24 Nisan 2024 Çarşamba / 16 Sevval 1445

Usta'ya vefa

Türk Müziği’nin çınarı Alaeddin Yavaşça’nın on altı şarkısı, Aylin Şengün Taşçı icrasıyla bir albümde toplandı. Şimdilik dijitalde ama gelecek ay long play olarak meraklısına ulaşacak. Albüm aslında adı gibi çok büyük bir vefanın ürünü...

ZEYNEP TÜRKOĞLU23 Eylül 2018 Pazar 07:00 - Güncelleme:
Usta'ya vefa

Aylin Şengün Taşçı geleneği mukaddes emanet gibi giyinmiş, fakat geçmişte değil bugünün gerçeğinde yaşayan bir ses sanatçısı. Bunun yanında siyaset bilimi dalında akademisyen… Gazetecilik, radyo-tv programcılığı meselelerine girmiyorum bile. Upuzun meseleler… Ses sanatçısı diyorum bugün sadece, çünkü son albümünü ve bu albümünde şarkılarını okuduğu hocası Alaeddin Yavaşça’yı konuşalım istiyorum… Ama önce Aylin Şengün’ü kendi ağzından kısaca tanıyalım.

“Ankara’da doğmuşum, memur bir baba ile ev hanımı annenin çocuğu olarak. İki sene Adana. Sonraki iki senede de Diyarbakır macerası. Kendimi bilmeye başladığım fasıl Diyarbakır kısmıdır. Hani Vizontele filmindeki sahneler gibi, damlarda uyuyup, sokaklarda çocuklarla bez parçaları için kavga edilerek geçirilen bir çocukluk. İlkokula ikinci sınıftan giriş ve o yılın bitiminde yine tayin, bu kez adres İstanbul. İlk yıllar şive yüzünden zorlanılan bir okul dönemi. Annem İstanbul şartlarında istediği özellikte şekillendirebilmek için her türlü sosyal faaliyete bizi sokmaya çalıştı. O yıllarda folklor kurslarına devam ederken, TRT’nin çocuk korosunun kurulduğu haberi geldi. Anneme ‘senin kızının sesi iyi görünüyor’ dediler. Başvuran 2000 çocuktan 60’ı seçildi. Onlardan biri de bendim…”

Albümler basılı değil dijital olarak sosyal medya mecralarından paylaşılıyor. Müzik bir sanat dalı, evet ama bir ticari meta. Sanatçıyı zorlayan bir şey mi bu? 

Sanatçıyı asıl zorlayanın bu olduğunu düşünmüyorum ben. Ne kadar çok mecra olursa o kadar insana ulaşmış oluyorsunuz. Ama işin maddi boyutu başından beri sanatçıyı zorlayan bir şey oldu. Eskiden yapımcılar varmış, plak şirketleri. Sanatçı keşfediyor, dünyanın parasını döküyor ve ona güzel güzel albümler yapıyor. Artık böyle bir dünya yok. Albüm yapacağım, benim sesim çok güzel dediğinizde, “İyi, şu kadar para ver, biz senin yerine yapalım” diyor insanlar. Ben bu konuda şanslıydım. Hep bir takım firmalarla konuştuğumda memnuniyetle deyip, ilk albümdeki şarkının da başarısıyla herhalde, albümlerimi hiç kırmadan bu işi yaptılar. Beni zorlayan bir şey yok bu anlamda. Ama son dönemlerin sıkıntısı şu ki, bir hevesle CD çıkarıyorsunuz, fakat bunu satın alacak insan yok. Müzik marketlere gidiyorsunuz, iyice küçültmüşler standları. Popüler müziği ön plana koyuyorlar. Bizim gibi spesifik müzik yapanların albümünü bin nazla alıp küçük alanlara hapsediyorlar veya satmıyorlar. Dolayısıyla dijital üzerinden ilerlemeye çalışmak ortaya çıkıyor. Ama o da kolay değil. Ya birtakım reklamlar vereceksiniz. Veya kitleniz çok büyük olacak. Çok şükür ben şanslıyım. Türk müziği sanatçısı olarak yüksek sayıda insana ulaşıyorum. Ama buna ulaşamayanların sıkıntıda olduğunu düşünüyorum. Buna devletin veya bu işle ilgilenen sivil toplum örgütlerinin bir şekilde çözüm bulması gerekiyor. Ürünlerin insanlara ulaşmasının bir yolu olmalı. Daha doğrusu bu dijital platformsa onun da daha sağlıklı olması gerekiyor. Bu çerçevede “long-play”lerin yeniden gündeme gelmesi çok iyi oldu. insanlar nostaljik duygularını tatmin etmek için birer pikap edinmeye başladılar. Kimi benim gibi çok eski bir pikabı bulup alıyor, kimi de yeni basılanları alarak onda dinliyor. Meğer ne büyük bir zevkmiş evinizde plağı pikaba koyup çıtır çıtır bir sesten sanki yanınızda bir şey çalınıp söyleniyormuş gibi dinlemek... CD dinlemekten çok farklıymış. Ben bunu yeni keşfettim. O grubun içinde kendi icralarımın da yer alması çok heyecan verici. 

“Kendi müziğimiz, özümüz” dediğimiz bir türde müzik yapıyorsunuz. Ama müzik marketin “alternatif müzik” köşesinde yer buluyor bu albümler. 

Bazı durumlarda evet… Çok tuhaf bir şey bu aslında. 

Nasıl hissediyorsunuz, ne düşünüyorsunuz? 

Çok acıklı bir şey bu. Şunu bir kere kabul etmek lazım. Dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin, klasik müziğin dinleyicisi sınırlıdır. Türkiye’de de bu geçerli. Bu iş satılacak bir ürüne dönüştüğü zaman, insanlara sunma aşamasındaki tercihi ne yazık ki toplum değil, satışı yapan kişiler ve sektör belirliyor. Ya “Halk böyle istiyor” diye halk yerine karar veriliyor. Ya da bunun benim anlayamadığım başka bir ticari açıklaması var. Bilmiyorum, keşke bilebilsem. 

Bu yetenek ve emekle başka bir türde çalışsaydım, daha farklı olurdu diye düşündünüz mü hiç?

Bir zamanlar, bana henüz koroya girmeden önce, seni devlet opera ve balesine alalım diye bir teklifle gelmişlerdi. O zaman Türk müziği ile tanışmış olduğum için istememişim. Ara ara düşünüyordum ne fark ederdi diye. Bugünkü şartlara bakınca önemli bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Batı müzikçi arkadaşlara bakınca, onların da benzeri şikâyetleri olduğunu görüyorum. Kültürel yozlaşma Türkiye’de toplumun genel bir problemi. Eğer piyasadaki insanlara daha çok hitap eden, daha akılda kalıcı, çabuk tüketilen müzikleri yapmıyorsanız, kalite ile ilgili bir duruşunuz varsa, size ulaşan insan sayısı çok olmuyor. Ama olanların her biri de bin kişiye bedel oluyor bence. 

“Vefa diye verdik adını. 16 eseri de bu vesileyle bir kere daha gündeme getirmiş olduk. Yeter mi? Bence yetmez. Gönül ister ki herkes Yavaşça adını bir kez daha hatırlasın veyahut öğrensin.”

‘YOLUM YAVAŞÇA’DAN ALDIĞIM AFERİN İLE AÇILDI’

Gelelim son albüm “Vefa”ya… İçinde de Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça’nın eserleri var. Bu albümün konusu sizin için neden Yavaşça olmalıydı?

Aslında bu sorunun çok uzun cevapları var da, önce kendimle ilgili olan boyutunu söyleyeyim. Necdet Yaşar Hoca’nın topluluğuna girme noktasındayken, bir anlamda buna onay verecek ikinci bir isme ihtiyacı vardı. O kişi de Prof. Dr. Alaeddin Yavaşça’ydı. Haseki Hastanesi’nde karşılaştık ilk olarak. Dizlerim titrerken, “Hangi şarkıyı okuyacaksın bana Aylin?” diye sordu. Hiç unutmuyorum, “Bir nev civansın, şuh-i cihansın” diye başlayan hisar-buselik şarkıyı okumuştum. “Aferin Aylin” deyince kendimi çok daha iyi hissetmiştim. Yolum, o “aferin” ile açıldı. 

Beraber çalıştınız mı hiç?

Bulunduğum topluluğa hoca olarak geldi. Sonra çeşitli sebeplerden ayrıldı ama bağımız hiç kopmadı. Sonra ben hocanın meslektaşı olan biriyle evlenince, aradaki sıcaklık, görüşme arttı. Aile büyüğümüz gibi oldu. Sohbetlerimizde hep müzik vardı. Bu sohbetlerden birinde hocamın eşi Ayten Abla son dönemde sanatçıların hocanın eserlerine yer vermediklerinden bahsetti. Sitem olduğunu düşündüğüm bu sözleri içime yazdım. Böyle bir albüm yapsam diye aklımdan geçirir oldum. Sonra sanat yönetmeni arkadaşım Dilek’le konuşmaya başladık nasıl bir şey yapabileceğimizi. “Hoca henüz hayatta iken bunu yapalım” dedim. Bu vefayı bugün gösteremezsek biliyorum ki, içimize dert olur. Dilek “çok iyi olur” dedi. Biz de Ayten Abla’nın desteği ile eser seçerek başladık çalışmaya. Sıra isme gelinde otomatik olarak “Vefa olsun mu?” dedim. En güzeli bu denilince,”Vefa” diye verdik adını. 16 eseri de bu vesileyle bir kere daha gündeme getirmiş olduk. Yeter mi? Bence yetmez. Gönül ister ki herkes Yavaşça adını bir kez daha hatırlasın veyahut öğrensin. 

Türk Müziği için “Prof.Dr. Alaeddin Yavaşça” ne demektir? 

Onun gibi birçok sanatçı yetişti. Bir Zeki Müren vardı onun döneminden mesela. Farkı neydi? Bence farkı sanata bakış açısı ve duruşuydu. Önceliği kendine değil, sanata veriyor oluşu. Yavaşça Hoca için müzik kendi kişiliğinden de önde gelen bir unsurdur. Hiçbir zaman bir gazinoya çıkıp, para karşılığı müzik yapmayı tercih etmedi. Kendi anlattığı dönemlerden biliyorum. Maddi zorluk çektiği zamanlarda dahi, karşısına gelip de, sana şu kadar para vereceğiz diyen gazino patronuna “Ben müziğimi satmam” diyerek tavır koyan bir yapısı var.

Gazino ortamından hoşlanmıyor mu?

“İçki içenlerin karşısında ben müziğimi icra ederek sanatımı satmam” diye ifade etmişti bu bakış açısını.

Nereye yerleştiriyor müziği?

Müziğe saygı atfediyor bence. Yani basit bir eğlence aracı değil de ruhu incelten hatta yücelten, olgunlaştıran bir unsur olarak görüyor. Bu yüzden kendinden de yukarıda bir yere koyuyor. Bunun da içkiyle, gazinoyla, hatta daha müptezel ortamlarla bozulacağını düşünüyor. Müziğe bu yaklaşımı ruhuna olgunluk vermeye başlayınca bunun meyvesi de o besteler oluyor. 

Ses sanatçılarına veya adaylarına icracı olarak etkisi nedir?

Hocanın üslubu konservatuarda bütün öğrenciler tarafından örnek alınacak ilk numunedir. Bir yandan da eserlerinin her birinde Türk müziğinin her makamından tüm özellikleri gösterecek incelik var. Müziği öyle özümsemiş ki, eseriyle ortaya koyuyor. O yüzden bugün ona yaşayan çınar diyoruz. Başka isimler elbette var ama o hepsinin büyüğü. 

Eserleri, üretkenliği ve icrasıyla Yavaşça ekolü yaşatılabilir mi? Yoksa hayıflanmaya başlayalım mı?

Hayıflanmayı hiçbir zaman kabul etmiyorum. Bir şeylerin bittiğini kabul etmek olur bu. Bitmez. Türk müziğinin bilinen 1300 yıllık bir tarihi var. Kimi padişah hoşlanmamış, önemsememiş, bazısı bestekarmış, almış başının tacı etmiş. Bu müzik değişik formlara girse de yaşamış. Alaeddin Yavaşça döneminde onun üslubunda en güzel örneklerini vermiş. Demek ki bugün de yetişmekte olan, henüz farkında olmadığımız bir küçük çocuk Alaeddin Yavaşça’yı geçecek. Bugünün formlarında ve ölçüsünde bir Dede Efendi olacak belki... İlle aynı formda eser verilmesi de gerekmiyor. Kendi gününün zevk ve anlayışında en güzel şekle dönüştürecek insanlar çıkacaksa ortaya, Türk Müziği yaşayacak demektir. 

Kendisinde Türk müziğinin her makamından tüm özellikleri gösterecek incelik var. Müziği öyle özümsemiş ki, eseriyle ortaya koyuyor. O yüzden bugün ona yaşayan çınar diyoruz.