19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Doğru okuma biçimi edinmenin yolları

Moby Dick’in, beyaz balinayı yakalamaya takıntılı kaptanın bu uğurda öleceği kehanetinin adım adım gerçekleşmesine dönük hikayesi okuru cezp eder cezp etmesine ama bu kadarıyla yetinmek, o uzun romanı bir satırını atlamadan ve yazarın anlattıklarını ıskalamadan okumak, seni doğru okuma biçimine eriştirir mi?

ERDİNÇ AKKOYUNLU18 Haziran 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Doğru okuma biçimi edinmenin yolları
Bir edebi metni yazarının anlattıklarını ve onun ötesinde anlamın kendi alt ve üst varlıklarını da kavrayarak anlamanın en etkili yolu, doğru okuma biçimi edinmekten geçer. Kişiye özel bir doğru okuma biçimi edinmenin, alın teriyle büyük bir servet edinmekten de zorluk olarak farkı yok. O yolun taşlarını, bu uğurda yapılan hatalar döşer. Ama bu yanlışlar insanı okumaktan öylesine soğutur ki, pek az kişi yolun sonunu görebilir ve doğru okuma biçimi edinebilir. Yolculuk esnasında ‘Ben artık oldum’ diyerek bırakanların tuttukları yanlış yollar nehrin bir süre sonra kuruyacak cılız kollarından başkası olmaz. Ki aslında en tehlikelileri de odur. İnsanı okuma nehrinin debisinde özgürce yüzme rahatlığından alıkoyan, derin görünüp sığ tehlikelerde okuru boğan yanlış anlam ve kurmaca tuzaklarıdır onlar. Nasıl ki doğanın rahatlatan güzellikleri kadar sinsi ölümlerle kuşatılmış sahte cennetleri varsa, edebiyatta da doğru okuma biçimlerini edinmeyenlerin içine gireni boğduğu mezarları var. Peki, dayanmaktan ve çabalamaktan vazgeçmeyip doğru okuma yolunda başarı kazanınca ne olacak? Sonrası yazmaya dair hiç yetenek olmasa bile doğru okuma biçimlerinin getireceği yetkinlikle doğru inşa edilmiş metinler kurabilen biri yapar seni. 
 
BEYAZ BALİNA GÖRÜNDÜ
 
İletişimde hedefe kendini doğru anlatmanın başarı şansı ampulü aydınlatan saç teli kalınlığındaki metalin elementlerin periyodik tablosundaki yerini bulmaya dönük çabanınkiyle aynı. Yani binde bir. Hiçbir zaman karşımızdakinin ifade etmeye çalıştıklarını tam olarak anlamasak da, iletişim kurulan yer, iletişim kurulan konu ve iletişim biçimi bize konuyu kavramak açısından fikirler verir. Aslında her konuşma ve okuma eylemi bir yapbozun kayıp parçalarını doğru yere yerleştirmeye ilişkin zamana karşı bir yarış. Çoğu kez de iletişimdeki inceliklerle uğraşacak vaktimiz olmadığından, bize kalıp sözlerle ya da yazılarla ifade edilmiş düşünceleri yine kalıplaştırdığımız düşüncelerle ele alarak iletişim kurma hali yaşadığımız şey. Aynı durum bir roman ve öykü ile kurulan iletişimde de geçerli. Moby Dick romanını okumadan önce hakkında internette biraz araştırma yapan okur, Herman Melville’nin metinde asla yakalanamayan büyük bir beyaz balinanın hikayesini anlatıldığını bilir. Bundan sonrası da o balinaya ilişkin metinleri okuduğunu sanarak yapılan bir okuma eylemine dönüşür. Gerçekte ise ne Melville bir beyaz balinayı anlatıyor romanında, ne de okur elindeki metinde bir beyaz balina görüyor. Evet, romanda yakalanamayan bir beyaz balinadan söz edildiği doğru ama bir edebi metne sadece ne anlattığının görüldüğü bir pencereden bakarsanız, tıpkı bir insana ne giydiğine bakarak vereceğiniz yargıya ulaşırsınız. Gerçekte ise, bir edebi metin üst anlamlarının dışında, aslında iç anlam galerilerinden oluşmuş bir dehliz mimarisiyle inşa edilmiştir. Ve elinde gezi haritasıyla yukarıda dolaşan okur, ancak İstanbul’a gelen bir turistin Tophane’deki Kılıç Ali Paşa Camii’ni dolaştığında Mimar Sinan hakkında edinebildiği kadar bilgiyi edinmiş olur. Sinan’ın sırrı Kılıç Ali Paşa Camii’ni 400 yıldır ikisi büyük olmak üzere sayısız depremde en küçük bir hasar görmeden ayakta tutan inşasında saklıyken, bunu ıskalayarak gelip geçmek kuşkusuz güzel bir turistik gezi olur. Ama o yapının mimarisine dair meraklı bir gözün ve zihnin öğrenmeye dönük çabası, kuşkusuz İstanbul tatilini ikonik fotoğrafların ötesine taşıyacak bir hale dönüştürür. 
 
CERVANTES’İ DUYMUŞ MUYDUN?
 
Moby Dick’in, beyaz balinayı yakalamaya takıntılı kaptanın bu uğurda öleceği kehanetinin adım adım gerçekleşmesine dönük hikayesi okuru cezp eder cezp etmesine ama bu kadarıyla yetinmek, o uzun romanı bir satırını atlamadan ve yazarın anlattıklarını ıskalamadan okumak, seni doğru okuma biçimine eriştirir mi? Sahi az önce neden Kılıç Ali Paşa Camii’den söz ettim ki, İstanbul’da turistler için görülebilecek pek çok başka ikonlaşmış tarihi eser varken? Eğer 1571’de yaşanan İnebahtı Deniz Savaşı sırasında İspanya ordusu askeri Miguel de Cervantes, Osmanlı askerlerine esir düşmese ve Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın kendi adına Mimar Sinan’a yaptırdığı caminin inşaatında çalışmasaydı, pekala şehrin mimari sanat tarihine dair bir yazıyı beklemek gerekirdi o yapıdan söz etmek için. Ama önünden her gün milyonların geçtiği ve otomobil egzozlarından çıkan dumanla kararmış taşları, esirliğin haracı olarak Cervantes’in taşıdığını bilirseniz yazıyı seküler bir sınırda tutmakla kalmaz, pekala  alt metinlerle dolu bir kurmaca dehlizine dönüştürebilirsiniz. Üstüne üstlük Cervantes’in bir kolunu kaybettiği o muharebeden ve İstanbul’daki esir günlerinden sonra İspanya’ya dönüp bu hikayenin de içinde olduğu Don Kişot’u yazdığını söylemek... Ayrıca yine aynı hikayeye Orhan Pamuk’un Beyaz Kale romanında atıf yapıldığını hatırlatmak da düpedüz yazıyı doğru okuma biçimleri sınırlarına taşır. Doğru okuma biçimi edinmenin her kişiye özel formülü olduğundan bir reçetesini yazmak elden gelmiyorsa da, metnin üst ve alt anlamlarına dair aynı anda yapılacak bir düşünsel eylemin bu uğurda pekala işe yarayabileceğini söylerim. Kaldı ki Moby Dick’in sonu başından belli hikayesini içeren bölümler, roman genelinde bir balinanın özelliklerinin anlatıldığı ansiklopedik bölümlerle hemen hemen denktir. Hatta metnin kurmaca bölümü daha azdır ama dünya yazın tarihinde ansiklopedi değil de roman olarak geçiyor. Sahi siz hala o beyaz balinanın hikayesini okumadınız mı? Ya da İstanbul’un post modern romanlarla olan ilişkisine inanmıyor musunuz? Peki ya kehanetlere? O zaman biraz bekleyin bakalım...