzerindeki ekonomik baskıyı azaltmadığı yani Astana sürecine zarar vermek dışında bir işe yaramadığı da ortada. Bu noktada Türkiye'nin uyarısının not edildiğini anlıyoruz. Putin'in konuşmasında, Tahran'da yapılan ikili İran-Rusya görüşmelerinin oldukça başarılı geçtiği masajını vermek ihtiyacını duymasını da ilginç bulduğumuzu ekleyelim. Putin Rusya'nın İran'la enerji, savunma sanayi gibi pek çok kritik alanda işbirliğini geliştireceğini ifade etti, daha da önemlisi ikili ticaretin iki ülkenin milli paralarıyla olması için çalışacaklarını belirtti. Benzer şekilde İran-Türkiye, Türkiye-Rusya görüşmelerinde de ekonomik yönü öne çıkartılan kritik işbirliklerinin süreceği mesajı verildi. Moskova'nın Batı kaynaklı yaptırımlara karşılık elindeki havuçları işbirlikleri üzerinden sahaya süreceği mesajını buradan alıyoruz.

Sözler tutulacak mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan Astana Zirvesi öncesi Tahran'da yaptığı konuşmada çok önemli bazı noktaların altını çizdi: Sınır güvenliğimizi tehdit eden terör örgütünün 30 km geri çekilmesi ile ilgili mutabakatın henüz yerine gelmediğini ve bu nedenle Tel Rıfat ve Menbiç'in terör yatağı haline geldiğini belirtti; Ankara'nın istikrara yönelik çabalarına karşı Astana ortaklarından Türkiye'nin anlayış beklediğini vurguladı ve Türkiye'nin PKK saldırılarına karşı kayıtsız kalamayacağı sözünü verdi. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan Ankara'nın bu konudaki kararlılığını Suriye'den ''şer odaklarını söküp atacağız'' ifadesiyle netleştirmiştir. Bu ifadelerden Türkiye'nin Tahran'a gelirken çok net bir gündemi olduğunu, hassasiyet ve taleplerini kalın harflerle belirtmeye hazır olduğunu ve tarafları da Astana platformunun hayatta kalması adına Türkiye'nin taleplerini ciddiye almaya çağırdığını anlıyoruz. Astana Ortak Bildirisi'nde ortaya çıkan maddelere bakıldığında, tarafların öncelikle (i) Suriye'nin toprak bütünlüğüne vurgu yaptıkları, (ii) Suriye'de terörle mücadeleye destek vermeye devam etme sözü verdikleri, (iii) Suriye'ye insani yardımın yapılmasını önemsedikleri, (iv) Israil'in Suriye'ye yaptığı saldırıları kınandıkları ve (v) Idlib gerginliği azaltma bölgesindeki duruma atıf yaparak buradaki terörle mücadeleye devam edileceklerine dair kararlılık vurguladıkları görülüyor. Tahran Zirvesi sonunda, tarafların ortak görüşlerini yansıtan 16 maddelik Mutabakat Metnini yanı sıra, üç tarafın ortak kararı ile bundan sonraki Astana Zirvesi'nin- Rusya Devlet Başkanı Putin'in daveti üzerine- Rusya'da yapılmasına karar verilmiştir. Taraflar, ilaveten Tahran'da Suriye meselesine ek olarak, aralarındaki ortak siyasi ve ekonomik işbirliğini arttırmak isteklerini teyit etmiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Tahran Zirve Bildirisi akabinde, İran ve Rus Devlet Başkanlarının yaptıkları açıklamalarda Türkiye'nin Suriye kaynaklı terör endişelerini anlamış olduklarını görmekten memnun olduğunu ancak destek ifadelerinin sözde kalmaması gerektiği uyarısını yinelemekten geri kalmadığını görüyoruz. Buradan şunu anlayabiliriz; bugünden itibaren Rusya'da yapılacak Astana Zirvesi'ne kadar geçecek zaman zarfında Türkiye'nin Suriye odaklı terör sorununun giderilmesi için Astana ortakları, Rusya ve İran'ın ciddi olarak çaba göstermeleri gerekmektedir. Aksi halde Ankara'nın Suriye'nin kuzeyinde Tel-Rıfat ve Menbiç gibi alanlara askeri operasyon gerçekleştirmesi bir olasılık olmaktan, kesin olarak atılacak bir adıma dönüşür. Tabii, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik bir askeri operasyon yapma olasılığında etkili olacak bir diğer önemli faktör şu andaki jeopolitik ortamın değişip değişmeyeceği meselesiyle ilgilidir. Ukrayna savaşına fazlasıyla angaje olmuş bir Rusya ile şimdilik Suriye'de aralanan jeopolitik fırsat kapısının ne kadar sürece açık kalıp kalmayacağı bilinmemektedir. Sonuçta, Ankara tüm hesap ve değerlendirmeleri rasyonel bir çerçevede yapmaktadır, ancak hazır ve kararlı olduğu konusunda kimsenin şüphesi de yoktur.

Bölge ve bölge ötesine mesaj

Yeni Soğuk Savaş koşullarında, büyük güç rekabeti ortamında ABD veya benzer güçteki ülkelerin eskisi gibi müttefik veya ortakları üzerinde tam bir kontrol sağlayamadıkları bir süreçten geçiyoruz. Bu bağlamda orta veya küçük büyüklükteki ülkeler ABD veya diğer benzer ülkelerle aynı ittifak sisteminde olmakla birlikte karşıt ittifaktaki büyük güçlerle işbirliği yapabilecek mekanizmalar içinde de bulunabiliyor, hatta çoklu ittifak mekanizmalarının parçası olabiliyorlar. Böylece, orta-küçük büyüklükteki ülkeler kendilerine büyük bir güçlerden yönelecek tehditleri bir süre için dengeleme fırsatı edinebiliyorlar. İşte, 2017 senesinde İran-Türkiye-Rusya arasında kurulan Astana süreciyle Türkiye anılan tarihte Fırat'ın doğusunda ABD menşeili PYD tehdidini dengelemek ve dolayısıyla üçlü mekanizma ile Suriye sorununa çözüm sağlama ihtimalini yakalamıştır. Bu mekanizmanın zaman zaman çalıştığı ve duraksadığı anlar tabii ki olmuştur. Ancak, bugün Tahran'daki Astana Zirvesi'nde üç liderin el ele verdikleri fotoğraf uluslararası kamuoyu ile paylaşıldığı anda bölge ve bölge ötesi için bir mesaj verilmesini de hala bu platformun sağladığı görülmektedir. Mesaj, doğrudan Washington'a gitmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Tahran dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada bu konuya dikkat çekmiş ve ABD'nin Fırat'ın doğusundaki PYD varlığına son vermesi gerektiğini, Suriye'den çıkması gerektiğini söylemiştir. Bu mesajı Suriye'de çözüm sürecinin bir parçası olan meşru bir platform üzerinden vermek ve Fırat'ın doğusundaki oluşumun meşruiyetini sorgulamak, bunu tek başına dillendirmekten çok daha büyük bir etki yaratır. Doğru, Astana formatı şimdilik Ankara'nın terörle ilgili beklentilerine tam cevap verememektedir, bu yüzden operasyon olasılığı canlı bir şekilde masadadır. Ama Astana modeli Suriye'de Türkiye'nin ABD destekli PYD varlığına karşı itirazını meşrulaştıran ve bu itirazı güçlendiren bir dengeleme mekanizması olarak önemini korumaya devam edecektir.

[email protected]