ABD vatandaşı olduğum için askere alınsaydım, beni Vietnam Savaşı’na göndereceklerdi. Planım, ilk hafta sonu iznimde Kanada’ya kaçmaktı. Robert Kolej’deki bir hocada ciddi bir devlet propagandası vardı. Edebiyat hocası, dayımdan ve Nazım Hikmet’ten ‘vatan haini’ diye bahsediyordu.
Muammer Karaca’nın deyimiyle ‘Ethem Vassaflık oldum’ denilecek kadar ünlü bir psikiyatrist ve milletvekili baba ile aynı ölçüde başarılı psikolog Belkıs Vassaf’ın oğlu olarak dünyaya gelen Gündüz Vassaf, ‘aileden’ bildiği mesleği seçti; psikolog ve akademisyen olarak kamuoyunun yakından tanıdığı entelektüellerden oldu. Çocukluk arkadaşı Başbakan Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, delikanlılık dönemindeyse Robert Kolej’den İbrahim Betil, Vural Akışık, Mithat Alam, Halil Azizlerli, Halil Berktay ve Ömer Madra’ydı. 1946’da doğduğu ABD’de 60’lı yıllarda Vietnam Savaşı’na ABD askeri olarak gitmekten son anda kurtuldu, 75’de ise Türkiye’de kendi deyimiyle Kızıl Manga askeri oldu. 12 Eylül sonrası Boğaziçi Üniversitesi’nden istifa ederek Almanya’da Kassel, Bremen ve Marburg üniversitelerinde öğretim üyeliği, Kanada McGill Üniversitesi’nde konuk akademisyenlik, Amsterdam Averoes Stiching’de klinik psikolog, Viyana Institut für Höhere Studien’de konuk araştırmacılık yaptı. Temel Zihin Yetenekleri Testi gibi akademik, Cehenneme Övgü ve Mostari gibi kitaplarıyla entelektüel kimliğiyle dikkat çekti. Bugün bir dünya vatandaşı olarak Yedikule İsmail Paşa bahçelerinin yapılaşmasına karşı mücadele veren Gündüz Vassaf, gazeteci Kürşad Oğuz’un yazdığı ve Alfa Yayınları’ndan çıkan Gündüz Feneri adlı kitapta hayat öykünü anlattı. Prof. Vassaf’la yaşama dair konuştuk.
-Sizi anlatmak gerekirse, kimlerden olduğunuzu söyleyebiliriz?
Dayım Zekeriya Sertel bu soruyu duyduğunda ‘Arap atı mıyım?’ diye kızardı. Çünkü kimlerden olduğunuz, toplumdaki eşitsizliğin, ötekileştirmenin sürmesini sağlayan bir şey. Benim hoşuma giden şey, babamın 19’ncu yüzyılın sonunda doğmuş olması ve onun devamı olarak o yüzyıla uzanabilmem. Kimlerdensiniz denince, azıcıkta ‘19’ncu yüzyılda yaşayanlardanım’ diyebilirim. Annem de doğum yeri Makedonya’yı getirdi. bana. Yani babamla 19’ncu yüzyıla, annemle de Balkanlar’a uzandım. Ama Balkanlar bizimdi diye değil, dünyalı olmaya giden yol olarak.
-Gündüz Vassaf ismi duyulunca, soyadınızın öyküsü merak uyandırıyor. Atatürk’ün halasının torunu sizin babaanneniz olduğunu biliyoruz. Kim, nasıl almış bu soyadını?
Arapça anlamı ‘vasıflandıran’ demek. Benim için tek hikayeyse şu: Oğlumuz İngiltere’de doğdu. Türkiye konsolosluğuna gittim ve gerekli kağıtları vererek oğlumuzun nüfus cüzdanını çıkarmak istedim. ‘Ankara’ya sormamız lazım, bir ay sonra gelir’ dediler. Bir ay, iki ay sonra da gelmemişti. Konsolosun odasına gittim. ‘Oğlumuzun nüfus kağıdı için geldim’ deyince, kafasını kaldırmadan ‘Olmaz. Bir ..ç Türk vatandaşı olamaz’ dedi. O sırada İngiliz vatandaşı olan Lyvia ile resmen evlenmemiştik. Aynı nefeste, araya virgül koyarak ‘Zaten sen bu soyadını da nereden aldın? Vassaf yassak’ dedi. Konsolosun arkasındaki devasa bir Atatürk fotoğrafını göstererek ‘Akrabamız olur. O vermiştir herhalde babama’ dedim. Çekmecesini açtı, oğlumuzun nüfus cüzdanını verdi.
DP’YE OY VERİN DİYE NUTUK ATTIM
-Peki neden 1946, ABD?
Annem ve babam orada okula gidiyor, çalışıyor ve Türkiye’ye dönecekken II. Dünya Savaşı çıkınca dönemiyorlar. Ben doğuyorum ve aşılarımın sonrası geliyorlar.
-Amerikan vatandaşlığınız var mı?
Doğumdan dolayı var.
-Vatandaşı olduğunuz ABD, size askerlik çağrısında bulundu mu?
Tabii. ABD’de 18 yaşınıza geldiğinizde, askerlik bürosuna başvurmanız gerekiyordu. Ben de 18 yaşımda gittim, formu doldurdum. ‘Askere alınmanı engelleyecek herhangi bir durum var mı?’ diye soruldu. ‘Savaşa karşıyım’ dedim, o zamanlar sadece bir dini mezhepten dolayı vicdani retçilik hakkı vardı. Askere alınabilir göründüm. Son sağlık kontrolünde, fıtık çıkınca askere almadılar. Şanslıydım.
-O anda fıtık çıkmasaydınız, Vietnam yolunda bir ABD askeri mi olacaktınız?
Tabii ama gitmeyecektim. Ben sağlık kontrolünde geçeceğimi düşünüyordum ve o sırada askere gitmemek isteyenler için hukuki yardım yapan avukatlara başvurmuştum. Beni o gün askere alsalardı, bir kampa götürerek eğitimden geçirecek ve sonra Vietnam’a göndereceklerdi. İlk haftasonu iznimde avukat beni alacak ve Kanada’ya götürecek, oradan Türkiye’ye geçecektim. Kaçacaktım!
-Çocukluk arkadaşlarınız arasında dönemin başbakanı Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes var. O dönemlerin politik havasını nasıl hatırlıyorsunuz?
Babam ve Adnan Menderes Aydın çocukluk arkadaşı. Serbest Fırka’yı Aydın’da birlikte kurmuşlar. Biz de Aydın’la oynardık. Yalnız ve sıcak bir çocuk olarak hatırlıyorum onu. Ama o zamanki apartman görevlisi Rıza Efendi’nin çocukları Hüseyin, Rıza ve Mustafa ile de bilye oynardık. Halk Partisi’nin Ulus, DP’nin Zafer gazetesi vardı. Benim şiirlerimde Zafer’de çıkıyor. Hastayken özgürlüğe dair ‘Koşardım ağaçlara tırmanırdım, dallar koparırdım’ diye şiir yazınca, mikrobiyoloji profesörü olan amcam ‘Ne biçim çocuk yetiştiriyorsunuz. Ağaçların dallarını koparmak istiyor, utanmıyorsunuz’ diye anne ve babama kızmış. Evimiz, Ankara’da Bakanlıklar durağındaydı, neredeyse hükümet merkezinde oturuyorduk. 1954 seçimlerinde, balkondan duraktakilere nutuk attığımı hatırlıyorum: ‘DP’ye oy verin, Halk partisi kötüdür. DP iyidir’ diye.
-Çocukluk arkadaşınız başbakanın oğlu, delikanlılıktaysa bugün kamuoyunun yakından tanıdığı Robert Kolej’liler.
Robert Kolej’de edebiyatta okuyorduk ve küçük küçük birbirini dışlayan grupçuklar oluşturmaktansa aynı sınıfta olmanın birlik duygusu vardı. 3-4 kişilik yatakhanelerde kalıyorduk. Robert Kolej’deki hocalarımdan biri Türkçülüğü ve milliyetçiliği adeta devlet propagandası yapmıştı. Edebiyat hocası, dayım Zekeriya Sertel ve Nazım Hikmet’ten vatan haini diye bahsediyordu. Hatta o yüzden ve tahsilimin bir kısmını ABD’de yapmış olduğumdan ikmale kaldım.
-’Askerde manga adınız nasıl ‘Kızıl’ oldu?
Devlet kayıtlarında öyleydi galiba. Uğur Mumcu gibi sakıncalı piyadeler çoktu ama herhalde o zamana kadar Kızıl Manga olmamıştı. Aynı mangada olabilmek için arka arkaya sıraya dizilmiştik. Kızıl Manga ismini birisi kayıtlarda mı gördü, yoksa sorumlu subay ‘Siz kızıl manga mısınız?’ dedi, hatırlamıyorum. İçinde Türkiye’ye afla gelmiş, işkence görmüş veya hapis yatmış kişiler vardı, o yüzden ünlü bir mangaydı. Hababam Sınıfı gibiydi. Oradaki subay silahın nasıl tutulacağını gösteriyordu ama bir kaçımız Beka Vadisi’den gelmişti.
-ABD’deki öğrenim üyeliği yıllarınızda, Arap-İsrail sorununa yaklaşımınız nedeniyle FBI takibine uğramışsınız...
Washington’da üniversitede Uluslararası Öğrenciler Birliği başkanıydım. 1967’de BM’de henüz temsilciliği olmadığı için Filistin meselesine bakan Kuveyt ya da Ürdün büyükelçisi ile sonradan Nobel Barış ödülü alan İsrail Büyükelçisi Izak Rabin’i konuşmaya davet ettik. Toplantı yapıldı, bütün kordiplomatik orada. İlk soru bana, ‘Bu ne biçim üniversite, böyle tek taraflı toplantı olur mu?’ oldu. İsrail’in davete gelmediğini söyledim, Arap diplomatlardan alkış çıktı ‘Kazandık işte, İsrail kaçtı’ diye. Üniversitede bana yakınlık duyan bir rektör yardımcısı ‘İsrail Büyükelçiliği ‘Bu adam kimdir, nasıl böyle bir şey yapar’ diye didik didik ediyor geçmişini. FBI da soruşturuyor’ dedi. 1964’de bir kongre için gittiğim Sovyetler Birliği’nde KGB kapımın önünde sandalyede oturarak, adım adım takip etti. Türkiye’de, babam 6 Mayıs’ta ölmüştü, radyoda hakkında çıkan haberleri banda alıp üstüne tarihini yazmıştım. Ankara’da polis eve gelmiş. Götürülen şeylerden biri de üzerinde ‘6 Mayıs’ yazan banttı. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan 6 Mayıs’ta asılmıştı ama bandı dinleyince şaşırmışlardır herhalde.
-Ne günler yaşanmış....
Türkiye ne günler yaşadı! Ben işkence görmedim, hapis yatmadım.
-Bir dönem entelektüelleri için bir şans hapis yatmamak, işkence görmemek...
Kötü olan, öyle bir psikoloji yaratılıyor ki hapse girmediğiniz için kendinizi kötü hissediyorsunuz.
-Siz de kendinizi kötü hissettiniz mi?
Tabii ki, maalesef.
-Kendini kötü hissedip, yargılanmaya yol açacak bir şey söylemek ihtiyacı duyuyor muydu insanlar?
Öyle yapanlar var tabii. ‘Alsınlar beni de götürsünler’ diye patolojik bir ruh hali. Bile bile, düşüncesini ifade etme arzusundan öte...
YILDIRIM AŞKINA TUTULDU
ABD vatandaşı Türk Gündüz Vassaf ile İngiliz Lyvia, Alman’da tanışıp Amerika’da nasıl evlendi?
O sırada, Almanya’da yaşıyor, üniversitede ders veriyordum. Bir sergi için ressam Mehmet Nazım gelmişti. Dometes, pirinç gibi şeyler aldık, akşam yemeği hazırlaması için. Eve gittik. Sofraya oturmamıza bir saat kalmışken ‘Herhalde senin aptal suratına bakarak yemek yiyeceğimi düşünmüyorsun değil mi, sofraya kadın varlığı lazım!’ dedi. Ben de o zaman ders veriyor ve Cehenneme Övgü’yü yazıyorum, öğrencilerim dışında ismiyle bile kimseyi tanımıyorum. O sırada üniversite çamaşırhanesinde makinede dönem çamaşırlarımı almaya gittiğimde, benim gibi çamaşırlarını bekleyen bir kadın vardı. Ona aynen şunu söyledim: Evde bir arkadaşım var, sofrada yemek hazır ve bir hanımın eşlik etmesini istedi. Gelir misiniz?’
-Sonra?
O da ‘gelirim’ dedi. Sonrasında Mehmet Paris’e dönecekti, bense sırıl sıklam aşığım. Mehmet’e ‘Aman gitme, iyi bir durumda değilim’ dedim. Ama gitti. Evine gelip gelmediğine bakıyorum, ışık yanmıyor. Gene gidiyorum, yok, yok. O evine geldiğinde, ben kapısının önünde beklerken sızmış kalmışım. İlk buluşma yemeğinde Mehmet’in telefonunu almış, ona sormuş ‘Kimdir bu?’ diye. Korkmuş herhalde. Daha sonra, ABD’deyken, o İngiliz vatandaşı olduğu için altı ayda bir turist vizesini yenilemesi gerekiyordu. Ben ABD vatandaşı olduğum için, ABD vizesinin bitmesine bir gün kala evlilik başvurusunda bulunduk ama üç günden az süre kalınca evlilik için mahkeme kararı gerekiyormuş. Hakim önce can sıkıcı sorular sordu ama sonra ‘18 yaşında oğlumuz var, birlikte yaşıyoruz’ deyince ‘Niye baştan söylemediniz’ diyerek evlendirdi bizi.
-Yıldırım aşkı ve evliliği yaşamışsınız. Sizin için aşk nedir?
Ne yapacağını bilememek.