25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Hanımın kolundan bilezikleri alıp ‘Haydi dergiyi çıkarıyoruz’ demeseydim...

Vefatının 30. yılında Cahit Zarifoğlu anısına bir kitap daha geldi: Zarifoğlu’nu Okumak. Hayatı anlamlandıracak şairane eylemlerin peşindeki bu cesur şairi ne kadar okusak, ne kadar konuşsak az...

SAMET GÖZCÜ10 Mayıs 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Hanımın kolundan bilezikleri alıp ‘Haydi dergiyi çıkarıyoruz’ demeseydim...
Zarifoğlu’nu Okumak, vefatının 30. yılı vesilesiyle Cahit Zarifoğlu’na dair yeni bir şeyler söylemek derdinde olan hakikatli bir çalışma. Neslihan Demirci’nin editörlüğünde yayına hazırlanan ve Küre Yayınları tarafından okurla buluşturulan kitapta, Türk edebiyatının mihenk taşlarından biri olan Zarifoğlu’nun sanatı ve düşünce dünyasını, yine kendi eserlerinden hareketle bugünün yazarları yeni perspektiflerle açımlıyor. Aslında kitabın isminden de anlaşılacağı gibi bu, bir yeniden okuma girişimi. Kitabın ilk bölümünün başlığı: Zarifoğlu Şiirine Dair. Bu bölümde Yalçın Armağan, Mehmet Sümer, Metin Kaygalak, Hasip bingöl ve Hayriye Ünal’ın değerlendirmeleri var.
 
Zarifoğlu’nun şiir anlayışı bu metinlerde incelikli bir işçilikle irdeleniyor. Ünal’ın şairdeki ‘fay hattı’ tespiti dikkat çekici: “Şiirler’de katmanlı bir şiir yapısıyla karşı karşıyayız. Bu durumda katmanların birbirinden ayırd edilebileceği ayrıt çizgilerinin izini sürmek gerekir. Bunlardan ilki, somutluğa düşkünlükte ortaya çıkar. Genel görünüşte dünyası manevi bir karakter gösteren şairin somut düşkünlüğü, şiiri ortadan kırık bir fay hattı gibi yararak geçer. Şiire ikircikli ve çekici bir taraf kazandıran bu somutçuluk; cam, taş, ağaç, demir, kemik, elmas, mızrak vb. katı ve yoğun nesnelerin şiirde bir zorunlulukmuşçasına neredeyse bilinçsizce belirip durmasında izlenir. Şiirin –çoğunlukla- çatılmamış bir kurgu gibi görünmesinin sebebi, şüphe içermeyen manevi zemin üzerindeki bu ikircikli enkaz görünüşüdür.”
 
ETKİLENME ENDİŞESİ
 
Zarifoğlu’nun İkinci Yeni ile arasında bağ var mıydı? Bu akım içinde anılmaktan hoşlanır mıydı peki? Bu sorunun cevabını da Yalçın Armağan’ın makalesinden okuyoruz. “Zarifoğlu kendi şiiriyle İkinci Yeni şiiri arasında bağ kurulmasından pek hoşnut değildir. Bir söyleşisinde kendisinin “şiire başladığı yıllarda İkinci yeni denilen şiir(in), en görkemli dönemini yaş(adığını)” söyler ve ekler: Zaten birden bire yaşadı ve bitti. Bazı yorumculara bakarsanız benim şiirimde o atmosferin etkisi varmış.” Bazı yorumcuların analizlerini doğru bulmadığı anlaşılan Zarifoğlu başka söyleşilerinde de bu konuya değinir. Yalnızca kendisi değil onunla söyleşi yapanlar da, Zarifoğlu ve İkinci yeni arasındaki bağdan hoşnut olmadıklarını belli ederler. (...)  Zarifoğlu’nun İkinci Yeni ile anılmayı istememesi dünya görüşündeki farklılık ve meseleye yaklaşımı nedeniyle açıklık kazanıyor. Bu açık ve nedenden daha öte Zarifoğlu’nun İkinci Yeni şiirinin uzağında konumlanmak istemesi Harold Bloom’un ‘etkilenme endişesi’ kavramı açısından daha anlaşılır hale geliyor. Bloom’a göre her şair kendinden önceki büyük şairleri aşma endişesi duyar ve şiirsel yaratıcılık bu endişenin ta kendisidir. Bu endişeyi aşmanın yollarından biri kendiden önce geleni silmek ya da görünmez kılmaktır.Bu noktada Zarifoğlu’nun İkinci Yeni’den (özellikle Cemal Süreya’dan) kaçması kendi şiiri için elzemdir.” 
 
Ve metinlere dair eleştirel yazılar, değerlendirmeler... Bu bölümde şairin, üzerine çok da kalem oynatılmayan metinleri merceğe alınmış.  Hasanali Yıldırım’ın bu bölümde yer alan ‘İns: Bir Ruh Seyahatnamesi’ başlıklı yazısı, İns hikayesine esaslı bir bakış niteliğinde: “Kafka’nın ünlü Değişim’ini hatırlatan şaşırtıcı bir tarzda başlar “İns”. Ne ki “İns”te yazar, Kafkaesk meramını iki cümleye yayma gereksinimini hisseder: ‘İns karanlık dolu bir gecede sessizce doğdu. Hemen büyüdü ve başka dağları, ovaları, ırmakları, kaplayan geceyi ve gündüzü yerlerinde görmek üzere tek başına atını, keçisini ve kadınını hazırladı.’ Birbirini bütünleyen bu iki cümlelik giriş ibaresinin ilk dikkat çeken özelliği, ancak klasik anlatılarda karşımıza çıkan fakat zaman zaman sayfalara yayılan tasvir kudretini üç satıra sığdırabilmesi. Cümleyi sıradanlıktan kurtaran birimlerse elbette ‘dolu’ ve ‘sessizce’ kelimeleri. Buyurunuz ispatı: “İns karanlık bir gecede doğdu”. Birden ilkokul fişi düzeyine düştük, değil mi? Şair farkı; evet.”
 
BABAMLA TANIŞMAMIZ
 
‘Zarifoğlu Anısına’ başlıklı son bölüm kitabın soft tonlarla yazılmış kısmı. Betül Zarifoğlu’nun ‘Babamla Tanışmamız’ yazısı mutlaka konu edilmesi gereken bir bölüm. “Babamla tanışmamız onun vefatından çok sonralara denk gelir” diye başlıyor yazı... Onun ne kadar ayrıcalıklı bir baba olduğunu vurgulamaya sanırım lüzum yok. “Benim babam farklı” düşüncesi de daha çocuk yaşlarda oluşmuş Betül Zarifoğlu’nda: “Bizim için baba, çocuklarıyla oyunlar oynayan, onlara masallar anlatan, namaz kıldıran, Kur’an öğretmeye çalışan, kızlarının saçlarını örebilen biri demektir. Perşembe akşamları namaz kıldırıp dualar eden, peygamber kıssaları anlatan kişi, babadır. Çoğunlukla vaktini kitaplar, kağıtlar ve daktilo arasında çocuklarıyla geçiren; zarif, kibar, düşünceli biridir.” 
 
Akif Emre’nin büyük şairi dostlukla andığı yazısından bir bölümle bitirelim: Kimi sanatçılara hele şairlere özgü, hayattan kopuk, hayata dalgın bakan biri olmadı; hayatı anlamlandıracak şairane eylemlerin peşindeydi. “Eğer hanımın kolundan bilezikleri alıp, ‘Haydi dergiyi çıkarıyoruz’ demeseydim, bizimkiler hala ‘bir dergi çıkarsak ‘ demeye devam edeceklerdi” Şairler kadar cesurdu.