19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Necip fazıl gençliğimden beri peşimi bırakmadı

Star Gazetesi’nin Necip Fazıl Ödülleri töreninde Necip Fazıl’ın ‘Surda Bir Gedik Açtık’ şiirini besteleyip seslendiren Yücel Arzen, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği üzerine iki kez sahne almıştı. Törenin ardından sosyal medyada yoğun ilgi gören eserin ortaya çıkma hikayesini Arzen ile konuştuk. “Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiiri gençlik çağlarımdan beri peşimi bırakmadı” diyen usta müzisyenin sura karşı koyup rüzgara boyun eğenlere karşı da söyleyecek sözü var.

ZEYNEP TÜRKOĞLU24 Aralık 2017 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Necip fazıl gençliğimden beri peşimi bırakmadı

- Necip Fazıl gibi çok etkili ve sevilen bir şairin çok bilinen, benimsenmiş sözlerinden hareketle şarkı yapmaya girişmek iddialı bir şey değil mi?

Bir sanatçı bazen doğadan, bazen de başka bir sanatçının yaptığı üründen hareketle yeni bir eser ortaya koyabilir. Mesela, doğadaki bir görüntü sizi çok etkilemiştir, tuvalin başına geçip o anı resmetmek isteyebilirsiniz. Duyduğunuz bir ses, bir duygu, bir film ya da bir şarkı size yeni bir melodi çıkarma isteği verebilir. Kurtulamadığınız, dayanamadığınız şeyler vardır. Kimi şiirler, kimi görüntüler. Bunlarla hesaplaşmanız, bunu göze almanız lazım. Benim için bunlardan bir tanesi Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiiridir. Muhteşemdir. Gençlik çağlarımdan beri peşimi bırakmamıştı. Bir gün tekrar kendini çağırdı. Piyanonun başındaydım, melodisi çıktı. Daha sonra onu Funda Arar okudu. Kıymetli ağabeyim Özhan Eren ile prodükte ettiğimiz bir çalışma oldu. 

- Hatırlattığınız Kaldırımlar’da da, son bestenizde de müthiş akış var… Zaten şiir olarak iddialı iken giydirilen beste de o bütünlüğün içinde erimiş. Bu çok zor olmalı…

Doğru. Atilla İlhan’ın An Gelir şiirini bestelemem istendi. Halbuki daha evvel Ahmet Kaya tarafından bestelenmiş ve kabul görmüş bir şarkıya dönüşmüştü. Yapmam gereken şey bu şiiri başka bir pencereden okumaktı. Şiiri müziklendirmek demek, okuma şeklini değiştirmek demektir. Önceki formu yıkmalısınız.

ZAMAN BENDEDİR, MEKAN BANA EMANETTİR

- Necip Fazıl şiirinin tamamını değil, gençliğe hitabının bir cümlesini alarak yaptınız şarkınızı. Nasıl karar verdiniz?

Artık Necip Fazıl Ödülleri dört yıldır yapılagelen, geleneğe dönüşen bir şey. Yapımcı arkadaşlar benden seremoni için giriş çıkışlarda ve yine tören sırasında ödül alanlar için hazırlanan mini belgesellerde kullanılmak üzere müzikler istediler. Bu yılki konsepti de “Gençlik ruh işidir” sözüyle tanımlamışlar. Ben de ister istemez Necip Fazıl’ın “Bir gençlik…” diye başlayan ünlü gençliğe hitabesine kaymaya başladım. Çok güzel; “…Zaman bendedir ve mekan bana emanettir şuurunda bir gençlik…” Hiç öyle geçmişe, geleceğe, başka birine tahvil etme artık bu işi. Bu iş sendedir ve murad edilen sensin. 

- Beste ve o ruh işini Necip Fazıl’ın dediği yerden görebilmek için ne kadar süre çalıştınız?

Necip Fazıl yeni değil benim için, ben O’nu okurum, bilirim de… Gençliğe Hitabe’yi de bilirdim ama kısmet bugüneymiş. O bildiğiniz sizi bir gün bir yerde yakalar, avlar yani. Sizin de açık olmanız lazım. Nihayetinde elimdeki bu metni bir şarkı sözüne dönüştürdüm. Fakat yapı bir beyitle tamamlanıyordu; “Surda bir gedik açtık…” Oraya gelince işler çözüldü. Solist ile koro arasında bir konuşmaya çevirdim. Solist sorsun ‘Mukaddes mi?’ diye, koro heybetli bir şekilde cevap versin, ‘Evet mukaddes.’ Ama bence ikinci mısra daha etkili; Ey kahpe rüzgar, artık ne yandan esersen es! Surda bir gedik açılmalı. Sura karşı konulmalı. Zaten hayat, yaşıyorum demek karşı koymaktır. Ben buradayım demektir. Boyun eğilecekse eğer, rüzgara boyun eğilmeli. Melodide de o var. Sura karşı koyar ama rüzgara boyun eğer. Rüzgarın kahpeliği de bu dünyaya ait oluşundandır. Bence Necip Fazıl da o yüzden böyle sıfatlandırmıştır. Hasılı dombra ile başlar, sonra ezgi mehtere döner.

‘BU KADAR MI’NIN HİKMETİNİ HERKES DÜŞÜNMELİ 

- Dombra, mehter, solo, koro… Nasıl olur da bu kadar çok katman çelişmiyor? Bir arada tutan ruh ne?

Bunu bilseydi bütün sanatçılar aynı derecede ürünler yapardı. İstek, hedef bu. Ama denk düşme sizin tasarlayabileceğiniz bir şey değil. Şarkıyı yazdık. Arkadaşlar ‘Çok güzel oldu hocam, o gece sahnede okumalısınız’ dediler.

- O ana kadar şarkı, sahne fikri yok muydu?

Hiç böyle bir hedef yoktu. Ben sadece müzikleri yapacaktım. Şarkı çıkınca iş başka bir yere evrildi. Ezber şu; sanatçı şarkısını söyler, izleyici de alkışlar. Sanatçı selamını verir sonra kulisine gider. Ama alkışlar bittikten sonra birinin sesi duyuldu. Cumhurbaşkanımız. ‘Bu kadar mı?’ Niye bu kadar olsun? Bu ezber bozan tavır herkesin aklında şimşek gibi dolandı ki salon ‘Bir daha!’ diye inledi. İkinci kere okudum. E, bir kere okumak kesmemişti çünkü! Şaka bir yana ‘Bu kadar mı’ önemli bir mesaj. Elbette bu kadarla yetinmemeliyiz. 

- Sizin oradan aldığınız, o geceyi aşan daha başka bir mesaj mı var? 

Bence başka bir mesaja gitmeli iş, bu kadar olmamalı. Bazen birileri size ‘Haddinizi bilin’ diyebilir. Ama buna karar verecek olan siz olmalısınız. O yüzden bence oradaki ‘Bu kadar mı’nın hikmetini herkes düşünmeli. Başkalarının bizi tanımlamak için üzerimize giydirdiği elbiseler bize dar geliyor.

- Bu düşüncelerle kafanızın içinde ciddi bir trafik var anlaşılan. O trafikte yol bulmak için sorayım, şu kendini tanımlayacak olan ‘Biz’ kimiz?

Bu trafik biz neyiz, bizim sahih sanatımız ne, bu dünyaya söylediğimiz söz ne olmalı sorularından çıkıyor ortaya tabii. Ben de bunları düşünüyorum. Bu kendini tanımlama ihtiyacı dünyanın başka yerlerinde var ve konjonktürel bir şey. Dünyanın yüz yıl evvelki dizaynına ve paylaşım biçimine itirazlar geliyor. Petrol paylaşımı için yapılan cetvelle çizilmiş yapay sınırlara itiraz var. Şimdi insan bunu sorar tabii… Bana biçtiğiniz tanımlamanın dışında varım, kendi tanımımı kendim yapabilirim. Ama bu sorduğunuz siz nesiniz sorusu çok zor. Bunu çok düşünmek lazım.

YERLİLİK SÖZÜNDEN NE ANLIYORUZ

- Buraya kadar dışarıdan içeriye baktık. Peki Türkiye’nin kendi içindeki dinamikleri nasıl? 

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra kendi aydınlanmasını, ideolojisini bir çizgi üzerinden, özellikle edebiyatta mesela Mavi Anadolu akımıyla Halikarnas Balıkçısı, Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi isimler ekseninde sürdürürken, kendisi bir başka yapı da devam etmiş. Nedir o? Necip Fazıl önderliğindeki Büyük Doğu. Dışlanmış, yoksanmış bir grup. Bir tarafta Mavi Anadolu iktidarda, bir tarafta Büyük Doğu. Şimdi iş değişiyor. “Yerlilik” sözcüğünden şunu anlamalıyız. Biz neyi, niye seviyoruz? Bizim uygarlığımız hep başka bir tarafta arandı. Biz o kadar çirkindik ki, medeniyet ancak o kadar dışarıda olmalıydı. Medeniyette Batı dayatmacılığı bir çeşit Roma tavrıdır; surların içinde olan medeni dışında kalan barbardır. Şimdi o barbar diye tanımladıklarınızın söyleyecek sözü var. Bir bakın dünyaya en büyük çevre ve insanlık zararını barbar dedikleri mi veriyor yoksa kendine medeni diyenler mi?

Kimi şiirlerden, kimi görüntülerden kurtulamazsınız. Necip Fazıl’ın Kaldırımlar şiiri de gençlik çağlarımdan beri peşimi bırakmamıştı. Bir gün piyanonun başındayken tekrar kendini çağırdı, melodisi çıktı. 

Cumhurbaşkanımızın törende şarkı bittikten sonra söylediği “Bu kadar mı” sözünün hikmetini herkes düşünmeli. Başkalarının bizi tanımlamak için üzerimize giydirdiği elbiseler artık bize dar geliyor.

Medeniyette Batı dayatmacılığı bir çeşit Roma tavrıdır; surların içinde olan medeni dışında kalan barbardır. Şimdi o barbar diye tanımladıklarınızın söyleyecek sözü var...

FETİH, GÜÇLÜNÜN AKSİYONU DEĞİLDİR!

Medeniyet dediğimiz şey red üzerine kurulmaz. Eklemlemedir. Bir kabuldür, fetihtir. Ben fetih sözcüğünü başka türlü tarif ediyorum. Sanıldığı gibi güçlünün, bilenin aksiyonu değildir fetih. Kabul edenin aksiyonuna ‘fetih’ denir diye düşünüyorum. Mekke halkı Hz. Muhammet’i fethetmiştir. Konstantinopolis II. Mehmet’i fethetmiştir. Kabul etmiştir. Kabul edilmektir asıl olan. Ve II. Mehmet de Fatih olduktan sonra Bizans’ı kabul etmiştir. Red yok; üstüne koymak var.