19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

İyi bir hikâyesi olan insan neredeyse kraldır

Unutmanın Genel Teorisi, ilk olarak evinin kapısına ördüğü duvarı, sonrasında hayatına ördüğü duvarı yıkan Ludo’nun değişimi üzerinden bir ülkenin, insanların, hayatın değişimini anlatıyor.

TUĞBA ÇAĞLAR12 Temmuz 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
İyi bir hikâyesi olan insan neredeyse kraldır
Savaş her haliyle yıkıcı, her haliyle insanlık dışıdır. Bu olguyu hepimiz tartışmasız kabul ederiz. Kendi topraklarımızdan ne kadar uzakta olduğuyla ilgilenmekten çok, yok olup giden canlar için yanar canımız. İki ülke arasında yaşanan savaştan çok daha yıpratıcı olan ise bir ülkenin kendi içinde yaşadığı iç savaştır. Nitekim bu savaşın kazananı, kaybedeni yine o ülkenin insanıdır ve beraberinde birçok şeyi götürür.  
 
Angola’dan seslenen bir yazarın sesine kulak veriyorum bu kez. Uluslararası Dublin Edebiyat Ödülü ile taçlandırılmış kitabı Unutmanın Genel Teorisi ile tanıyorum José Eduardo Agualusa’yı. Hiç bilmediğimiz bir coğrafyanın izini sürerken yazı dilindeki başarı ile bizi sürece kolaylıkla dâhil etmeyi başararak savaş gerçeği ile yüzleşmemizi sağlıyor. Savaşı konu edinen kitaplardan farklı bir yol izliyor yazar. Gerçek etkisinin de burada yattığına inanıyorum. Eser boyunca ne patlayan bir bombaya ne de silahın kanlı yüzüne tanıklık ediyoruz. Sadece seslerini duyurmakla yetiniyor yazar. Aksine tecrit duygusu işliyor yüreğimize. O tecridin dayanılmaz ağırlığı okuyucuyu bağlıyor kendine. 
 
Ludovica Fernandes Mano’nun tecridi bir başka roman kahramanını aklıma getirdi. Stefan Zweig’in Satranç kitabının başkahramanı Doktor B. savaş içinde yalıtılmışlığını şu şekilde özetlemişti: “Bize hiçbir şey yapmadılar, bizi tümüyle hiçliğin içine yerleştirdiler çünkü bilindiği gibi yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.”
 
Ludovica, savaştan önce ve sonra yaşadıklarıyla hiçliğin içinde sürüklendi, hiçliğin baskısı ile mücadele etti, bir anlam aradı.
 
BİR KÖPEĞİN HAYALETİ
 
Tecritten kurtulması teklif edildiğinde ise “Benim toprağım burası. Başka bir yurdum yok. Benim ailem bu çocuk, şu dışarıdaki mulemba ağacı, bir köpeğin hayaleti,” sözleriyle 1975’ten 2002’ye kadar devam eden yıkıcı ve sarsıcı süreci hissettirdi iliklerimize kadar.
 
Eserin sürprizlerle dolu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ludovica –ki eserde daha çok Ludo adıyla anılıyor- ablası ile Angola’ya gider. Ülke sömürgeden kurtulmak için adeta onların gelmesini beklemiştir. İsyan hareketi başlar ve Ludo tamamen yabancı olduğu bir ülkede iyice kabuğuna çekilir. İç savaş nedeniyle insanlar Angola’yı terk eder, yaşadıkları apartman gitgide boşalır. İsyan günlerinin yankısı devam ederken kız kardeşi ve eniştesi bir davete katılır. Ancak saatler geçmesine rağmen onlardan haber alması mümkün olmaz. Eniştesinin Angola’ya alışma sürecinde kolaylık olması için hediye ettiği köpeği Fantasma ile yapayalnız kalır. 
 
Kendini korumak için evin çekmecesinde bulduğu silahla adeta tetikte bekler. Nitekim eve girmek isteyen bir yabancıyı öldürür. İnsanlardan korkan Ludo için evi sığınaktır. Sığınağını korumak zorundadır. Ancak korkuları ile de yüzleşebilecek kadar cesaretli değildir. İhtiyacı olan tek şey yalıtılmışlıktır. Bu nedenle ev kapısının olduğu yere duvar örer. Dışarıdan bakıldığında orada bir daire olduğunu kimse anlayamaz. 
 
ISINMAK İÇİN KİTAP
 
Duvar ona bir nebze huzur getirse de yiyecek ve içecek gibi temel sorunlarla baş etmek zorundadır. Bu nedenle avluda bitkiler yetiştirir, su depolar. Savaşın karanlık yüzü yavaş yavaş ortaya çıkar, zamanla su ve elektrik kesilir. Ludo için mücadele boyut değiştirir. Angola’ya taşındıkları ilk zamanlar eniştesinin zengin kütüphanesiyle büyülenirken ısınma ihtiyacını bu kitaplar aracılığıyla gidermeye başlar. Mobilyalar, kitaplar hayatta kalabilmesine hizmet eder. 
 
Konuşmaya ihtiyaç duyar. Bu nedenle günlük tutmaya başlar. 23 Şubat 1976’da ilk kez günlüğünde şunları kaleme alır: “Bugün hiçbir şey olmadı. Uyudum. Rüyamda uyuduğumu gördüm. Ağaçlar, küçük hayvanlar, bir böcek topluluğu rüyasını benimle paylaşıyordu. Hepimiz oradaydık, koro halinde rüya görüyorduk, küçük bir odada kalabalıkmışçasına karşılıklı fikir alışverişinde bulunuyorduk, kokularımız iç içe geçiyordu ve birbirimizi sevgiyle okşuyorduk. Hatırlıyorum, hem ağına yaklaşan bir örümcek, hem de o örümceğin ağına takılıp kalmış bir sinektim. Kendimi güneşte açan çiçekler, rüzgârın taşıdığı polenler gibi hissettim. Uyandım ve yalnızdım. Uyurken rüyamızda uyuduğumuzu görüyorsak, görebiliyorsak, gözümüzü açtığımızda da daha bilincinde olduğumuz bir gerçekliğe uyanabilir miyiz?”
 
Yıllar geçer. Ludo dış dünyadan bihaber günlük tutmaya devam eder. Sayfalar tükenir, evin duvarları yeni günlüğü olur. Mobilyasız bir eve ruh veren tek şey belki de duvarlardaki yazılardır. 
 
Açlık anlarının zirvelerinde köpeği ile birbirlerini dikkatlice süzerler. Hayatta kalmak için avluya gelen güvercinleri avlamayı keşfeder ve güvercinin midesinden çıkan elmasları… Bir süre sonra köpeği ölür ve Ludo’nun evinde artık iki hayalet dolanmaya başlar. Angola’da köklü değişiklerin hiçbirinden haberdar değildir Ludo. Romanın birinci bölümü olarak nitelendirebileceğimiz bu olay örgüsü yaklaşık 30 yıl sürer…  
 
Ludo’nun yalnızlığı hayatına sızan minik bir çocuk Sabalu aracılığı ile son bulur. Sabalu, onun sığınağının duvarlarının tek tek yıkılması için gerekli enerjiyi ona sunar. Ludo’nun sırları ile gerçek dünyaya açılma vaktidir. “Hatalarımız bize doğru yolu gösterir. Belki de unutmaya ihtiyacımız vardır. Unutmayı denemeliyiz.” sözlerini de Sabalu sayesinde ifade edebilir.
 
Unutmanın Genel Teorisi, hiçbir zaman gökyüzüne bakmayı sevmeyen Ludo’nun bir anlamda biyografisi niteliğindedir. “İyi bir hikâyesi olan insan neredeyse kraldır,” diyen José Eduardo Agualusa, Sabalu’nun teslim ettiği günlükler ve Sacramento Neto’nun fotoğraf arşiviyle gerçeği ve kurguyu çok katmanlı bir anlatım ile ortaya koyarak Ludo’yu krallaştırmayı başarmıştır.