16 Nisan 2024 Salı / 8 Sevval 1445

Yüreğimiz bir okka çiçek

İsmail Karakurt: “Ağaçların felsefesini, duasını, zikrini, sesini kattım hep sadeliğime, kuytuma, içimden doğana. Bana iyi geliyor “yüreğimi bir okka çiçek” yapan bu hal, bu konuşma, içime bir güzelliği yerleştiriyor. İnsan kalan herkese de iyi geleceğini düşünüyorum”

HALE KAPLAN ÖZ9 Ağustos 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Yüreğimiz bir okka çiçek
İlk şiir kitabı Simurg, 1992 yılında Yazarlar Birliği Şiir Ödülü’ne layık görülen şair İsmail Karakurt’tan yeni bir şiir kitabı geldi: Çiçekli Yazma. Hece Yayınları tarafından okura sunulan kitabın hareket noktası doğa ve aşk. “Tabiatla konuşmayan insan kendisiyle konuşamaz. Kendisiyle konuşmayan içindekini susturur. Ruhumdaki fırtına, kaburgalarımda hissettiğim ağrı ve gönlümü titreten ses şiire dönüştü Çiçekli Yazma’da” diyen şairin ağaç konuşmalarından çok etkileneceksiniz.
 
l Doğanın şarkısı, insanın yazgısıyla elele şiirlerinizde. Neden bunca ağaç konuşması, neden “yüreğimiz bir okka çiçek”?
 
Şiir bir yazgı, bir nasip işidir. Başka bir deyişle kendimi ifade etme sebebimdir. Tabiat, mesafeler, bozkır benim yazgımdır. Yozgat’ta, bir köyde doğdum. Kırlarda dolanmayı severdim, bahçelerde olmayı. Yemlikler, çiğdemler topladım. Peygamber çiçeklerinden bileklikler yaptım. Hayvanları otlattım. Okulumu, arkadaşlarımı, Osman dayımın Almanya’dan getirdiği kurşun kalemleri, kimin verdiğini hatırlayamadığım tahta çantamı çok sevdim. Buğday tarlalarının arasında yürüdüm, ılık rüzgârlar yüzümü yaladı. Serçeler, tarlakuşları yoldaşım oldu. Otları, iğde çiçeklerini andıran kurumuş hardal çiçeklerini inceledim; sütleğenleri, devedikenlerini, çıtlıkları… Güneş çok öptü beni, uçurumları takip ettim. Dünyanın en güzel müziği başakların hışırtısından geliyor biliyor musunuz? Bu sesi defalarca dinledim. Her dinleyişim bir incelik, sabır kattı bana. Yaprakların açılımını merak ettim. Beton ve naylonun hayatımızda tam yer almadığı, şehirlerin büyüsünü kaybetmediği, daha şiirin ne olduğunu bilmediğim zamanlarda, kırların sonsuzluğunu seyrettim bir çocuk bakışıyla; metafiziğini, gerilimini, dinginliğini, sesini, ulumasını dinledim tabiatın. Böyle anlarda ruhun ucu bucağı olmuyor. Ovaya yazıya gitmeden, tabiatla konuşmadan duramadım. Bana, önüme bir coğrafya, bir çığır açtı bu konuşmalar. Bir gerilimi, bir heyecanı, bir fırtınayı yaşadım. Tabiatla konuşmayan insan kendisiyle konuşamaz. Kendisiyle konuşmayan içindekini susturur. Ruhumdaki fırtına, kaburgalarımda hissettiğim ağrı ve gönlümü titreten ses şiire dönüştü Çiçekli Yazma’da. Bozkır benim ruhumdu, bende kökleşti, şiirime yansıttım ruhumu. Attar’ın Ağaçla Konuşması gibi mesela. Çocukluğumdan birikenlerin yanı sıra Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu’nun “Dostluk” üzerine yaptığı harikulade konuşma da ilk okuduğumdan beri etkili oldu ağaçlarla selamlaşma, ağaçlarla konuşma ve ağaçlar üzerine yazma konusunda. Hani ne diyordu: “…insan fikre dost olunca tarihe, coğrafyaya, ormana da dost olur, ağaca da dost olur.” Evet, ağaca dost! Dost selam verendir, aynı yola çıkandır, konuşandır, dertleşendir. Ağaçların felsefesini, duasını, zikrini, sesini kattım hep sadeliğime, kuytuma, içimden doğana. Bana iyi geliyor “yüreğimi bir okka çiçek” yapan bu hal, bu konuşma, içime bir güzelliği yerleştiriyor. İnsan kalan herkese de iyi geleceğini düşünüyorum. Böyle daha yaşanır oluyor dünya.
 
l Şiirinizin sesini böylesine lirik bir tınıya büründüren mekânsal bağlamı sanırım. Duvarların olmadığı bir şiir bu... Ne dersiniz?
 
Ne güzel bir tespit efendim: Duvarların olmadığı bir şiir! Bir, ne yaptığını bilmek güzel şey. İki, uzun bir süreç bu. Otuz yıllık. Şiir de tarih gibi, medeniyet gibi uzun bir süreç meselesi. Bütün birikimler belli bir süreç istiyor. Mesela şiirde söyleyişin, geleneğin bir çırpıda ortaya çıkmadığı gerçeğine ulaşırız. Beni harekete geçiren şey o ilk an, bir cüret, bir çarpmadır. Bu cüretle, bu çarpmayla tabiatta yakaladığım sesi lirizme, ruhumdan bilince doğru akan bu şeyi lirik bir tınıya dönüştürerek sözümü uzun bir zamana yaymaya çalışıyorum. Şiir öyle bir dil ki, canımızın içindeki alevi, ruhumuzu koşturacak mekânları ve dokunacağı yürek zarını mutlaka buluyor. Hani baştan söyledim ya, ben bozkırın havasıyla, bozkırın gökyüzüyle gezen bir adamım. Özellikle bozkır, çocukluk, merhamet, gurbet, keder, bunaltı değil ama bu, yalnızlık olmazsa olmaz tematik unsurlardır şiirimde. Bunları göz ardı etmeden okurda bir iz bırakmak, tat bırakmak için kendime göre duru bir dil ile şiiri yazıyorum. Bana Türkçedeki lirik duyuş daha makul geliyor. O kanalda buldum kendimi, dilimi, şiirimi. Şiire bakışımın bir sonucu olarak, şiirimin sesini lirik bir tınıya ve estetik bir kumaşa büründüren mekansal bağlamdan bunun anlaşılması gerekiyor.
 
l Çiçekli Yazma dördüncü şiir kitabınız. Onu diğerlerinden ayrı tutan bir hikâyesi var mı merak ediyorum...
 
Çiçekli Yazma’nın uzaklarda çiçek açan ayrı bir hikâyesi var ama o hikâye bende kalsın. Çiçekli yazma, şiirsel çağrışımın, imge gücünün, duygu değerinin yanı sıra yerliliğin, Anadolu kimliğinin folklorik özelliklerinden. Eskiden ergenliğe girmiş, evlilik yaşına basmış kızların simgesi yazmaların sosyal bir dili vardır. Bu dil ile kızlar, “ben artık evlenebilirim, bana görücü gönderebilirsiniz” mesajını verirdi. Zaman içinde kadınlarımızın, kızlarımızın ruhlarını, göçebe ruhlarındaki fırtınayı, yüzlerce yıllık yazgılarını, gurbetten okuduklarını, sırlarını, yaralarını, özlemlerini, emeklerini, nazlarını, sevdalarını bütün renkleri ve etkileyiciliğiyle yansıtır hale gelmiştir oyalı, çiçekli yazmalar. Kuşdilini bilmeyenler, rüyaları yorumlamayanlar bunca uçan kuşa, bunca kervana rağmen bir iğne deliğinden geçip bu mahrem dili bilemez. Bu dil, içimde gezdirdiğim hikaye, bende bir şiir yazma arzusu olarak doğdu. Bu arzu Çiçekli Yazma ile bir metne, bir varlığa dönüştü.
 
l “Gide gide bu ülkenin şiirine varırsın” bu çok coşkulu bir ifade ve şiirinizin ufkuna ya da sınırlarına dair ipuçları barındırıyor...
 
Sevgi hareket noktası. Şiir sevmeyi öğretir insana. Kötülüğe dur, der. Ülkemi seviyorum. Bunda şiirin de katkısı büyük. Ben Türküm ve bu ülkenin şiirini yazdığımı düşünüyorum. Türkçe, bir nasip işidir. Türkçe yazmak, Türk’çe duyuştur! Bozkırda açan yaban çiçeklerinin, ağaçların, serazat yılkıların, artık göklerimizde uçmayan turnaların, kayalıklardan sıçramayan ceylanların şiirini yazdığımı düşünüyorum. Bunlar da bu ülkenin hakikati ve şiiri. İllaki darbeden, şehadetten, hamasetten bahsetmek gerekmiyor. Şefkat, merhamet, vefa, dostluk, sevgi, saygı gibi erdemlerdir aslolan. Ben bunun hakikat olması için bazen ovada, bazen yazıda yabanda bir sesi takip ettim, uluyan bir sesi. Bir kayanın üzerine çıkarak ya da alıç ağacın gövdesine yaslanıp o sesi duymak Hızır’la buluşmak gibi bir şeydi. O ses Hızır’dı ve size bu ülkenin sesini, dilini ve şiirini verecekti. Neticede Türk şiiri nasip işidir. Çiçekli Yazma, benim açımdan bir nasip meselesi. Türk şiiri içindeki varlığımın bahanesi. 
 
l “Bazı Sözcükler” şiirinde şairleri kader, nasip, gök, bulut ve yol gibi takip eden sözcüklerden bahsediyorsunuz. Kader gibi takip eden sözcüklere gelince susuyorsunuz, neden? Başka şiirlerde de şairlerden alıntılar, isimlere göndermeler söz konusu. Kaynaklarınızı, biraz da bunları konuşsak…
 
Yerine göre susmak da şiirdir. Ama ben susmuyorum ki? Bu sözcükler benim adıma farklı farklı şiirlerde konuşuyor zaten. Söz konusu şiirde, benim zihniyetimi, şiir zevkimi ve hassasiyetimi, başka bir ifadeyle şiir izleğimi temellendiren sözcükleri topladığım kabul edilebilir. Çünkü bu sözcükleri kazıyarak gidiyorum şiirime. Her sözcük, dokununca kokusunu yayan fesleğen gibidir. Dokundukça kendimi bulduğum, ruhumla örtüşen sözcüklerden, imgeye dönüştürülmüş yeni bir dil, yeni bir evren çıkıyor ortaya. Bu sözcüklerin şiirini yazarak temalarımı ele veriyorum. Ben bunlarla varım, daha ne olsun?
 
Ülkemin has şairlerine, yazarlarına ön yargısız yaklaştım, onları elemeden okumaya çalıştım. Dünya şiirini de. Yerli ya da yabancı müziği de şiirlerime konuk ettim. Yunus’tan Karacaoğlan’a, Sezai Karakoç’tan Cahit Zarifoğlu’na, Sohrab Sepehri’den Lorca’ya, Abbas Sayar’dan İlhami Çiçek’e, Muharrem Ertaş’tan Bayram Bilge Tokel’e, Feyruz’dan Yasmin Levy’e Lhasa de Sela’dan Marissa Nadler’e birçok isim bana enerji verdi, beni harekete geçirdi, şiirimi besledi.