19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Edebiyatın mükellef sofrası: Hodbinler

Hodbinler, ruhunu edebiyatla çok iyi beslemiş bir yazarın öncelikle Türkçe edebiyata ve dünya edebiyatına çıraklıktan ustalığa saygıyla, muzipçe bir şapka çıkarışı, saygı duruşu.

EZRA CEVAHİR16 Haziran 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Edebiyatın mükellef sofrası: Hodbinler
Söz konusu olan yazılı metinse ve bu metin kurguysa, yani hayali bir dünya kuruyorsa bize, nihayetinde beklentimiz ne olabilir ki? Merak, korku, duygu salınımları, öfke, heyecan… Son sayfaya geldiğimizde, tıpkı iyi malzemelerle ve usulüne uygun yapılmış bir yemekte olduğu gibi, damağımızda hepsinin toplamı tek bir tat kalır ya da duygu mu demeliyiz buna? Bu, kitabın usaresidir. İşte bu usare, hazdır. Kahramanımız trajik bir sona uğramış bile olsa, onunla kurduğumuz ilişki, önümüze serilmiş hayat dilimi, onu anlama imkânımızın olmuş olması, duygularını, zaaflarını, kaçınamadıklarını, kötülüğünü hissetmek, bunlar bizde bir anlam oluşturur ve bu anlam, benliğimizin sınırlarını genişletir. Haz, o anlamdan gelir. Bu bakımdan, edebiyatın sunduğu nitelikli bir hazdır. Tabii yemeğin hakkı verilmişse. 
 
Saruhan Doğan, Hodbinler’de tam da bunu yapıyor. Okura, skalanın olanca genişliğiyle haz vaat ediyor. Böyle bir tür telaffuz edilmiş midir bilmiyorum ama bu romanın türü için acıklı alay demek hiç de yanlış olmaz. Fakat gelin önce şu tespiti yapalım: Hodbinler, Halit Ziya Uşaklıgil, Ahmet Hamdi Tanpınar kuşağı romanının konusunu ve dilini ustalıkla ve bir bakıma onun mizahını yaparak dahil ediyor romana. Yani Hodbinler’i okurken Türkiye edebiyatının o döneminin lezzetine varıyorsunuz ve bunu bir duygu, duyarlılık deryasında yüzerken eğlenerek yapıyorsunuz. Diğer yandan, günümüzde yaşayan roman kişileriyle de günümüz dünyasının romanını yazıyor yazar. Hüznü ağır basan, belirsizlik, belki biraz hiçlik, sürüklenme, amaçsızlık, anlam duygusu eksikliği gibi alanlarda dolaşıyor fakat aynı zamanda kahramanlarımızın düştüğü acınası komik durumları gözlerimizin önüne sermekten de geri durmuyor. Bir diğer yandan, bu iki roman zamanını iç içe geçirecek fantastik bir kurgu oluşturuyor ki bu da yazarın istediği yöne hareket edebilmesi anlamına geliyor, yani soluk soluğa, sürprizlerle dolu, çok komik, çok heyecanlı, hüzünlü, aşklı, acıklı, erotizm dozu da olan müthiş bir maceranın içine atıyor okuru. Bu bakımdan, kitabın tanıtım metninde yer alan “Türkçe edebiyatın mirası üzerine kurulmuş mükellef bir sofra” teşbihinde hata yok.
 
Peki nedir hodbinlik? Yazar hodbinliği, hayattan zevk alamamak, başka bir ifadeyle, hayattan kâm alamamak olarak görüyor. Bulundukları daireden bir türlü çıkıp da ötekine ya da kendilerine ulaşamayanlar, kendi içlerinde, fantezilerinde hapsolmuşlar, sevemeyenler. Onların acıklı, komik maceraları.
 
TACİ’NİN BÜYÜK AŞKI
 
Gelin kitaba biraz giriş yapalım… Heveskâr bir genç yazar, hayranı olduğu büyük yazarı, yazarların yazarını onun romanlarında, tefrikalarında, onun hakkında yazılmış araştırmalarda arar fakat bir türlü tatmin edici bir sonuca ulaşamaz. Onun gibi duymak ve hissetmek, kalemini onun gibi ustaca oynatabilmek, o muhteşem söz oyunlarını, ustalıklarını yapabilmek, onun mirasını yaşatabilmek en büyük hayalidir. Bir arkadaşı, üstadın roman dünyasında yaşadığını, onu bulmak istiyorsa bir roman yazmaya başlamasını söyler. Böylece genç romancı, hemen bütün yazarların ilk eserlerinde olduğu gibi, kendi hayatından yola çıkarak bir roman yazmaya başlar. Aslında yaptığı, büyük üstadın büyük eseri Mihrabad’da Hodbinler’in günümüz ve kendi dünyasına karşılık gelen bir paralelini yazmaktır. 
 
G mektebinden beri arkadaş olan Sadık ve Halis bir borsa aracı şirketinde çalışmaktadır. Sadık dışa dönük, sosyal, hile yapmaktan çekinmeyen, marka giymeye, devrin adamı olmaya çalışan biridir, tıpkı büyük üstadın Mihrabad’da Hodbinler romanındaki Saci gibi. Halis ise içe dönük, anne babasıyla yaşayan, işyerinin çekmecesinde pötibör bisküvisi bulunan, hayatının merkezini okuldan beri sevdiği ve hiçbir zaman açılamadığı A Hanım’ın oluşturduğu soluk yüzlü sessiz çocuktur, tıpkı üstadın büyük romanındaki Taci gibi (Taci, Nazlı Hanım’a âşıktır). 
 
Genç yazar, ustayı arayışı içinde romanını bu üç karakter çevresinde örerken birden işler karışır. Büyük bir balo salonunda, muhteşem bir ziyafette genç yazarın hayran olduğu üstad Efgan’ın büyük romanı Mihrabad’da Hodbinler’in karakterleriyle genç yazarın roman kahramanları, birbirlerini görmeseler de bir araya gelirler. Artık yepyeni bir sahne yazılmıştır.  Genç yazarın yıllardır aradığı, uğruna roman yazmaya başladığı üstad-ı azam Efgan nihayet zuhur etmiştir. Bundan sonrası büyük bir macera, bir hercümerç olacaktır.
 
Şimdi de gelin sevgili okur, kitabın atmosferinden bir katre tadalım:
 
GÜNEŞ BOŞ DURUR MU
 
“A Hanım’ın yatak odasındayız. (…) Güneşin karşı kıyıya inen tepelerin üzerinden yükselip sıcak huzmelerini A Hanım’ın dünyanın bu en güzel su geçidinin mihverine kurulmuş dairesinden içeri gönderdiği bu tefekkür, terennüm, şecaat ve şükür saatinde tabiatın bütün bu nümayişinden bîhaber, dün gecenin rüyalarını görmekte olan A Hanım sol ayağının hem güçlü ve hem zarif, hem ne istediğini bilen ama hem de tereddüt dolu bir tekmesiyle örtüsünü üzerinden atıyor. Gecelik giymeyi hiçbir zaman sevmemiş, pijama giymenin mecburi olduğu leyli talebelik günlerinde hep kendi evinde geceliği olmadan uyuduğu gecelerin ve geceliği olmadan uyandığı sabahların hayalini kurmuş gençliğinin en güzel günlerindeki bu afet, pencereden odasına mütecaviz iki rakip âşık gibi dalmış Boğaz esintisi ve sabah güneşinin okşamalarıyla uyanmaya başlıyor. Önce rüzgâr ayak parmaklarına dokunuyor. İnce bileğe kadar bir daha hiç esmek istemiyormuşçasına yavaş, ağır, her ânın zevkine vararak ilerliyor. Oradan da yine hiç acele etmeden dize, dizin arkasındaki o çok özel çukura yürüyor adım adım, tane tane, öpüş öpüş. Ya güneş? Boş durur mu hiç o çapkın? Bugüne kadar bu dünyadan geçip de onun gözlerine görünmemiş, onun ışıklarıyla yanmamış bir güzel olmuş mu? A Hanım da insan varoluşunun bu en kadim avcısının rahlesinden geçecek elbet. Hele bu sabah. Hele bu saatte. Hodbince yaşadığımız şu hayatlarımıza ait arzu, ihtiras ve şehvet adına ne varsa huzmelerinde toplamışçasına pervasız, çoktan baldırlara ulaşmış bile. (…)”
 
Hodbinler, ruhunu edebiyatla çok iyi beslemiş bir yazarın öncelikle Türkçe edebiyata ve dünya edebiyatına çıraklıktan ustalığa saygıyla, muzipçe bir şapka çıkarışı, saygı duruşu.