24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Necip Fazıl ışığında üstadların yolu

İlk kez 2014 yılında verilmeye başlanan Necip Fazıl Kısakürek Ödülleri’nin bu yıl üçüncüsü düzenlendi. Edebiyat ve fikir dünyamıza eserleriyle ışık tutan Necip Fazıl Kısakürek ödüllerini onun yolunda ilerleyen Cihan Aktaş, Emel Özkan, Yaşar Çağbayır ve Ebubekir Eroğlu ile konuştuk.

Bahar Erdoğan18 Aralık 2016 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Necip Fazıl ışığında üstadların yolu

Edebiyat ve kültür dünyasının öncülerinden Necip Fazıl Kısakürek ödüllerinde Hikaye-Roman Ödülü’ne layık görülen duyarlı yazar Cihan Aktaş, İlk Eserler Ödülünü alan iyiliğin temsilciliği hususunda kendi kuşağının şairleri arasında gösterilen Emel Özkan, Fikir-Araştırma Ödülü dalında kelimelerin sözlükteki anlamı olan Yaşar Çağbayır ve Şiir Ödülünü alan şiirin haritasını çıkarmış şair Ebubekir Eroğlu ile ödülleri ve eserleri hakkında derin ve edebi bir sohbet gerçekleştirdik.

YAŞAR ÇAĞBAYIR: Mevlamın karşıma çıkardığı fikir insanı

Üstadı nasıl tanımlarsınız?  

Necip Fazıl, düşünce ufkumun genişlemeye başladığı fakat o ufkun sınırlarında bir takım şimşekler çakarken birbiri ardına heyulaların boy gösterdiği bir dönemde işte aradığım bu diye Mevlâmın karşıma çıkardığı bir fikir ve aksiyon adamı... Bir yandan derslerimizde Eflatunlardan Kantlara kadar felsefenin önemli kişiliklerini, Avrupa’nın Geştaltçılarından Pavlow’una kadar psikoloji adına görüş sahiplerini tanırken diğer yandan Türk mütefekkirlerinden Ziya Gökalp ile Behice Boran arasında bocalarken... Bir başkası da Hint yaşamını dile getiren bir takım düşünce kırıntıları önümüze serilirken... Asıl bizim olan geçmişte, uzak geçmişte kaldığı için haberdar olamadığımız Türk ve İslam mütefekkirlerinden bazılarının sadece adını duyabildiğimiz günlerde... Üstadın ‘Büyük Doğu’su imdadımıza yetişti. Hem dil zevkimizin gelişmeye, hem de düşünce yapımızın oturmaya başladığını seziyorduk. Tek sıkıntımız, okul yönetimince ‘Büyük Doğu’yu okuduğumuzun farkına varılma korkusuydu.

Necip Fazıl Fikir-Araştırma Ödülü’nü aldınız. Bekliyor muydunuz?

Ödül almaya hak kazandığımı öğrendiğimde yürüyüşteydim. Arkadaşlar aradılar. Ödül ile ilgili bir beklentim olmadığı için inanamadım. Bu ödülün insana yüklediği sorumluluk altından kalkılır gibi değil. 

‘Büyük Türkçe Sözlük’ü yazma fikri nasıl doğdu?

Daha okuma-yazma öğrenme öncesindeyken sözcüklerle ilgimin başladığını hatırlıyorum. Hatırladığıma göre babama ilk sorduğum sorulardan birisi ‘devlet’ti. “Devlet ne demek?” “Devlet kim?” Geçmişe şöyle bir dönüp baktığımda, buna benzer pek çok şeyi merak etmişimdir. Tanımı tam yapılmamış şeyleri zihnen kuşku ile karşılamışımdır. Bazı şeylerin tam tanımının yapılamadığını ancak geniş çaplı bir araştırma, görme ve inceleme yoluyla kavrandığını da gecikmeden öğrenmiş bulunuyordum. Aslında sözlük yazmak gibi bir niyetim hiçbir zaman olmamıştı. Tamamen yararlanmak, yeni terim ve kelimeleri unutmamak için kelimeleri fihrise yazıyordum. Yani kaderde varsa... Mevlâ öyle takdir edince, ol demesiyle oluveriyor. 

Nasıl bir birikimin eseri bu sözlük?

Daha çok ihtiyaç duyma ile ilgili. Pek çok olay, beni yeni karşılaştığım kelimeleri not etme alışkanlığına itti. Notlarım, resmî veya kültürel kaynaklı olduğu kadar, halkın konuştukları ile de ilgiliydi. Bu arada bir de kelimelerin kökenine merak sardım. Çünkü eski sözlüklerde kelimenin Arapça hangi kökten geldiği, hangi yolla yapıldığı açıklandığı hâlde. Türkçe bir kelimenin ne kökü ne de kökeni belirtilmiyordu. “Kitap, mektup, kâtip, mektep” kelimelerinin Arapça “ketebe” fiilinden geldiğini biliyorduk. Ama “yazmak, yazı” kelimelerinin kökenini bilmiyorduk. Bana göre bu, sözlüklerde bir eksiklikti. Onlarla ilgili kaynak arayışına yöneldim. Bulabildiklerimi kaydettim. Gittikçe defterler kabardı, fihristler çoğaldı, birbirine karışmaya başladı. Kaydedilenleri başka defterlere tekrar tekrar kaydetmeler vb. şekillerde karışıklıklar çoğaldı. Bu kez fiş usulüne geçmeyi yeğledim. Bu sefer fişlerin muhafazası zorlaştı. Çok şükür ki bilgisayar denilen bir aletle tanıştıktan sonra bu fişleri yavaş yavaş tasfiye ettim. Bu aktarma işi tam sekiz yıl sürdü. Böylece 246 bini bulan tanıma sahip bir sözlüğü Allah’ın bana verdiği irade, sabır, dayanma gücü ve öz güven duygusu ile bitirdim. Sekiz yıl gibi bir süre içinde 70 000 kelime daha ilave ettim. Ve ‘Büyük Türkçe Sözlük’ meydana geldi. Kısaca sözlük yapma niyetim yoktu.

Sözlük yazmak gibi bir niyetim yoktu. Tamamen yararlanmak, yeni terim ve kelimeleri unutmamak için kelimeleri fihriste yazarak başladım.

EBUBEKİR EROĞLU: Kısakürek şair ve dava adamı

Necip Fazıl Şiir Ödülü’nü aldınız. İlk tepkiniz ne oldu? 

 Hazır ve alışkın olmadığım için ödül haberine şaşırdığımı söyleyebilirim.  Hemen sonra bu süreci, popülerleşmeye yol açmadan nasıl yaşayacağımı düşündüm.  Birkaç yol geldi aklıma. Ödül töreni için bir konuşma metni hazırlayabilirdim; öyle yaptım.  Konuşma yankılı oldu.  Ancak o akşamki elem verici patlama, hevesimizi kaçırdı. Tebrik cümlesiyle başlayan her görüşmeden, memleket meselelerine dalarak çıkabildik. Durum böyle olsa da tabii ki; Necip Fazıl adına konulmuş bir şiir ödülü değerlidir.

İlk şiirinizi yayımlayışınız üzerinden 51 yıl geçmiş. O günden bugüne şiir ile olan bağınız hiç kopmamış. Şiir sizin için ne ifade ediyor?

Şiir, ne olduğunu bilmediğim zamanlarda hayatıma karışmış. O günden bu güne öz şiir ile şiirin işlevi arasındaki ayırımı, şiirin olgu ve olaylardaki yansımasını şiirden ayırmayı öğrendim.

Bir insan gençken şiir tutkuların en önemli ürünüdür diyorsunuz. Şimdiki yaşınızla şiiri nasıl tanımlıyorsunuz?

Tutkulu hallerin açlık hissetmediği halde insanı obur yapan bir dönemi vardır;  şiiri bir yatıştırıcı olarak davet eder. Tuttuğunu bırakmayan ısrarla gelen şiir, olaylara anlam verir, hareketsiz olguların alanına nüfus eder, derinlikleri anında öğretir, yücelikleri korkusuzca gösterir. Şiir, o dönemde tutku ile bir arada var olur ama aslında bir bilinçle oluşur, bilinçli hâlin verimidir.

Şiirimizin bugün ki bulunduğu noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyal medya denilen olguya ve onun şiir ortamındaki uzantılarına girebilmiş değilim.

Şiirde yol almak isteyen gençlere tavsiyeleriniz neler?

Tavsiye, duruşuyla belli birine olmalıdır. Ciddi okur olmak dahil; kendine özgü bir iş yapmak durumunda olan hiç kimse, genel tavsiyelerle bir yere gidemez.   

CİHAN AKTAŞ: Hala yazmakta olan bir öğrenci gibiyim

Necip Fazıl Hikaye-Roman Ödülü’nü alacağınızı öğrenince ne hissettiniz?

Heyecanlandım, mutlu oldum. İnanmakta zorlandım. İlk ödül alışım değil ama her ödül alışımda yadırgıyorum. Çünkü kendimi hep yazmakta olan bir öğrenci olarak görüyorum. Bu duyguda içimde kendiliğinden var yapay değil. Sonraki eserime ulaşmak için bu duyguyu çok önemsiyorum. Jüri üyeleri çok kıymetli isimler. Diğer ödül alan isimler de öyle. Mustafa Kutlu ile adımızın yan yana gelmesi çok gurur verici.

Necip Fazıl Kısakürek sizin için ne ifade ediyor?

Necip Fazıl’ın bendeki emeği isminin çağrıştırdığı anlam çok derin. Özellikle 1940’lı ve 50’li yıllarda Anadolu’daki etkisi insanların yapabilecekleri hakkında alan açtı. Bu noktada yaptığı söylemleriyle çok değerli. Şiirleri ile büyüdüm zaten. ‘Kaldırımlar’ şiiri ilk ezberlediğim şiirlerden. Yatılı okulda okurken ‘Anneme Mektup’ şiiri kendime yazılmış gibi gelirdi. Sanat görüşü itibari ile de çok önemli. Sadece muhafazakar bir bakış açısı yok sürekli devingen. Arayış içinde olan bir sanatçı duyarlılığı var. Mevcut olanla yetinmeyip bir huzursuzluk içinde ileriye doğru sorular sorup cevaplar arıyor. Bu da herkeste olmayan önemli bir duruş.

Necip Fazıl kelimeleriyle, fikir dünyasıyla sizin yazı hayatınızı nasıl etkiliyor?

Dili kullanma açısından kendi döneminde kalıpları kıran arayışları olan biri. Tekinsiz öngörülemez bir yönü var. Bu yüzden özellikle şiirleri ve tiyatro eserleri beni çok etkiliyor. Siyasetin en hoyrat zamanlarında Dersim gibi bir tabuyu sorgulayıp gündeme getirmiş olması da çok önemli. Bu yüzden örnek almamız gerekiyor. Çünkü mazlumların sessiz yığınların sorunlarını dert edinmiş olması herkesin harcı değil.

EMEL ÖZKAN: Şiir bir keşif hali şiir ise bir keşşaf

Necip Fazıl Kısakürek sizin için ne ifade ediyor?

Bazı kelimeleri, bazı şahıslarla anarsınız. Poetika kelimesi, böyledir. Yâdıma, üstadı getirir. Orta öğrenim tahsilini görürken, edebiyat öğretmenimizin sorumlu tuttuğu bu kelimenin mânasını, Necip Fazıl’ın satırlarından öğrendiğimi dün gibi hatırlıyorum. O metin sayesinde, şiirin bir düşünce temeli ve işçilik gerektirdiği idrakinin kapısı aralanmıştır zihnimde. Bununla birlikte ‘Çile’, dönüp dönüp okuduğum bir kitap. Ayrıca, mücadelesinin yankısı, bizim neslimizde de kuvvetle hissedilmekteydi merhumun. Şiiri, nesri ve nutku bir arada omuzlayıp ufuk açan üstadı, rahmet ve minnetle yâd ediyorum.

Necip Fazıl İlk Eserler Ödülü’nü alacağınızı öğrendiğinizde ne hissettiniz?

Memnuniyet duydum. Jüri heyetinde yer alan kıymetli üstadlar tarafından takdir edilmek, şiire güvenimi tazeledi. 

Ödül ve şiir sizin için ne ifade ediyor?

Bu ödül, Türkçemizin birikimini, söyleyiş imkânlarını ve üslup çeşitliliğini aramaya devam etmem gerektiğini telkin ediyor.

Şiir ise bir görme biçimi. Söz ve mâna sanatları, elinizdeki âletler haline geliyor ve şiir zanaat vasfı da ediniyor. Bazen ise anlam mağarasının önündeki taşı kaldırmanız gerekebilir. Burada güç değer kazanır ve tavır öne çıkar. Her halükarda şiir bir keşif hali; şaire ise bir keşşaf demek mümkün.

Sizi yazmaya sevk eden şey nedir?

Uzaktan ya da yakından şahit olduklarınıza, kayıtsız kalamamak diyelim. Elinizden ne geliyorsa, derdinizi onunla ifade etme yoluna yönelmek. Bu durum, bir sevk-i tabii âdeta. Ayrıca şunu da şerh düşmeli kendi başımızdan geçenler de, esas itibariyle, bir mânaya tanıklığımızdan ibaret.

Zaman ve ölüm simgesini sıklıkla kullanıyorsunuz. Bu kavramlar sizin için ne ifade ediyor?

Zaman ile ölüm arasındaki gerilim üzerinden, olan biteni idrak etmeye çalışıyorum. İkisi de, insan hayatındaki temel kavramlardan. Zaman, varlığın açığa çıkmasını sağlarken ölüm, bu varlığın bir sonu olduğunu hatırlatıyor. Bu zaviyeden bakınca, birbirine zıt bir konumda duruyorlar. Biliyoruz ki her şey zıttı ile kaim. Öyleyse, hadiseleri anlamlandırmak için ikisini bir arada zikretmek kaçınılmaz diye düşünüyorum. 

İyiliğin temsilciliği hususunda kendi kuşağınız şairleri arasında gösteriliyorsunuz. 

İyilik, Âdemoğlunun ruhi istidatlarını ortaya koyduğu yegane hal. İşte bu sebeple, dünya ile sınırlı değil. Nitekim, “Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de.” diye, dua ediyoruz. Bu dua, ‘iki cihan saadeti’ sözüyle, dilimizde varlık bulmuştur. Evet, asıl mesele insanın mutluluğa ermesi. Bunun yolu ise yaptığımız yahut karşılaştığımız iyilikle doğrudan irtibatlı.

Kadın şairlerin sayısı arttı.

Bahsettiğiniz durum, şiir yazanların sayısındaki yükselişle paralel. Hem, ikinci sözlü kültür diye adlandırılan şu dönemde, bartış şaşırtıcı değil. Sözlü kültür geleneğimize nazar kılınca, kadınların çokça katkı sağladığını görüyoruz. Hanımlar, yanında yöresinde olan bitene, kayıtsız kalmamışlar. Hem dem ve hem dert olarak, duygu tarihini kayda geçirmişler. Dünkü durum, bugün de devam ediyor. Şimdi görünürlük kazandı ve imza söz konusu. Ayrıca, Türk modern şiirinin, teorik ve pratik zeminde halk şiirine yönelerek sesini bulduğunu hatırlamalı.

Takip ettiğiniz kadın şairler kimler?

Genel itibariyle, günümüz kadın şairlerini bilhassa okuyorum. Divan şiirimizden ise Leyla Hanım ile Nezihe Hanım’ı ilgiyle okurum. Bu sıra Leyla Hanım’ın ‘Rahmeyle bu dil haste-i naçara ilahi’ diye başlayan eserine kulak verdim. Dinlemek, bir eserle ülfetinizi kuvvetlendiriyor.

Emel Özkan bundan sonra şiir yoluna nasıl devam edecek?

Klasik şiirin anlam dünyasıyla daha yakından irtibat kurarak diyelim inşallah.

Hanımlar, yanında yöresinde olan bitene kayıtsız kalmamışlar. Hem dem hem dert olarak duygu tarihini kayda geçirmişler. Dünkü durum bugün de devam ediyor.