20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Okurlukta hamallıktan kurtulmanın yolları

Dostoyevski’yi okumanın bir sırası vardır: Başlangıç Beyaz Geceler’dir. Ardından bir kısa roman İnsancıklar gelir. Bu kısa ve keskin romanı Yer Altından Notlar gibi bir deprem takip eder. Sonra ilk büyük Dostoyevski romanını okumaya hazır olur...

ERDİNÇ AKKOYUNLU11 Ekim 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Okurlukta hamallıktan kurtulmanın yolları
Okumak bir eylemdir. Hatta yazmaktan daha önemli bir edebi eylem. Ama hep yazmak kutsanır. Yazar olmak çok önemli bir sıfattır da, okur olma unvanı nedense kişiyi tatmin etmez. Galiba bunda doğru okuma formüllerini uygulamamanın etkisi büyük. Bulduğu her şeyi okumak zorunda olan bir Anadolu kasabasının kitabın eni konu temin edilebildiği yoksunluğundan bugün en ücra yerlerin artık internetten verilen siparişlerin kargo hizmetleriyle ücralıktan çıkarıldığı günlerdeyiz. Okumamanın kitaba ulaşamama mazereti ortadan kalktığına göre kimse bahsetmese de, Türkiye’de okuma eğrisi de yukarı doğru tırmanıyor. Ve bu sıçrama kimseyi mutlu ya da tatmin etmiyor olacak ki, hiç kimse ifadesi içinde bir zerre bırakmayacak kadar doldurarak söz edilmiyor bu durumdan. Neden böyle oluyor diye garip şeyler düşünmekle ve yazmakla meşhur ben kafa yorarken şöyle aydınlanıyorum: Okur, kendine ait bu şanlı sıfatı göğsünü gere gere kullanmıyor çünkü okumanın karmaşık yollarında doğru bir rehber bulup, ışığın ruhunu aydınlatacağı o büyük buluşmayı bir türlü yaşayamıyor. 
 
Okumak bir eylemdir ve okuma kararını vermek, bu eylemin ilk hem de en önemli adımıdır. Sadece bu cesur kararı kutlamak ve kutsamak da yetmez. Okurun bu sıfatı her daim ona neşe ve heyecan verecek şekilde içinden dileklerini gerçekleştirecek bir cin çıkmasa da Alaaddin’in lambası gibi okşayıp, tozunu alması gerekir. Metaforlara ve imgelere ara verip dost gibi samimi konuşursak eğer, Türkiye’de okurların kendini profesyonelleştirmek yerine rüzgar nereye götürürse kaderini orada arayan Orta Çağ denizcilerinin tutumundan kurtulması gerektiğini söylemek gerek. Alınmanın burada geçerliliği yok. Türkiye’de okur hamaldır. Kitabın zor bulunduğu günlerde başlayan entelektüel birikim böyle olmazsa sanki değerli bir eylem olmayacakmış gibi nesillerden nesillere değişmeden armağan edilmiş. Ama zor elde edilen bir kitabın mutlaka okunması gerektiğine dair de ocağı mahveden bir incir ağacı dikilmiş. Bu ağacın en tatlı meyvelerini popüler edebiyat yayını yapan ve o yayınlara imza atanlar yiyor. Bizim hamal okur eline aldığı sepetiyle kitapçı zincirlerinin çok satanlar raflarının kökünü kuruturken, Türkiye’nin okumaya ilişkin entelektüel makinesinin çarkları dönsün diye ona ekonomik bir yakıt sağladığını düşünerek gururlanıyor. 
 
TÜRK OKURA ÖZEL
 
Oysaki üzeri tozlanmadan çantasına atıverdiği romanların çoğu popüler bir diyetin insanı okuma obezi yapan abur cuburundan başkası değil. Hal böyle olunca nasıl ki tek yönlü bir beslenme kişinin sağlığını bozuyorsa, bu hamal okurluk da kişiye hiçbir belirti vermeden her şeyini elinden alan sinsi bir hastalık gibi ruhunda yürüyor. Fakat bir şehirde herkes aynı hastalığa yakalandığında hastalık nasıl doğallaşır ve hasta olmayanın durumu anormal sayılırsa, bugün popüler bir edebiyat tüketicisi olmayanların durumu sağlıklı kalmanın hastalığını yaşayanlarla aynı.
Türkiye’de hem okur olmak hem de hamal gibi sırtında aslında kendi edebi zevkine hiç uymayan onca popüler yükü taşımasına sebep olmayacak bir yol benimsek mümkün değil mi? On binlerce okur eski tariflerle yapılmış edebi yemeklerin kendilerini sağlıklı kılacağını varsayarak sahafların tozunu alıyor. Sahafların varlıklarını kitap zincirlerine teslim etmediği Beyazıt ve Kadıköy’de biraz dolaşınca bu toz ciğerine her doldukça öksürmek de mümkün pekala, bakmayı değil görmeyi sevenler için. Yine de onların durumları da pek hoş değil. Türkiye edebi tarihinin başlangıcından beri bir popüler edebiyat tarihi olduğunu kabul etmek istemeyenlerin eskiyle bu antika sevmeye dayalı romantik ilişkisi de kişiyi iyi bir edebiyat diyetiyle tanıştırmaz. O yolun çıkmazlarından erken dönmüşün bu sözlerine kulak verilirse eğer, en doğru okuma yönteminin kendi tarzını bir an önce belirlemek olduğunu söylemek bir ukala cesareti sayılmamalı. Olsa olsa okur sıfatını göğsünde gururla taşımanı isteyenin bir iyilik dileğidir bu. Peki her şey dilemekle mi mümkün? Bu konuda bazı yolları göstermek pekala şart.
 
DOĞRU LİSTELER
 
Hemen her okurun yapacağı ilk iş, ismini duyduktan sonra Dostoyevski ile tanışmaya dönük olur. Ama yapacağı karışık bir okuma eylemi onun faydasına olmaz. Dostoyevski’yi okumanın bir sırası vardır: Başlangıç Beyaz Geceler’dir. Ardından bir kısa roman İnsancıklar gelir. Bu kısa ve keskin romanı Yer Altından Notlar gibi bir deprem takip eder. Sonra ilk büyük Dostoyevski romanı okumaya hazır olur okur. Budala bu iş için biçilmiş kaftan. Devam edecekler için ardından Kumarbaz gibi otobiyografik bir eser gelir. Ve nihayet Cinler, Suç ve Ceza ile Karamazov Kardeşler. Eğer Dostoyevski dünyası bu sıralama ile okunursa yazarın dünyası ve yazı ile olan ilişki daha iyi öğrenilir. Hatta okur, edebi zevkini çok daha iyi geliştirir. Öteki türlü bir Dostoyevski beslenme rejimi karanlık odada fili yoklayarak hayal etmekten farksızdır. Okur için bir şeyi tam değil de eksik görmek kadar da bunaltıcı bir şey olamaz.
 
Sıra okur olmanın alınmazsa olmaz rütbelerinden Oğuz Atay’a gelince, durum daha çetrefilli bir hal alır. Önce Korkuyu Beklerken ile başlamak gerekir. Türk edebiyatının bu en iyi öykü kitabının arkasından Tehlikeli Oyunlar romanı okunmalı. Ve romanın fazlalıklardan arındığında hangi mükemmelliğe varabildiği görülmeli. Atay’ın finali Tutanamayanlar’dır. Bu ilk romanı en son okunursa yarım bırakılmaz ve elden düşmez. 
 
Yaşar Kemal için de aynı şey geçerli. İnce Memed demeden önce Türk romanının Ağrı Dağı, imgenin ve roman ikliminin ders kitabı Yer Demir Gök Bakır okunmalı. Ardından Batı tarzında romanın Anadolu’cası Demirciler Çarşısı Cinayeti gelir. Sonra Deniz Küstü ile yunus katliamı ve İstanbul anlatısı özümsenir, Sarı Sıcak ile öyküleri hatmedilir. İnce Memed’in büyüsü Yaşar Kemal’in tadı bir çiçeğin özü gibi okurun tüm damarlarına işledikten sonra alınmalı. Ardından da tüm yapıtları okunmalı. Marquez’de de kural önce o büyük cinayetin anlatısı Kırmızı Pazartesi, ardından On İki Gezici Öykü ve sonra Yüzyıllık Yalnızlık’tır. Marquez’i anlamak için en zor ama zevkli sorudan başlamak gerekmez. Böyle yapılsa da olur, ama tersi seni zevk sahibi yapar ve hamallıktan kurtarır.