Bir düşünün ırk, din, millet veya coğrafya şartları hiç önemli olmaksızın, dünyanın her yerinde yaşayan insanların, sadece masallar dinleyerek başladıkları o küçük ve masum hayatları, hiç durmaksızın ilerleyerek nerelere varabiliyor? Üstelik ne olduklarını bile anlayamadan başlarına gelen bütün o şeylerin arasında, onlar daha çok az şeyin farkına varabilmişken … Sonra birden eğer yeterince şanslıysa, kendisini duvarları soğuk renklere boyanmış bir hastane koridorunda buluyor? Buraya neden geldi sorusunun hiçbir karşılığı yok, çünkü asıl soru bir kenarda bekliyor: Bundan sonra ne yapacak? Yani, insanoğlu, yaşayıp ölmüş bütün o bilgelerin genellikle “mutluluk peşinde koşma” diye adlandırdığı bu “yaşama” meselesinin üstesinden nasıl geliyor?
Yazarımız bu nokta şu cümleyle araya giriyor: “Uyuyan Güzel, yeryüzünde hiçbir kitap, hiç kimsenin hayatını değiştiremez. Değişmek bir süreç gerektirir Uyuyan Güzel. Ama önce uykuda olduğunun farkına varıp uyanman gerekir, değişebilmek için, hatta dönüşebilmek için…”
Evet, daha kitabın ilk satırlarından itibaren yazarımız kendisi hakkında bilgiler vermeye başlıyor. Yaşamının onu sürüklediği pek çok deneyim ve (başka insanlar için sanki daldan dala uçuşmalarmış gibi görünen, ama aslında) insanı nereye gidilmesi gerekiyorsa oraya gitmek zorunda bırakan, kader çıkışlı rastlantıların gücü, neredeyse metnin her satırına yansımış durumda. Bu yüzden de kitap bir türlü sakinleşemeyen içsel temposuyla birlikte, zaman zaman hızlanarak kendi yolunda ilerlerken, okurunu da peşinden sürüklemeye çalışıyor. Aslında bir yandan da onun kendisine ayak uydurmasına yardım ediyor, ama o kadar; çünkü hayatın ya da hayata dair anlatılacak en küçük şeyin bile hiç kimseyi bekleyecek zamanı yok.
Asıl amaç ise belli. Okura veya en azından okurlardan bir kısmına “yaşamımızı belirlemeye çalışan şeyleri, daha önemlisi bir an için bile olsa kafası kaldırıp, “içinde bulunduğu sıkışmışlık hissi”nden çıkması sağlayacak yolları işaret etmeye uğraşmak.
Şöyle diyor İkbal Bayrak: “Bir de ‘Büyüyünce ne olmak istiyorsun’ diye sorulduğunda hiç düşünmeden cevap veren içimdeki küçük kıza sorayım bunu, bakalım o ne diyecek, dedim. Sordum, fakat her şeye bir cevabı olan o küçük kızdan ses seda yoktu. Bu mümkün değildi. Çünkü o konuşmayı çok severdi. Durmaksızın saatlerce konuşurdu. Acaba bir şeyler söylüyor da, ben duyamıyor olabilir miydim? Evet, evet durum buydu. O kadar eskilerde bırakmış, o kadar uzaklaşmıştım ki ondan, duyamıyordum sesini artık. Peki neden? Bir sebebi olmalıydı…” İşte o sebepleri aramak için çıkılan bir yolculuk belki de Aç Gözünü Masal Bitti.
ORTAYA KARIŞIK YA DA CROSS-OVER
Alfa Yayınları kitabı “roman” serisinin içinde basmış. Fakat aslına bakılırsa İkbal Bayrak, dilimizde pek eşine rastlanmayan bir yazım biçimi seçmiş. Bununla birlikte yurtdışında epeyce yaygınlaşmaya başlamış bir yöntem bu. “Cross-over” diyorlar, çaprazlama yani. “Roman, deneme, popüler bilim, psikoloji, felsefe vs, canınız ne isterse” sevdiğiniz (daha doğrusu amacınız için kullanmak istediğiniz) türlerinden birer tutam (gerektiği kadar) alınıp, bunların (sadece ve sadece) yazarın aklındaki biçimi oluşturacak şekilde harmanlanması.
Aç Gözünü Masal Bitti de böyle bir metin aslında. Türünün ismi hemen verilemiyor. Sonuçta ortaya roman kurgusuyla ilerleyen, ama inceleme, psikoloji, masal veya kişisel gelişim kitaplarından anlatılanlarla beslenmiş ve rotasını her an değiştirebilen bir yapı çıkmış durumda. Hatta yazarımız bununla bile yetinmeyerek araya serpiştirdiği atasözleri ve özlü sözler sayesinde okuru tamamen kafasındaki rotaya sokup gezdirme yolunu seçmiş. Tıpkı sakin bir akşamüstü çıkılan gezintilerde olduğu gibi, yazar sanki hep yanında görmek istediği okurunu koluna takmış yürüyor. Nereye varacaklarını sadece metnin ani yönlenmelerinin belirleyeceği bu yolculukta, kesin olan şeylerden biri de yazarın koluna taktığı veya yan yana yürüdüğü okurundan ayrılmaya pek niyetinin olmadığı.
DERİN UYKUDAN UYANMAK İÇİN
Gerçeği söylemek gerekirse yazarının da zaten belirli tür sınıfları içinde kalma gibi derdi yok görünüyor. Kendi sözleriyle açıklamasına izin verirsek: “Benim amacım, sana şimdiye kadar ailenin ve toplumun dayattığı gibi birtakım bilgileri dayatmak falan değil. Tek amacım, edindiğim bilgi birikimimi, seni dürtüp sarsarak uyandırabileceğim bir araç olarak kullanmak. Çok derin bir uykuda olduğun için sadece seslenerek seni uyandırabilmem mümkün değil çünkü.” Yine yazarımızın anlattığı bir öyküye kulak verelim: “Bir gün iyilik ve kötülük deniz kıyısında karşılaşmışlar ve birlikte denize girmeye karar vermişler. Elbiselerini çıkartıp yüzmüşler, sonra kötülük kıyıya dönüp iyiliğin giysilerine bürünmüş ve kaçmış oradan. İyilik de denizden çıkınca kendi elbiselerini bulamamış ve çıplak olmaktan utandığı için mecburen kötülüğün elbiselerini giymek zorunda kalmış. Ve o gün bugündür, insanlar onları birbirine karıştırırlarmış.”
Sonra mı ne olmuş. İşte sonrasını da ancak İkbal Bayrak’ın yazdığı Aç Gözünü Masal Bitti kitabının satırları arasında bulabilirsiniz. Ve yalnızca kendiniz arayıp bulabilirsiniz, bir başkası değil. Çünkü en başından beri yazarımızın anlatmaya çalıştığı şey bu. Siz, yalnızca siz, bir başkası değil.
Bazı kitaplar kendilerini anlatır, bazılarınıysa başkaları anlatır. Bu yazının konusu olan kitapsa ilk gruptan, yani okura kendini anlatmak için birilerinin açıklamalarına ihtiyaç duymayan türden bir çalışma.
Aç Gözünü Masal Bitti
İkbal Bayrak
Alfa Roman