OSMANLI Subayı Halit Bey’in önce Yıldız Sarayı’nda son şehzade Abit Efendi’nin Cumhuriyet sonrasında Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in muhafızı olmuştu. Emekli olup Türk Ticaret Bankası Müdürü olarak gittiği Düzce’de, isyanları bastırmak için geldikten sonra oraya yerleşen İstanbul Kanun Zabiti Ali Rıza Efendi’nin kızı Zehra Hanım ile tanışacak ve tek çocukları Güngör dünyaya gelecekti. Askerlikten finans sektörüne geçen Halit Bey’in oğlu da ileride ünlü bir ekonomist olan Prof. Dr. Tevfik Güngör Uras’tan başkası değildi. Saraylı ve mevlevi bir aileden gelen Uras’la söyleşimize, romanlara konu olan aile bireylerinden başlıyoruz: “Türkler Batum’da kesilmeye başlanınca İstanbul’a göç eden babaannem Gülistan Hanımların bu yolcuğu Yılmaz Karakoyunlu’nun Çiçekli Mumlar Sokağı’na esin kaynağı oldu. Babamın ailesinin mezarı, Saray görevlisi oldukları için Beşiktaş’ta Yahya Efendi Türbesi’ndedir. Babam o zamanlar ‘Ben bu mevlevihaneye merbutum’ (bağlı) derdi. Son Şehzade Abit Efendi’nin yaveriyken Trablusgarp Savaşı’na katılıyor. Önce Viyana’da Atatürk’le görüşüyor sonra İtalyanlarla savaşıp Şeyh Sünusi’yi (Ahmed Eş-Şerif Es-Sünusi) ve hazinesini denizaltıyla İstanbul’a getiriyor. Teşkilat-ı Mahsusa onu ‘Mustafa Kemal’ takma ismiyle Samsun üzerinden Ankara’daki Milli Mücadele’ye gönderiyor. Kurtuluş Savaşı’nın ardından Çankaya Muhafız Alayı’nda görev alıyor ve tekaüte ayrılıp askerliği bitiyor.”
ŞEKER YOKTU MEVLİTTE İNCİR DAĞITILIRDI
Baba İsmail Halit Bey Teşkilatı Mahsusa ve Milli Mücadele’de görev almıştı ve artık ilk banka müdürlüğüne başlamıştı. 1933 yılında dünyaya gelen oğulları Tevfik Güngör Uras, bu tayinler nedeniyle Düzce, Bartın, Tekirdağ ve Ankara’da dolaşarak ilk ve orta okulu tamamlayabilmişti. Uras, çocukluk yıllarını ‘Osmanlıyı, Trablusgarp ve Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyeti görmüş, yokluğu ve değişimi yaşamış bir ailenin çocuğu olarak hatırlıyor: “Şimdi ben bunları söyleyince herkes güler ama mısır koçanından yapılmış ekmek için elimde karne fırının önünde beklerdim. O yokluk döneminde bunlar normal karşılanırdı. Şeker yoktu diye mevlitlerde incir dağıtılırdı.”
ÜSTAT, PLANLAMAYA YENİ KIZLAR GELİYOR
O günlerde çocukların “Ay evladım, gel bir tanem” gibi sözlerle büyütmenin mümkün olmadığını ama sıkı aile bağları olduğunu anımsayan Uras “Herkesin çocuğu tabii ki önemliydi ama her şehirde devletin bir okulu vardı ve ona giderdin” diyor. Ankara Koleji’nde fen, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde maliye okuyan Uras, bugün “Ne öğrendimse devlette öğrendim. Bürokrasiden ayrılalı 40 yıl oldu ama 40 yıldır o bilgileri satıyorum” diye anlattığı Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) girecek ve bu hayatının akışını değişecekti. DPT bir aile gibiydi ve arkadaşlarının ilk işi onun da bir aile kurmasını sağlamaya çalışmaktı: “Bir gün arkadaşlar odama doluştu. ‘Üstat yeni kızlar geliyor (Yeni uzman yardımcıları). Birini senin odaya sevk ettik’ dediler. Biraz sonra odaya gelen bir genç kız ‘Bu formu nasıl dolduracağım’ diye sordu. ‘Tükenmezle’ dedim. Meğer arkadaşlar ‘Formu nasıl dolduracağını 312 numaradaki üstat sana anlatsın’ demişler. Kız, yıllar sonra evlendiğimiz Nuran Akyüz’dü ve çıkınca ‘Alay etti’ diyerek hüngür hüngür ağlamış...
Sonrasında Güngör Uras, Siyret Hanım ile evlenmiş ve ama Ankara’daki şartlara uyum sağlayamadığı için ayrılıp İstanbul’a dönmüştü. DP’den ayrıldıktan sonra Hürriyet Partisi’ni kuran, dnan Menderes’in ‘İspat Hakkı’ dediği Hakkı Akyüz’ün kızı Nuran Hanım’la 1971 yılında evlenmişti. Nikah şahidinin Turgut Özal olması kararlaştırılmış ama o yurtdışı göreve gidince ilginç bir durum ortaya çıkmıştı: “Semra Hanım ‘Turgut yok, şahit ben olacağım’ dedi. ‘Kadınlardan şahit olmuyormuş’ dedim. Ertesi gün arayıp ‘Ben sordum oluyormuş’ dedi ve oldu. Turgut Bey ile evinde de çalışırdık. Semra Özal bir köşede dikiş dikerken dayanamayıp ‘Güngör sen yine bir şeyler yapmışsın, anlat bakalım’ derdi. Turgut Bey bozulur ‘Çalışıyoruz, sonra sor’ derdi. Ama Semra Hanım çok severdi benim abartılmış aşk hikayelerimi dinlemeyi.”
DPT’DE O ZAMAN KİMLER YOKTU Kİ...
O dönemde DPT’deki çalışma arkadaşları ve yöneticileri arasında kimler yoktu ki? 27 Mayıs sonrası kurulan DPT’nin ilk müsteşarı Kurmay Albay Şinasi Orel, kuruluş sırasında tanıştığı Süleyman Demirel ve Turgut Özal gibi isimlerle yola devam etmişti. Sınavla uzman alımında DPT’ye Yalçın Küçük, Hikmet Çetin ve Vehbi Dinçerler gibi isimler girdi. Nevzat Yalçıntaş Daire Başkanı olmadan önce Emin Çölaşan Sosyal Planlama Dairesi’ne uzman yardımcısı olarak başlamıştı. Karım Nuran Akyüz o sırada Hikmet Çetin’le aynı odada çalışırdı ve patronu Uzun Vadeli Planlama Şubesi Müdürü Yalçın Küçük’tü. Turgut Özal müsteşar olarak ayrım göstermeden herkesle çalışırdı ama kendi çevresini çok iyi himaye ederdi. O dönemde planlamada bir sağ-sol çatışması yoktu. Özal’da, Yalçın Küçük ve Hikmet Çetin de çalıştı. Atilla Karaosmanoğlu Başbakan Yardımcısı olup DPT’ye geldi. Selam verip odasından çıkınca Özal şaşırıp ‘Neden yanında kalmadın. Sen bizim adamımız değilsin. Onların adamı sanıyorduk ama o da değilmişsin. Kardeşim kimin adamısın?’ dedi. Bende hep ‘Kardeşim ben kimin adamıyım’ diye sordum.
PAŞALAR ‘DEVLET DURUM MERKEZİ’ İSTEDİ
Turgut Özal DPT Müsteşarlığı sırasındaki çalışma arkadaşlarını başbakanlığı sırasında bakan veya müsteşar yapmıştı ama en yakınındaki isimlerden Güngör Uras’ın o ekibin içinde yer almamasının arkasında sıra dışı bir öykü vardı. Demirel’in Merkez Bankası Başkanı yapmak istediği Turgut Özal, Uras’a ‘Başkan Yardımcılığı’ teklif etmiş ama bunu kabu etmemesi Özal’ı sinirlendirmişti. İlişkileri 12 Eylül döneminde kopma noktasına gelmişti: “7 Kasım 1980 akşamı telefonum çaldı: Milli Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği’nden Haydar Saltık Paşa’nın Yardımcısı Işık Biren Amiral, pazar günü Ankara’da olup olamayacağını soruyordu. Gittim. ‘Özal’ın ekonomi politikaları beğenilmiyor. Alternatif politika gerekir. DPT yerine Devlet Durum Merkezi adıyla direkt devlet başkanına bağlı bir kurum kurmak ve başına geçecek uzman aradıklarını’ söylediler. Ben ise DPT’yle ve Özal’la çalışmaya devam etmelerini önerdim. Bunu Özal’a da anlattım. Askerler beni ‘Özalcı’ olarak nitelemiş ama Özal da kendi aleyhinde iş yaptığımı düşünmüş. Hatta Sabancı grubunda çalıştığım sırada beni Sakıp Sabancı’ya şikayet bile etmiş, öfkesi dinmemişti.”
PASCAL ‘ELİF VASAT’ DEDİ AMA...
Siyasete girmek ya da yeni gelen müsteşarlara uyum sağlamak seçeneklerini yerine kurumdan ayrılmayı tercih eden Uras, TÜSİAD Genel Sekterliği, Sabacı Holding’te yönetim kurulu başkanlıkları, gazeteciliğin yanı sıra akademik kariyerini de devam ederek profesör oldu. 1972’de tek çocukları Elif Uras dünyaya geldi ve unutamadığı anılar arasında onun bir başarısı da vardı: “Kolej sınavlarına hazırlık için İstanbul sosyetesinden Ermeni hoca Pascal ve Garanti Ahmet Bey’i duyduk. ‘Bunlara çocuğunuzu teslim ettiniz mi gözünüz arkada kalmaz, istediğiniz okula sokarlar’ demişlerdi. Referansla yanına gittiğimizde ‘Sizin için çok zorladılar. Ayıp, bu kadar da zorlanmazki. Bakalım kızın yeteneği görelim’ dedi. Yan odaya götürdü ve yarım saat sonra gelip ‘Ortalama bir çocuk ama kıramayacağım kimseler telefon etti. Elif’e ders vereceğim’ dedi. Sınav sonuçları açıklanınca Necati Doğru’yu arayıp Elif’e bakmasını istedim. Robert Koleji’ne alınacak 40 kişi arasında, Üsküdar Amerikan’da yok. Herhalde kazanamadı ama Türkiye birincisi Emine Elif diye bir isim var’ dedi. Soyadını sordum. ‘Aa...Uras’ dedi, bizim kız birinci olmuştu.”
İSMAİL HALİT ADIYLA DİNİ DE YAZDIM
Güngör Uras, hala haftada 12 ayrı köşe yazısı yazıyor. Dört ayrı kimlikle kaleme aldığı yazılarında Zeynep Teyze, Ayşe Teyze, Ali Rıza Bey gibi kahramanları var. Uras, 1960’da başladığı yazılarında kullandığı bu kahramanların annesi, karısı ve Atatürk’ten esinlendiğini anlatıyor: “Tevfik Güngör ismiyle Dünya gazetesinde ekonomi, Milliyet Gazetesi’nde Güngör Uras ismiyle politika ve ekonomi, Sabah gazetesinde Ali Rıza Kardüz ismiyle lokanta ve Tercüman gazetesinde İsmail Halit ismiyle dini konularda yazarlık yaptım. Önce annemin ismi Zeynep Hanım’la başladım. Annem vefat edince Nuran teyze diye eşimin adıyla yazmaya kalktım, sonra kızar diye vazgeçtim. Sonunda Ayşe Hanım Teyze oldu ve 60 yaşlarında, dul bir saf Anadolu kadınına dönüştü. Ekonomiyi vatandaşın anlayacağı dille anlatmaktı amaç. Ayşe Teyze’nin bir benzerini Mustafa Kemal Atatürk de kullanmış. Ünlü kalemlerinden istediği yazılar için ‘Bu pek alimane olmuş. Ben de bizim Ayşe Bacı ve Mehmet Dayı için birşeyler karalayalım’ demiş.”
BÜROKRAT KENDİNİ DEVLET SANAN ADAMDIR
60’lı yıllarda bakanlar kuruluna planlama uzmanı olarak girerek tarihi süreçlere tanıklık eden Güngör Uras, sağcı veya solcu olmasının durumu değiştirmediğini, bürokratların halkı ve devleti koruma düşüncesi ile hareket ettiğini anlatıyor: “Süleyman Bey’in başbakanlığı döneminde yatIrım uzmanı olarak bakanlar kurulu toplantılarına girerdim. Kimseye anlatamazsın ama ‘Ben neyim be!’ diyorsun. Yanımızda ‘Kıbrıs’a uçak gitsin bombalasın’ deniyor. Devalüasyon kararını hazırlıyorsun. Yavaş yavaş havalarda gezen adam oluyorsun. ‘Bugün Süleyman’a (Demirel) dedim ki’ halindesiniz. Bürokrat, kendini bu vatanın sahibi sanan kimse. Halkı, vatanı korumayı ve özelleştirmelerdeki yerleri kendi malı satılmış gibi düşünen, kendini devlet sanan adam ya da kadın. Hala öyledir. Bakmayın sağcısı solcusuna, oraya gittiğinde öyle olur. Herkesten ‘Bu adam beni kandırıp devlet malını mı götürecek’ diye çekinir.”