23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Frankenstein’ın torununun torunu geldi

Frankenstein Bağdat’ta, her koşulda kendi canavarımızı nasıl yarattığımızı, onu yücelte yücelte nasıl başımıza bela ettiğimizi veya yeri geldiğinde nasıl da yerden yere vurmak zorunda kaldığımızı yepyeni bir bakış açısıyla tekrar görebilmek için eşsiz bir fırsat.

Ahmet Emin Mert12 Kasım 2018 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Frankenstein’ın torununun torunu geldi

Geçtiğimiz aylarda Başka Sinema’da ilham yüklü hayat hikayesini izleme fırsatı bulduğumuz İngiliz yazar Mary Shelley’nin bundan 200 yıl önce tamamen ilim irfan aşkına vücuda getirdiği Frankenstein kod adlı canavar Orta Doğu’nun göbeği Bağdat’ta tekrar gün yüzüne çıkıverdi. Fakat bu defa bir adam yaratmak ya da korku edebiyatını teknolojinin dahi erişemediği boyutlara taşımak gibi lüks arayışlardan sebep değil. İnsan gibi ölebilmenin bile ne kadar lüks olabileceğini vurgulama amacını güden toplumsal bir farkındalık yaratma ihtiyacından ötürü aramızda kendisi.

Hoş gelmiş, sefalar getirmiş demek ne kadar abesle iştigal gibi görünecek olsa da okur olarak romanın içine daldıkça bu kıvrak fikri hafif buruk bir heyecanla kucaklamaktan kendini alamıyor insan. Yıl 2005, Irak Savaşı devam ediyor, Amerikalılar dört bir yanda, patlamaların ardı arkası kesilmiyor, her yer kan revan ve ceset parçalarıyla dolu. Tüm bunlardan usanan Eskici Hadi, kendi çapında elini taşın altına koyuyor ve onun bacağını bunun kolunu toplayıp birleştirerek cesetlerden bir insan dikiyor. “Peki, ben niye öyle yaptım?” diyor sonra başından geçenleri dinleyicilerine izah ederken. “Bir çöpe dönüşmesin diye. Diğer ölüler gibi saygı görsün, onlar gibi toprağa defnedilsin diye ey ahali!”

İşte böyle meydana geliyor Eskici Hadi’nin İsmi Nedir adını verdiği yeni yaratık. Orada burada patlayıp duran bombalar yüzünden bedenlerini bulamadıkları ölülerini doğru düzgün gömemeyen bir halkın isyanı olarak... Bununla birlikte bu malum durumun dramına çok da derinlemesine dalmadan, gotik atmosferin canlılığına kendini kaptırarak yer yer başına buyruk bir espritüellikle maceradan maceraya akıp gidiyor hikaye. Eskici Hadi olup bitenleri anlatadururken dinleyicilerle birlikte okuyucular da bunların ne kadarının doğru ne kadarının uydurma olduğunu kestiremeyerek tatlı bir belirsizlik içinde şimdi ne olacağını merak ediyor. Zira İsmi Nedir birden bire sırra kadem basıyor ve hemen akabinde şehirde esrarengiz olaylar baş gösteriyor. Bu olayları aydınlığa kavuşturmaya çalışan gazeteci Mahmud... Yıllardır savaştan dönmeyen oğlunu beklerken karşısında yürüyen bir ceset bulan yaşlı teyze İlişva ve ne idiği belirsiz bir sürü ıvır zıvır asker... Kısacası tüm karakterler bir yandan romanın kurgusunu puzzle parçaları gibi polisiye bir masalsılıkta ilmek ilmek işlerken bir yandan da savaş ortamını farklı gözlerle bambaşka açılardan tüm gerçekliğiyle okuyucuya yansıtıyor.

Böylesi zekice bir fikirle karşımıza çıkan Iraklı yazar, şair, senarist, hatta yönetmen Ahmed Saadavi’nin Türkçeye Frankenstein Bağdat’ta şeklinde tercüme edilen bu fantastik romanı Uluslararası Arap Kurgu Ödülü de dahil birçok edebi ödüle layık görüldü. Arap edebiyatının o klasikleşmiş bin bir gece masalları tadındaki üslubunu dünya edebiyatının en can alıcı klasiklerinden biriyle harmanlayarak alışılagelmişin dışında bir tarz yakalayan Saadavi, Doğu’nun da Batı’nın da aynı anda dikkatini çekmeyi başarıyor. Tam ortada bir yerde yer alan biz Türk okuyucuların da maalesef hiç yabancısı olmadığı savaş adı altındaki saçmalıklar, roman boyunca gücünü gerçeküstülükten alan eğlenceli diyebileceğimiz bir yaklaşımla detay detay gözler önüne seriliyor.

Okuyucuya nihayetinde iki asırdır hiçbir şey değişmemiş dedirten Frankenstein Bağdat’ta, her koşulda kendi canavarımızı nasıl yarattığımızı, onu yücelte yücelte nasıl başımıza bela ettiğimizi veya yeri geldiğinde nasıl da yerden yere vurmak zorunda kaldığımızı yepyeni bir bakış açısıyla tekrar görebilmek için eşsiz bir fırsat. Romanın orijinal dilindeki ziyadesiyle mühim akıcı üslubu Türkçeye ustalıkla aktaran tercümesiyle de gönülleri fetheden bu taze klasiği elinizden düşürmeyecek, bir solukta okuyacaksınız.