23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Dünyanın ağırlık merkezi değişiyor

Prof. Dr. Kadir Canatan dünyada hala küresel kentlerin Avrupa ve Amerika’da olduğu görülse de hızla Asya’da da küresel kentlerin ortaya çıkmakta olduğunu söylüyor. Bu durum, dünyanın ağırlık merkezinde kayma olduğuna dair bir gösterge. Global Cities 2016 raporuna göre dünyanın ilk 25’e giren küresel kentleri arasında tek Müslüman kent İstanbul. Yani İstanbul hem endişe hem de umutlarımızın merkezi olarak önümüzde duruyor.

HALE KAPLAN ÖZ 16 Haziran 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Dünyanın ağırlık merkezi değişiyor
lMüslüman dünyanın geçmişten bugüne geçirdiği değişimle nasıl hemhal olmaya başladınız? Neyi odağa aldınız, bu alanda yapılmış çalışmalardan hangi yönleriyle ayrışıyor çalışmanız?
 
Kentleşme bağlamında epeydir Üçüncü Dünya ve Müslüman dünyadaki gelişmeleri izliyorum. Öğrencilik yıllarımda Asya toplumlarıyla ilgili dersler almıştım. Pakistan ve Endonezya gibi ülkeler hakkında çok şey dinlemiştim hocalarımdan. Türkiye’ye döndükten sonra Müslüman dünyadaki kentleşmenin tarihsel arka planıyla ilgili bir makale çalışması yaptım. Sonra da devamını getirdim.
 
Toplumsal değişme konusuyla ilgili teorik çalışmalar var, ama Müslüman dünyanın geçirdiği değişim -özellikle kentleşme bağlamında- çok çalışılmış bir konu değil. Tarihsel bir süreç içinde konu incelenmiş değil. Sadece modernleşme ve Batılılaşma sürecindeki değişimlere dikkat çekilmiştir. 
 
Batılılaşmayla başlayan çelişki 
 
l Toplumsal piramidin tepesindekiler mi, tabanındakiler mi değişimi belirleyici Müslüman dünyada?
 
Her zaman siyasal, kültürel ve toplumsal elitler belirleyici oldu. Fakat 19. yüzyıla kadar elitler ile halk arasında dünya görüşü ve yaşam tarzları bakımından farklılık yoktur. Esas çelişki Batılılaşma ve Modernleşmeyle başladı ve giderek yukardan aşağıya toplumun değiştirilmesi için çaba sarf edildi. Günümüzde bu süreç önemli oranda devam ediyor. Demokratikleşme sürecinde bazı ülkelerde halk tekrar devreye giriyor.   
 
l Türkiye örneğinde nasıl peki?
 
Türkiye örneği, radikal değişime verilebilecek tipik bir örnektir. Türkiye örneğini Tunus ve İran gibi ülkeler izlemişlerdir. Fakat her üçünde de güçlü bir toplumsal dalga ve devrim gerçekleşmiş ve toplumsal taban, yani halk inisiyatifi ele almıştır. Oysa diğer Müslüman ülkelerde değişim daha makul bir çizgide ve fazla travmalar yaşanmadan yaşanmıştır ve yaşanmaktadır.  
 
l Bugün medeniyet kavramının hala net bir tanımı yapılamıyor. İslam toplumları için 12 yüzyıllık bir süreci kapsayan medenileşme süreci düşünüldüğünde bu kavramı nasıl tanımlamak gerekir?
 
Ben “Medenileşme” kavramını, Batı’dan gelen “Sivilizasyon” (Medeniyet veya Uygarlık) kavramından farklı bir içerikle kullanıyorum. Medenileşme, konar-göçer bir hayattan yerleşik bir hayata geçiş sürecidir. Bu tüm toplumların eninde sonunda içine girdiği bir süreçtir. İbn Haldun’a göre bedeviliği medenilik izler... Batı’dan gelen Medeniyet kavramı, daha doğrusu Fransızca sivilizasyon kavramının Osmanlıca karşılığı, ileri-geri kavramları çerçevesinde değer-yüklü olarak kullanılmaktadır. Batı’nın daha medeni ve ileri olduğu varsayılmaktadır. Bu ideolojik bir şartlanmışlıktır. Batılılaşma ve modernleşme süreçlerini meşrulaştırmak için düşünülmüş bir kavramsallaştırmadır. Bunun gerisinde ilerlemeci bir tarih felsefesi yatıyor.
 
1500 yıllık birikimden koptuk 
 
lİrfan peki, medeniyet kavramı ile nasıl ilişkilendiriliyor? Modern toplumda yeri var mıydı, küreselleşen dünyada olacak mı?
 
Cemil Meriç ve bazı yazarlar değer-yüklü ve ideolojik bir medeniyet kavramından uzaklaşmak için, bunun yerine ‘irfan’ veya ‘umran’ gibi kavramlar ileri sürmüşlerdir. Ancak bunların tam olarak yerine oturduğu söylenemez. Sorun nedir? Sorunu tarif etmeden tepki olarak yapılan işler pek tutmuyor. Kuzey Afrikalı düşünür Cabiri’ye göre İslam düşüncesinde üç eksen var. Bunlardan biri olan ‘İrfan’ tasavvufu ifade etmektedir. Bunun karşısında ‘Burhan’, yani felsefe var. Bir de asli gelenek olan ‘Beyan’ var. ‘Beyan’ tüm İslami ilimleri içeren bir üst başlıktır. Küreselleşen bir dünyada hepsine de yer var. Ancak biz Cumhuriyet ve harf devrimiyle köklü bir kopuş yaşadık. Henüz kendi köklerimizle ilişkilerimiz kurulmuş değil. 1500 yıllık bir birikimle bugüne ve geleceğe bakamıyoruz. 
l Müslüman modern olabilir mi? İslami düşünce modernite ile hangi alanlarda çatışıyor, nasıl felsefi zıtlıklar barındırıyorlar? 
 
Modernliği nasıl tanımladığınıza bağlı. Bence modernlik Batı’nın tekelinden ve tanımından kurtarılabilirse kendimize özgü bir modernlik olabilir. Bize Batı’dan alıntılanan ve “modernlik budur” diye dayatılan bir proje var. Oysa biz, sözgelimi İbn Rüşd’ün felsefe ve din bütünleşmesine dayalı projesine sahip çıkabilseydik, kendi modernleşmemizi sağlayabilirdik. İslami gelenekte sorun akıl ile naklin arasının açılmış olmasıdır. 18. yüzyılda bunu gören Katip Çelebi medreselerde nakli ilimlerin yanında akli ilimlerin okutulmamasını eleştirmektedir. Şu bir gerçek ki, ‘Beyan’ geleneğinde nakil aklın önüne çıkartılmış ve taklit temel eğilim haline gelmiştir.
 
‘Hikmet ve felsefe öz kardeştir’
 
İbn Rüşd’e göre akıl ve nakil çatışmaz, hatta aynı hedeflere doğru ilerleyen iki farklı yoldur. Onun deyimiyle “Hikmet (felsefe) şeriatın dostu ve aynı memeden süt emmiş (öz) kardeşidir.” Bu böyle olmakla birlikte, Müslüman dünyada felsefe ve akıl dışlanınca, din ile akılcılık birbirine zıt konumlar olarak değerlendirildi. Bu süreç 19. yüzyıldan itibaren aleyhimize çalıştı. Müslüman akıl ve akılcılık karşıtı olarak anlaşıldı. Modernleşmek için dini reddetmek gerekir diye düşünüldü. Tamam tarihin bize kurduğu bir tuzaktır..
 
l “Küreselleşme ve kentleşme üzerinden bir okuma yapmak gerekirse, dünyanın gidişatı Batı’dan Doğu’ya, Avrupa ve Amerika’dan Asya’ya doğru kaymaktadır” tespitini yapıyorsunuz. Bunun sebepleri ve muhtemel sonuçları üzerinde durmak gerek…
 
Bu görüşe dayanak olarak küreselleşen kentlerle ilgili verilerdir. Dünyada hala küresel kentlerin Avrupa ve Amerika’da olduğu görülse de hızla Asya’da da küresel kentler ortaya çıkmaktadır. Bu dünyanın ağırlık merkezinde bir kayma olduğuna dair bir göstergedir. Bunun sebepleri, ucuz işgücü başta olmak üzere maliyetleri aşağı çeken koşullardır. Sonuçları ise küreselleşmenin Asya merkezli olarak biçimleneceği şeklinde okunabilir. 
 
İstanbul umut ve endişenin şehri
 
l Global Cities 2016 raporuna göre dünyanın ilk 25’e giren küresel kentleri arasında tek Müslüman kent İstanbul. Yani Müslüman toplumdaki değişim ekseninde düşünürsek, buranın bir merkez olma özelliği var. Belki de maruz kalma... Bu iyi bir şey mi?
 
Küreselleşmenin bizi götürdüğü nokta hakkınca ciddi tartışmalar ve argümanlar ileri sürülüyor. Ama bence tıpkı modernleşme sürecinde olduğu gibi burada da avantajlar ve dezavantajlar var. İstanbul, 20. yüzyılın başından bu yana öncü kent olma özelliğini sürdürüyor. Fakat büyüyen bütün merkezler yaşanılır olmaktan da çıkıyor. Çelişkiler ve stresler artıyor. Patolojik durumlar artacak gibi görünüyor. Bu durumda İstanbul hem endişe hem de umutlarımızın merkezi olarak önümüzde duruyor. 
 
Dış güçler ve Müslümanlar
 
lSon iki yüzyıldaki değişimi izahta kullanılan ‘dış güçler’ söyleminin Müslümanları kendi tarihlerinin nesnesi konumuna ittiğini söylüyorsunuz. Bu yanlışa düşmeden nasıl bir modelleme yapmalı?

Müslüman dünyada değişim hep dışsal dinamiklerle olmadı. 19. yüzyıla kadar dinamikler içseldir. Batılılaşmayla birlikte “dış güçler” söylemi gelişti ve bu günümüzde düşünceyi felç eden bir düzeye erişti. Artık araştırma yapmanıza ve bilgi üretmenize gerek yok. Olan ve olacak tüm olayların gerisinde “dış güçler”in olduğunu söylemeniz yeterli. Bu tamamen spekülatif bir düşüncedir. Eğer dış güçlerin kim olduğunu ve nasıl olayları etkilediğini bilimsel olarak ortaya koymadan bu söylemde ısrarcı olursanız, bilgi ve düşüncenin hiçbir fonksiyonu yoktur... Kitapları, düşünce ve araştırma kuruluşlarını kapatabilirsiniz. 
 
Değişimi üç ‘M’ ile açıklayabiliriz
 
lKitabınızı “Geçmişten günümüze Müslüman dünyadaki toplumsal değişim, nasıl bir modelle açıklanabilir?” sorusunun cevabına hasretmişsiniz. Ben bu soruyu size yönelttiğimde cevaben hangi anahtar kavramlar öne çıkar?
 
Üç anahtar kavram üzerinden Müslüman dünyadaki değişimin incelenebileceğini iddia ediyorum. Akılda kalsın diye de bu üç kavramı üç M harfiyle ifade ettim: Medenileşme, modernleşme ve mondializasyon. Medenileşme sürecinin kitabını İbn Haldun yazdı. “Mukaddime” adlı eseri, geleneksel Müslüman toplumların, özellikle de Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun bedevilikten medenilik aşamasına geçişini anlatır. Bu süreç 19. yüzyıla kadar devam etmiştir. 19. Yüzyıldan itibaren modernleşme süreci başlamıştır. Modernleşme, Batı dünyasının geçirdiği büyük çaplı ve köklü değişimleri ifade eder. Bu büyük değişim süreci bize Batılılaşma olarak yansımıştır. Şimdi de Müslüman dünya yeni bir değişim sürecine tabidir, bunu Fransızca bir tabirle Mondializasyon olarak anıyoruz. Başka bir deyişle bu Küreselleşme kavramına karşılıktır. Küreselleşme tüm dünyanın yeni bir potada erimesi ve etkileşimidir.