19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Paraya âşık olanı kimse ayıplamıyor!

Birisi diyorsa “Ben Peygamberime âşığım”, bırak o adam âşık olsun Peygamberine! Bu kötü bir şey mi? Sen de bir şeye âşıksın. Paraya âşıksın, kimse seni ayıplamıyor! Ben öyle bir sürü insan tanıyorum; paraya, şöhrete, makama âşık. Tanıyorum ve kimsenin bunları ayıplamadığını biliyorum bu ülkede. Neden sen Peygamberine âşık bir sanatçıyı ayıplıyorsun? Pardon, niye?

ZEYNEP TÜRKOĞLU5 Ağustos 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Paraya âşık olanı kimse ayıplamıyor!

Bilenler bilir, daha eskisi de var. Ama ben gerçekten Karadeniz şivesiyle konuşan bir asker olduğuna hükmettiğimde de öncesinde de, sonrasında da kıyafetini iyi taşıyan bir aktördü İsmail Hakkı. Daha 14-15 yaşında bir televizyon kanalının kurucu kadrosunda yer almış, o yaşlarda Türk Cumhuriyetlerinde belgesel çekmiş. Ortadoğu’ya da gitmiş, savaş zamanı Bosna’ya da… Malezya’da uluslararası ilişkiler okumuş. Çok anı, çok insan, çok karakter, çok dil, çok şive biriktirmiş. Kılıktan kılığa girerken bizi bu kadar rahat ikna etmesinde Allah vergisi yeteneğinin yanında bence bu tecrübenin de rolü var. Yerim dar. Yenim desen, ondan beter diye bahanelere sığınmak istemem. Fakat gerçekten çok konuştuk İsmail Hakkı ile. İlginç tespitleri var. Gayet de açık sözlü. Son derece gerçek. Şimdilik ben çekileyim, sözü sahibine devredeyim. 

Kendini inançla sınırlandırırsan sanat yapamazsın diye bir bakış var. İnançlı biri olduğunu bildiğimden soruyorum, böyle hissediyor musun?

Ben ona katılmıyorum. Bir gün çok sevdiğim bir yapımcı-yönetmen, Türkiye’nin bu işteki duayenlerinden biri diyebileceğimiz biriyle sohbet ederken, döndü dolaştı tasavvufa geldi konu. Dedim ki ‘Sen tasavvuf ehli bir adam olsan müthiş olursun. Çünkü zihnin çok açık’ dedim. İmanlı da bir adam. Düzgün, güzel hayat yaşayan birisi. Güzel şeyler tasarlıyor, çekiyor. Bana ‘Tasavvufla sinema bir arada gitmez, o yüzden girmiyorum.’ cevabını verdi. Nasıl gitmez? Tasavvuf, başlı başına bir sinemadır. Ulvi makamlara yazılmış bir senaryodur hayatımız. Kur’an-ı Kerim bize hikaye anlatmaz mı? Şu kavim, bu peygamber hikâyesini biz oradaki hikayelerden öğrenmiyor muyuz? Bunlar gerçek hikâyedir, bizim derdimiz de hikâye anlatmaktır zaten. Biz hikâye anlatıyoruz ve bu ulvi bir iş. İnsanlara bir şeyleri figüre ederek anlatma, kadim bir sanattır. İnançtan soyutlamak yerine oradan beslenirse daha çok yol kat edilebilir bence. 

Oyunculuk metotlarından beslenerek işini yapan ve bunda başarılı olan pek çok oyuncu var. Onların bile beslendiği manevi haller var. Kendi maneviyatlarından besleniyorlar. Dünyayı seviyor, o sevgi ona bir şeyler veriyor. Aşk, bir şeyler veriyor. Ne bileyim, insanları, doğayı, işini seviyor… Sevgi, aşk her yerinde var işin. Onu severek yapıyor, öyle olunca, izleyen daha keyifle izliyor. Ama siz öyle yapmazsanız, boş, takırtı… Manevi yönünü aksatmadan sinema yapan, sanat yapan bir çok arkadaşım var. Hiç bir zararını görmedikleri gibi, faydasını görüyorlar. 

Toplumsal olaylar, siyaset, gündem ilgi alanınıza ne kadar giriyor? Siyaset ile sanat dünyasının ilişkisi nasıl bir şey sizin için?

Toplumsal olaylarda sanatçıların seslerini yükseltmeleri taraftarıyım. Fakat bu toplumsal olayları çok iyi irdelemesi lazım sanatçının. Yani bir arkadaşında duyduğu, bir yerlerden öylesine kulağına çalınan şeyle bağırıyorsa, yanlış yapıyordur. Kendi vicdanına değil başkasının kurgusuna inanıyordur, ondan eminim. Biz öyle şeyler yaşadık ki. Ne toplumun ne insanın vicdanına uymayacak, hayretle karşıladığımız birçok olay yaşadık Türkiye’de. Kalabalık insan grupları sokaklara döküldü. 15 Temmuz’u gördük. Hepimiz nasıl böyle bir ihanet olabilir diye şaşırmadık mı? Aklımız almadı. Zaten benzeri de yok, ne bizde ne dünyada… Gezi Parkı hadisesi… Hayret ettim. Benim güya üzerimi çizen, beni hayatından çıkaran bir sürü arkadaşım oldu. 

Neden?

Polis taşlamadığım, gaz yemediğim için. “Sen rahat rahat oturuyorsun” dediler. Ben de “Dışarıdan çalınan defe oynamaya alışkın değilim, kusura bakmayın” dedim. Defi birilerinin dışarıdan çaldığı o kadar belliydi ki. Çıkmadı mı bugün ortaya ne olduğu? Kimlerin kurguladığı, öncülük ettiği belli oldu. 

İyi de öyle veya böyle desteklemek zorunda mıydınız? Yani Gezi’nin altından başka şeyler çıktı tamam da, her tepkilerine ortak olmak, destek vermek zorunda mısınız? Kim nasıl bekler bunu?

Onlara göre zorundaymışım. “Sanatçı” olmak onu gerektirirmiş. Sebep bu. “Sen nasıl buna karşı çıkmazsın, ağaçlar kesilmesin!” diyor bana. Hâlbuki biri de hemen çıkıp “Mesele ağaç değil, hâlâ anlamadınız mı?” diyerek asıl gayeyi ağzından kaçırıyor. Ama beriki hâlâ bana “Sen üstelik Müslümansın, senin ağaçlara daha çok sahip çıkman gerekir” demeye devam ediyor. Bir de uyanık ya, beni benimle vurmaya çalışıyor. Ben katılmayınca da arkadaşlığını askıya alıyor. Bir kısmı gördüler tabii. Konuştuk. Ama eskisi gibi de değiliz. O muhabbet bitti yani. Ben sevdiğim insanlara bütün dünyamı açıyorum. Öyle gizlisi saklısı olan bir adam değilim. Buradan bakarsan arka tarafı görürsün. Biraz da tutkulu bir adamım. Her işimi tutkuyla yapıyorum. Dostlarımı da tutkuyla seviyorum. İş bitince dostluğum bitmez. Ama işte böyle durumlarda hatır kırılıyor, gönülden sevsek de. Hatta biraz da uzaktan sevip, dua ediyorum. Allah hidayet versin, işlerini rast getirsin, gözlerini açsın diye... Başarılı da olsunlar, ama düzgün de olsunlar. Onun bunun lafıyla sokağa inip anarşiye çanak tutmasınlar. Çünkü o bir anarşiydi. Hakikaten iyi bir şey değildi. Yani ağaç kesmek iyi mi, hayır, ama işte ağaç değildi ki. Bunu görmek için öyle politika okumaya, bilmeye de gerek yok. Hayatın akışı içinde de bunu görebilirsiniz rahatlıkla.

Sonuçta sanatçı bence toplumsal olaylara duyarlı ve konuda mesaj da vermesi gereken kişidir ama bunu sağduyu ile yapmak zorundadır. Bizde maalesef çok çabuk köşeleniyor herkes. Köşelenmeyin abi! Birisi diyorsa “Ben Peygamberime âşığım”, bırak o adam âşık olsun Peygamberine! Bu kötü bir şey mi? Sen de bir şeye âşıksın. Paraya âşıksın, kimse seni ayıplamıyor! Ben öyle bir sürü insan tanıyorum; paraya, şöhrete, makama âşık. Tanıyorum ve kimsenin bunları ayıplamadığını biliyorum bu ülkede. Neden sen Peygamberine âşık bir sanatçıyı ayıplıyorsun? Pardon, niye? Çok enteresan ya? Aklım, havsalam almıyor. 

Dizilerle kendimizi dünyaya anlatabilirdik ama o treni kaçırdık

Biz Türkiye olarak yakın dönemde dizilerimizi bütün dünyaya izlettik. Türk dizisi olgusu yerleşti. Dizilerle kendimizi anlatabilirdik. Fakat o trenin de yavaş yavaş kaçtığını görüyorum. Artık eskisi kadar izlenmiyor, hayal kurmayalım. Ciddi bir kısıtlama var. Bizim dizilere ayrılan yüzdelik dilim küçüldü, daha da küçüleceğini tahmin ediyorum. Politik sebepleri de vardır ama bana göre Müslüman toplum yaşantısına uygun olmayan yapımlar buna sebep oldu. Satmaya çalışılan yerlerde de karşılık bulamaz, bizi anlatmaktan da uzak. “Türkiye’yi böyle bilmiyorduk” diyorlar. “Biz değiliz o” diyorum ama bizim sattığımız dizide gördüğüne mi inansın, benim sözüme mi inansın? Ben böyle projelerin fikir babalarının Türk veya Müslüman olmadığından eminim. Biliyorum iddialı bir laf bu. Ama Müslüman böyle bir iş yapmaz, bir de bunu satmaz. Satıyoruz ama! Para var ya işin sonunda…

Doğru telkin olmaz ise yarın yeni nesiller için çok geç olacak

Bunlara tepki var mı sanat çevrelerinde?

E oldu işte. Çok sevdiğim, müziğine de hasta olduğum bir büyüğümüz bu sözü söyledi diye demediklerini bırakmadılar. Sevemez mi ya Peygamberini? Bunu söyleyemez mi? Müslümanız biz. Neyi sevelim? Çok komik! Trajikomik yani. Böyle bir kafa. E bu kafa ancak Gezi’de çıkar sokağa yani. Bunlar 15 Temmuz’da tankların namlusuna çiçek takan insanlar. Sanat camiası dediğimiz yerde de sayıca epey çoklar. Belki başka hiçbir sektörde bu kadar çoğunu yan yana bulamazsınız. Memleket algısı farklı. “Amaaan, Türkiye batarsa gider Amsterdam’da yaşarım” diye bakıyor. “Mis gibi oralar” diyor. E, ben gittim, hiç de mis gibi filan değil. Berbat bir yer. Evet, Avrupa’nın bir şehri. Her şey yapay ve uzak ama “Orada yaşarım” diyor. Niye? “Orada özgürlük var!”. “Burada yok mu özgürlük” diye sorduğunda “Yok” diyor. Nasıl yok? Her şeyi yapıyor, her şeyi yaşıyor, her şeyi söylüyorsun. Marjinalsin, uçlardasın. Kimse ağzını açıp bir şey söylemiyor ne yaşadığına. Evlatlarınıza sahip çıkın. Kişiliksiz, mesnetsiz insanların “sanatçı” diye kolaylıkla sunulduğu bir zamandayız. Yeni nesil onları takip ediyor, beğeniyor, onları örnek alıyor. Milli manevi değerlerimizle uzaktan yakından alakaları olmadığı gibi her buldukları fırsatta o değerleri aşağılamayı dert edinmiş ve hayli kalabalık bir grup. Bunlara dikkat etme hususunda ebeveynlere çok ciddi görevler düşüyor. Doğru telkin ve yönlendirmeler olmazsa yarın çok geç olacak.