20 Nisan 2024 Cumartesi / 12 Sevval 1445

Prof. Dr. Muhittin Ataman: Başkentlerin kararı coğrafyanın kaderi

ATAMAN: Türkiye, İran ve Irak’ın birlikte kararlı tavır takındığı herhangi bir konuda ABD’nin etkili olma ihtimali düşüktür. Başkentler birlikte hareket etmeye devam ederse bölge parçalanmaz, PKK-YPG koridoru oluşturulamaz.

FADİME ÖZKAN30 Ekim 2017 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Prof. Dr. Muhittin Ataman: Başkentlerin kararı coğrafyanın kaderi

25 Eylül’de yapılan bağımsızlık referandumu sonrası zemberek boşaldı ve IKYB tartışmalı bölgelerden çekilmek zorunda kaldı. Sonra referandum kararını dondurduklarını bildirdiler. Barzani de yetkilerini devredecek. Bu durum Türkiye’nin rıza göstereceği, olanları unutacağı nokta mıdır?

25 Eylül referandumunun bir ölüm kalım meselesine dönüşeceği belliydi. Türkiye “yapmayın” derken Batılı ülkeler de yapmayın, ABD erteleyin diyordu. Temel neden “bölgede zaten dünya kadar sorun var, Irak yeni toparlanmaya başladı, devlet olarak DAEŞ ile mücadelede bir adım öne geçince seyir olumluya döndü, referandum Irak devlet otoritesini yeniden sorgulanır hale getirir, kriz oluşturur” şeklindeydi. Fakat her şeye rağmen Barzani bunu yaptı.

Sizce neden yaptı?

Barzani bunu yaptığı hesaplamalarda kendi siyasi ikbalini ve Kürdistan Bölgesel yönetiminin geleceğini doğrudan ilgilendiren bir konu olarak gördüğü için yaptı. Siyaset biliminde bir siyasi faaliyet amacına ulaşmamışsa başarısız sayılır, doğal olarak. Zaten başarısız olacağı da kesindi.

BAŞKENTLERİN KARARI COĞRAFYANIN KADERİ

Süreçte beklenmeyen neydi?

Olayların seyrini değiştiren şey Türkiye, İran ve Irak merkezi hükümetinin birlikte karşı koyma iradesi göstermesi. Aslında bu yeni bir durum değil. Kürtlerin yaşadığı ülkelerdeki merkezi hükümetler arasında ne kadar sıkıntı olursa olsun, hepsini birden ilgilendiren Kürt sorunu masaya geldiğinde hep ortak tavır sergilerler. Burada da o oldu. İran ile Türkiye’nin beraber hareket etmesinin bir sonucu olarak referandum, bağımsızlık ilan edilse de edilmese de sonuçları itibari ile boşa çıktı. Batılıların ikiyüzlü tavrına veya kerhen yapmayın demesine ve merkezi hükümetler lehine tavır takınır gibi yapmalarına rağmen perde arkasında batıdaki belli aktörlerin onayıyla, belki Türkiye’deki bazı aktörlerin de onayıyla bu referandum yapıldı ama sonuçlarını etkisiz kılan Türkiye ile İran’ın net kararlı tutum takınması oldu.

BARZANİ’Yİ YANLIŞ YÖNLENDİRDİLER

Bölge ülkelerinin bir arada hareket etme kararı Barzani’yi caydırmadı ama Batı’yı referandumun arkasında durmaktan vazgeçirdi diyebilir miyiz?

Bunu tabii referandum sonrası için konuşuyorum. Referandum öncesinde Barzani bir hesap yanlışı yaptı. O hesap yanlışlarından biri Türkiye ile İran’ın beraber ve caydırıcı tutum takınmamaları üzerineydi. Türkiye’nin 20 yıldır Barzani ile beraber hareket ettiğini biliyoruz. Bu noktada da Erdoğan ve hükümetin kendisine net karşı koyuş göstermeyeceğini varsaydı.

Neye dayanarak böyle bir yanlış zanna kapılmış olabilir?

Türkiye Ortadoğu’da bir değişimden yana, Barzani bu değişimin içerisine kendisini de katarak düşünüyor. Bana göre yanlış. Sonuç nereye varacaktı ki, zaten tek yanlı bir şeydi. Merkezi Irak yönetimiyle eş güdüm içerisinde yürüyen bir süreç değildi.

TÜRKİYE PKK İLE MÜCADELEYİ ÖNCELEDİ

Türkiye’nin siyaseti neydi, nasıldı?

Türkiye kayıplarını en aza indirme siyaseti uyguladı, her halükarda kazanç olmayacağını biliyordu ve bunu durdurmak istedi. Kayıpları aza indirme siyaseti neydi, Merkezi Irak Hükümeti’nin Kerkük, Sincar, Mahmur vb. yani 2005’ten sonra Barzani yönetiminin oldubittiler ile elde ettiği toprakları yeniden ele geçirmesi ile beraber Barzani bu bağımsızlık ilanını gerçekleştiremedi. Barzani’nin tabiri ile Kürdistan’ın kalbi olarak nitelendirilen Kerkük dışarıda kalmış oldu. Türkiye’nin de referandum siyasetinde birinci amacı bağımsız bir Kürt devletinin ortaya çıkmasını, ikincisi PKK’nın bölgeye hakim olmasını engellemektir. PKK’nın bölgeye hakimiyeti iki yolla engellenebilir. Ya Mesut Barzani’ye doğrudan, fazlasıyla destek verme şekline olabilirdi. Şu anda kadar öyleydi. Ama Barzani referandumda ısrar etti. İkincisi merkezi Irak yönetimi ile işbirliği yaparak PKK’yı engelleyebilirdi. Merkezi Irak hükümetinin PKK’nın güçlü olduğu Sincar ve Mahmur’u hakimiyeti altına alması Barzani’nin elinde olmasından daha iyi, genel manada Türkiye açısından. Çünkü Barzani ile güç mücadelesinde üstün gelme ihtimali çok yüksekti PKK’nın. Çünkü orada PKK Kürdistan Yurtseverler Birliği ve GORAN hareketinden de destek aldığı için Barzani karşıtı geniş bir koalisyon var. Bunu devre dışı bırakmış oldu. Dolayısıyla İran sınırından Akdeniz’e kadar olan muhtemel PKK koridoru geriletmiş olmak mümkündü, bu da gerçekleşmiş görünüyor bugün itibariyle.

TEYAKKUZ HALİ DEVAM ETMELİ

Türkiye’nin bu süreci bundan sonra da nasıl yönetmesi lazım?

Mutlak bir durumdan bahsetmiyoruz. Ama durum şu; PKK hem Merkezi Irak Hükümeti’nin, hem Suriye rejiminin hem de İran’ın desteğini alıyordu şu ama kadar. Dolayısıyla bölgedeki üç devletin de doğrudan ve dolaylı desteğini almış bir örgüt PKK. Türkiye’nin buna karşı da teyakkuz halinde bulunması ve tedbir alması kaçınılmaz.

GEREKİRSE HAVUÇ GEREKİRSE SOPA

Yani Türkiye başkentlerle eşgüdüm kurarak PKK’nın bu ülkelerden de atılması için bir tür baskı uygulayacak, öyle mi?

Gerektiğinde havuç, gerektiğinde sopa politikası uygulayacak. Mesela Halil İbrahim sınır kapısına alternatif bir sınır kapısının açılması, bir koridor oluşturulması Türkiye-Irak arasında sadece siyasi değil ekonomik ve ticari ilişkilerin de hız kesmeden devam ettirilmesinin sağlanması bir havuç politikasıdır. Kırmızıçizgilerini hissettirerek bir siyaset izlemesi gerekir.

BAŞKENTLER ÇÖZÜLMEZSE BÖLGE ÇÖZÜLMEZ

Türkiye PKK’yı sadece Türkiye’de değil sınır ötesinde de sıfırlamak istiyor. Bölge ülkelerinde de Kürtler var ve Kürtlerin ayrılıkçı bir çizgiye gelmesi kimsenin hoşuna gitmez. Ama ABD, belli ki PKK’ya bir koridor devlet kurmak istiyor. Dolayısıyla Amerika Türkiye’nin tutumunu ve bölge ülkelerinin ittifakını nasıl kabullenecek?

Şahsi kanaatim Türkiye, İran ve Irak’ın birlikte kararlı tavır takındığı herhangi bir konuda Amerika’nın etkili olma ihtimali düşüktür. Eğer beraber hareket etmeye devam ederlerse. Kastım şu; Ben ABD’nin küresel hegemonya ve Ortadoğu siyaseti bağlamında uzun süredir muazzam bir imha gücüne sahip olduğunu kabul ediyorum. Fakat Amerika Birleşik Devletleri son 10-15 yıldır inşa etme kapasitesini kaybetmiş durumda. İmha edebilir fakat inşa etme ihtimali çok düşük. Bu üç merkezi hükümetin, özellikle İran ve Türkiye’nin beraber hareket etmesi durumunda ABD projelerinin somutlaşma ihtimali çok düşük. PKK-YPG koridoru oluşturma noktasında da bu böyledir. Kaldı ki Amerika’nın bugün yatırım yaptığı YPG veya PKK’yı yarın öbür gün kullanacağı büyük bir havuca da dönüştürebilir. Bölge devletleri ile masaya oturduğunda bunları pazarlık konusu olarak kullanacaktır. Zaten Türkiye ile ilgili bunu doğrudan veya dolaylı konuşuyor. Masadaki konulardan birisi bu. ABD nihai bir perspektif olarak düşünmüyor bunu. Bölge ülkelerinin meşgul olacağı bir sorunun, bir krizin devamını istediği için. Yarayı kanar halde bırakmaktır Amerika’nın şu an izlediği siyaset. Böylece bölge devletlerini etkilemeye çalışıyor. Ama İran ve Türkiye, yanlarına Irak’ı da aldıktan sonra ben ABD’nin Kuzey Irak veya Kuzey Suriye projelerinin gerçekleşme ihtimalini çok düşük görüyorum. Referandumu dondurma kararı bunun bir göstergesi.

ÜÇ DEVLETİN KABULÜ HER DURUMDA ŞART

Barzani bunu bilmiyor muydu peki?

Barzani’de bilir ki bu üç devlete rağmen orada bir şey oluşturması imkânsızdır. Eğer olursa nasıl olabilir? ABD bu üç devleti de zorlayarak kabul ettirirse. Ama yine onların onayıyla olacak. Zorla ya da gönüllü olarak. Ya kendi projeleri ya dışarıdan dayatmayla… Bu üç devlet kabul etmediği sürece Barzani’nin beklediği bir gelişmenin gerçekleşme ihtimali çok düşük.

G7’NİN PANİĞİ BÖLGEYİ ETKİLİYOR

Uzunca bir zamandır, Suriye ve Irak’ın bölünmekte olduğuna, yerel unsurların küresel güçler hesabına savaştığına, ırki-mezhebi olarak öbekleşildiğine tanık oluyorduk ve ülkeler küçük parçalara ayrılacak diyorduk. Başkentlerin bir araya gelme ve direnme stratejisiyle bölge ülkeleri artık bölünmeyecek diyebiliyor muyuz?

Ben bunu biraz daha küresel bağlamda iki farklı hususta değerlendiriyorum. İlkinde basit bir cevap var. İsrail’e tehdit oluşturmayacak bir bölgesel yapının ortaya çıkarılması. Bu ilk akla gelen. Fakat küresel sistem noktasında düşünüldüğünde ise; ABD inşa kapasitesini kaybettikten sonra müttefik ülkeleri veya rekabette olduğu ülkeleri sistemin yürütülmesinde maliyete katlanmaya çağırıyor. Yani Japonya’nın, Almanya’nın, Suudi Arabistan’ın, Türkiye’nin, Rusya’nın, hatta Çin’in yani bu sistemin devamından fayda gören bütün ülkelerin bir şekilde Amerika’ya yardımcı olmalarını bekliyor. Bunun bir yolu da şuradan geçiyor; artık küresel hegemonya zorlaştığı için bölgesel aktörlerin rolü artmaya başladı. G7’den G20’ye çıkış bunun bir göstergesidir.

SKYES PİCOT’UN İKİNCİ VERSİYONU

Bunun anlamı nedir?

G7 tek başına Batılı, ilerlemiş, kalkınmış, Kapitalist ülkeler küresel hegemonyayı sürdüremez hale geldiler ve bunun için hem doğudan hem güney yarım küreden devletleri yanlarına aldılar. Üç Müslüman ülke var, Latin Amerika ülkesi var, Çin var. Ortadoğu’da benim gördüğüm, ABD bölgesel oyun değiştirici aktörlerin ortaya çıkmasından rahatsız. Sorun; Türkiye gibi İran gibi ülkelerin bölge siyaseti konusunda inisiyatifler alması. Bunun en çarpıcı olanlarından biri maalesef yedi ay sonra akamete uğradı. 2010 başında Türkiye’nin Ürdün, Lübnan ve Suriye ile imzaladığı serbest ticaret bölgesi antlaşması Mart 2010’da imzalandı. Antlaşma piyasayı genişletmeye yönelik bölgesel bir inisiyatifti. Ama ne Amerika’nın ne Avrupa’nın beklediği ve istediği bir durum değildi. Böyle olunca benzeri inisiyatiflerin ortaya çıkmasını engelleme adına, mümkünse Türkiye ve İran’ın asla beraber hareket etmeyeceği bir sistemin devamından yanadır. Bu devletlerin parçalanma süreci veya haritanın değişme sürecinin bana göre böyle bir sistemik boyutu vardır. Irak’ı, Suriye’yi, Yemen’i Libya’yı böldüğünüzde onları bölgesel devletten mini yapay devletlere dönüştürüyorsunuz. Ortaya çıkan yeni bir yapaylık olacağı için Sykes-Picot’un ikinci versiyonudur bu ve ikinci bir yüzyılı da iç sorunlarla geçirmek demektir. Savunmacı, içe dönük bir refleksle siyasete mahkûm etmek. Amerika’nın şu an bölgedeki tüm devletlerle ilgili en ciddi kaygısı budur. Devletleri Batılı eski sömürgeci devletlere ve Amerika’ya bağımlı tutmaya devam etme siyaseti bu. Türkiye’nin Tayyip Erdoğan üzerinden yapmaya çalıştığı şey bağımlılıktan kurtulmadır. Bunu 15 Temmuz’da gördük, önceki darbelerde gördük, hem Türkiye’de hem başka yerde. Bütün ülkelerde ideolojiden bağımsız şekilde yerli ve milli duruş sergileyen hükümetler devre dışı bırakılmaya çalışılır. Kısacası parçalanma ile beraber bağımlılık devam edecek, ABD onu garanti altına almak istiyor. Bunun sadece siyasi tarafı yok, ekonomik, kültürel tarafı da var. Ekonomik aktör olarak da ne kadar küçük olursa Batı ile ilişkilerde o kadar bağımlı hale gelecektir.

ASTANA SÜRECİ ABD PLANINI BOZDU

Türkiye Astana süreciyle bir yandan Suriye’de çözülmek istenmeyen o durumla ilgili bir inisiyatif aldı. Fırat Kalkanı sonrası İdlip’e operasyon yapıldı. Afrin’e bir operasyon bekleniyor. Ne olur, beklentiniz ne?

Astana süreci başlı başına Amerika’nın Türkiye’ye karşı yıpratma savaşının Suriye krizi noktasında kurtuluş penceresi oldu. 900 km’lik ortak sınıra sahip olduğumuz devlette yaşanan kaosun bizi nasıl etkilediğini iyi biliyoruz, hem mültecilerden hem terör örgütlerinin Türkiye’ye saldırı düzenlemesinden hareketle. Türkiye’ye yönelik yıpratma siyasetinin uzantısı olarak Suriye’deki krizin devam ettirilmesini sağladı Obama siyaseti. Cenevre’de oluşturulan masa bir türlü toplanmadı, ısrarla toplamadılar. İlk önce Esed’in gitmesi gerektiğini söylediler; sonra alternatifi yok, gitmemesi gerektiğini söylediler. Sürekli perspektif ve siyaset değiştirdiler. Türkiye de mecbur kalınca karşı tarafları destekleyen iki ülke olan Rusya ve İran ile bir süreç başlattı. Çünkü onların sahada bir karşılığı vardı. Daha sahici bir süreç başlattı ve o süreçte işte bu noktaya kadar geldi. İlk önce onun adını koymak lazım. Astana sürecinin başlaması Amerika’nın veya Batı’nın genel manada Türkiye’ye yönelik izlediği yıpratma politikasının bir sonucudur, nedeni değildir.

DEAŞ REJİMDEN ALDI PKK-PYD’YE VERDİ

Ya Türkiye’nin siyaseti?

Duruma Türkiye noktasından bakıldığımızda, biz Suriye’de kendi oyunumuzu oynayamadık, oyun değiştirici olamadık fakat birisinin oynamaya çalıştığı oyunu bozmakta çok etkili olduk. Türkiye’nin Suriye politikasını birinci dönem, ikinci dönem diye ikiye ayırmak mümkün. İnisiyatif almaya çalıştığı dönemle başkalarının inisiyatiflerini boşa çıkarma dönemi şeklinde ifade edilebilecek iki ayrı dönem var. El-Bab, Cerablus, Fırat Kalkanı ile önemli bir oyun bozdu Türkiye. Münbiç üzerinden PKK’yı Fırat’ın batısına geçirme, Amerika’nın, Batılı devletlerin himayesinde gerçekleşiyordu ama öbür yandan DAEŞ’in boşalttığı alanın üzerinden gidiyordu. DAEŞ yedi yıllık süre de Suriye muhalefetinden aldığı toprakları PKK-YPG’ye devretti, bu çok manidar bir durumdur. Rejim devre dışıdır. Rejim ile ikisinin de çatıştıkları oldu ama istisnai olarak. Hem YPG hem DAEŞ hem rejimle savaşan ve ölüm kalım mücadelesi veren aktör, muhalefet oldu. Diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyiz, onlar daha birbirlerini görmezden geldiler, sadece mecbur kaldıklarında çatıştılar. Böyle olunca Türkiye’nin birinci oyun bozma adımı Fırat Kalkanı operasyonu. Yeterli değildi çünkü o koridorun oluşturulması, denize açılma siyaseti Batı’dan da kuşatılmak durumundaydı. Bu iki mana taşıyordu benim gördüğüm. İdlib operasyonu çok başka, ikinci gerekçe de olabilir. İlki o koridorun oluşturulma siyasetine nihai bir darbe oldu bana göre. Bu haliyle kalsa, muhafaza edilse de zaten oyun bozulmuş demektir. Yani denize açılma olmayacak, PKK-YPG ile mücadele konusunda ABD’nin oluşturmaya çalıştığı durumla ilgili net bir adım atılmış oldu ve bana göre Türkiye’nin bu adımı etkili de oldu. Bu devam edecek. Geçici gözlem merkezlerinin yanında kalıcı askeri üsler kuruyor Türkiye. En az üç askeri üssün kurulması söz konusu. İkinci temel neden şuydu; zayıflayan Suriye muhalefetine bir hâkimiyet alanı açmış oldu. Zaten Fırat Kalkanı ile Cerablus, el-Bab bölgesi dışında Şam’ın Güneybatısında biraz var. Çok daralmış bir bölgeydi ama İdlib bölgesi önemli, hele Halep’in düşmesinden sonra, oradaki insanlarında bölgeye gelmesiyle 3-4 milyonluk bir nüfus oluştu orada. O nüfusun Suriye muhalefetinin hakimiyetinde kalmasını sağlamak, Türkiye için çok önemliydi. Bu Rusya’ya rağmen, YPG’ye rağmen, DAEŞ’e rağmen oluyor, dikkat ederseniz. Muhataplarımızın siyasetine rağmen Türkiye bu adım attı ve çok etkin oldu.

DEAŞ TAMAMEN BİTMEZ

Rakka DAEŞ’den alındı ama PKK-PYD’nin elinde kaldı. Neticede DAEŞ başkentini kaybetti ama DAEŞ bitti mi, biter mi? DAEŞ’in bitmesi demek Suriye’de masaya oturmaya yakınız demek midir? Herkes alabileceğini aldı ve artık masaya mı oturulacak?

Herkes alacağını aldı mı? Bir kere DAEŞ bitmedi, bitmez. El-Kaide’nin bitmesine benzer bu, en fazla isim değiştirerek başka bir isim altında devam ettirilebilir, beklediğim husus o.

Alan tutma dönemi bitti, diyebilir miyiz?

Evet, o bitti. Tarihte hiç benzeri olmayan bir durum oluşmuştu. Burada açıklanmayan, cevaplanmayan çok soru vardır. DAEŞ ile mücadele adı altında 60’dan fazla ülke bir koalisyon oluşturdu, dünyanın en güçlü ülkeleri bir toprak parçasında hakimiyet kurmuş bir terör örgütü ile mücadelede yetersiz kaldılar. Bu doğru değildir, imkansızdır. Sahip olunan silahlarla, teknolojik kapasiteyle kara ordusu olmadan da yıpratılabilirdi. İmha edilebilirdi. İnsan hakları, sivillerin hayatı endişeleri vs. söz konusu da bana göre çünkü Ortadoğu söz konusu olduğunda Batılı küresel devletlerin hiç bir zaman sivil kaybı sorunu olmadı. Ne Afganistan’da oldu, ne Irak’ta ne Libya’da, ne Suriye’de ne başka yerde. Böyle olsaydı Obama dünyanın gözü önünde verdiği kimyasal silahlar kullanımıyla ilgili sözünü tutardı.

DEAŞ’I BİTİRMEK İSTEMEDİLER

Peki, nasıl oluyor da DEAŞ’la mücadele için kurulan koalisyon DEAŞ’la mücadele etmeyebiliyor, 60 60 ülke birden nasıl manipüle edilebiliyor?

DAEŞ’ı bazı arkadaşlar İsviçre çakısına benzetirler, pek çok işlevi olan bir yapı. Benim için en önemli özelliği şudur; bölge devletlerinin terbiyesi için bir sopa vazifesi görüyor DEAŞ. Bu büyük devletlerin kullandığı bir sopadır maalesef. Nabzı yakalamış, ayarını biliyor. Yeri geldiğinde etkisini arttırıyor, zamanı geldiğinde azaltıyor. Bu manada mı kullandı bilmiyorum ama ABD büyükelçisinin “bizim siyasetimizin sonucudur 9 aydır Türkiye’de DAEŞ’in terör faaliyeti yoktur” demesi. İnsanların aklına soru işareti getirdi. Eğer DEAŞ’ın alanı daraltılacaksa bu çok kolay. Büyük devletlerin iddia ettiği gibi çok zor ve imkansıza yakın olduğu kanaatinde değilim. Aksini iddia etmek için kör olmak lazım. Burası Ortadoğu. Dağlık arazi, ormanlık arazi değil, çöl. Coğrafya önemlidir. Mağaralara sığındığında müdahale edemeyebilirsiniz. Afganistan dağları, Himalaya değil, Hindikuş dağları değil, Vietnam ormanları değil. Türkiye’nin PKK ile mücadelesinde bu zorluklar var. Amerika’nın Vietnam’da yaşadığı buydu. Ama Suriye, Irak coğrafyası öyle değil. Çölde hareket ediyorlar. Uydulardan her şeyi takip ettiğini iddia eden devletler DEAŞ’ın önüne geçemiyorsa bu, önüne geçmek istemeyişi olarak okunabilir.

ABD VE RUSYA DA ÇEKİLSİN O HALDE BÖLGEDEN

ABD’den “tüm yabancı savaşlar evlerine dönmeli” açıklaması yaptı. Bunu neye yoralım?

Buna Amerika ve Rusya birlikleri de dâhil mi? Biz biliyoruz ki Amerika’nın yüzlerce askeri personeli şuanda Suriye topraklarında bulunuyor. Eğer Amerika Dışişleri Bakanı bu konuda dürüstçe bir ifadede bulunmuşsa ilk önce kendi askerlerini çeker ve diğerlerinin de çekmesini talep eder. Makul ve rasyonel siyaset böyle olur. Ama siz askerinizi orada tutmaya devam ettiğiniz, YPG’ye eğitim silah para ve insan desteğinizi devam ettirdiğiniz sürece başkasının oradan askerini çekmesini beklemek hiç rasyonel değildir.

İRAN ABD İLE HEM ÇATIŞTI HEM ÇALIŞTI

Peki, bu açıklama Türkiye’ye yapılmış bir açıklama mı?

Hem İran’a hem Türkiye’ye. Irakta Amerika’nın siyasetine birlikte karşı koyan iki ülkeye aynı anda uyarı olarak okunabilir. Bugün itibari ile Suriye’de her ne kadar karşı karşıya gelen iki devlet olsa da iki yerde de devletin siyasetinin er ya da geç Amerikan siyasetiyle çelişebileceği kanaatindeyim. Bizimki zaten çekiliyor. Ben İran ile Amerika’nın da aynı noktada olmadığı kanaatindeyim. Belli noktalarda bir örtüşme olabilir birisi dışarıdan gelen bir güç, diğeri içerde olan bir güçtür. Dolayısıyla perspektifleri de, beklentileri de farklıdır.

İKİNCİ DAYTON’U DAYATMAK İSTEYECEKLER 

Suriye’de masaya yaklaşıldı mı?

Cenevre masası bana 90’larda Dayton’daki masayı hatırlatıyor. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra ortaya çıkan manzara sürekli Müslüman Boşnakların aleyhine ilerledi. Onlar dengeyi sağlayıp Müslümanlar kendi lehlerine inisiyatif almaya başladıkları noktada, Batı kazanımların muhafazası adına Dayton’da tarafları uzlaşmaya zorladılar. Öyle bir dönemde uzlaşmaya varıldı ki her etnik gruba bir devlet verildiği halde Müslüman Boşnaklara bir devlet verilmedi. Hırvatlar ve Sırpların da etkili olduğu bugünkü 3’lü yapı ortaya çıktı. Şimdi benim beklentim Suriye’de de bunun ortaya çıkması. Şuanda öyle dezavantajlı bir durum var. Suriye’nin sahibi olan, çoğunluğu oluşturan Sünni Arapların denklemden çıkarıldığı bir ortam var şu anda. Bir tarafta hiç hayal etmediği bir coğrafyada hakim olan bir YPG-PKK var. YPG sadece Kürt coğrafyası değil Arap coğrafyasının da önemli kısmına hakim. Demografik değişimin ötesinde söylüyorum. Rakka da dahil olmak üzere Deylizor’a kadar olan hat şu an YPG’nin kontrolünde. Daha ötesine geçme durum yok bana göre. Bundan sonra olsa olsa gerileme olabilir. Eğer DAEŞ denklemden çıkarsa meşrulaştırıcı tarafı olmaz Amerika için. Şuana kadar DEAŞ’la mücadele adı altında bir genişleme yaşandı.

SURİYE’DE MASAYA YAKLAŞILDI

Peki, DEAŞ ortadan kalkarsa ne olur?

DEAŞ sonrası Suriye ya Suriye muhalefeti aleyhine genişleyecektir -ki orada ciddi sıkıntı var- ya da Esed rejimi aleyhine. Ama bu ihtimal düşük. Çünkü beraberlerdi, belli istisnalar dışında çatışmadılar. İkisinin de hamisi bölgesel olarak İran’dır. O zaman ibre Suriye muhalefetine, Sünni Araplara dönecektir. Sünni Arapların da kayıpları olandan fazla ne olabilir? Aslında denklemden tamamen çıkarılması, tabiri caizse son bir adım kaldı. Altın vuruş kaldı. Eğer bu olacaksa Suriye topraklarının tamamen yapaylaştırılması demektir bu. Yani Suriye topraklarında etnik soykırım yapamayacağınıza göre Sünni Araplar orada yaşamaya devam edecektir. Esed rejimi Alevi-Nusayri rejimine dönüştü zaten. Öbür tarafta seküler bir Kürt rejimi ortaya çıkacak çıkacaksa. İkisinin dışında kalan geniş bir kitle var. Ürdün’e, Türkiye’ye, Lübnan’a giden mülteciler yok sadece. Milyonlarca insan hala içerde yaşıyor. Bundan sonra uzlaşma çabaları artabilir. Batının istediği masaya yaklaştık evet.

AFRİN OPERASYONUNA DOĞRU

Türkiye tüm engellemeye rağmen İdlib’e girdi, Fırat Kalkanı Harekâtı gibi hedefine ulaştı. Afrin operasyonu bekleniyor. ABD’nin masayı muhalefet aleyhine dondurma ihtimaline karşı Türkiye Afrin için acele eder mi?

Türkiye’nin büyük ihtimalle masaya hazırlık politikasıdır bu. Müslüman Sünni Arapların içinde Kürtler de var Türkmenler de var. Hangi düzeyde bölünme olacak bilmiyoruz. Federatif mi, konfederatif mi, tam bağımsız devletler mi ortaya çıkacak bilmiyoruz. Hangi düzeyde değişim olursa olsun Türkiye’nin istediği Sünni Arapların ya da ana akımların Suriye muhalefetinin bütünleşik olmasıdır. Bir tarafta Fırat Kalkanı ile elde edilen Cerablus, el-Bab var. Şuanda YPG’nin kontrolünde olan bir Afrin var. Bir de en batıda İdlip ve Şuur bölgesinde hali hazırda Suriye muhalefetinin beklediği üçüncü bir parça var. Ve bunun eklenebileceğini, masada konuşulabileceğini düşünüyorum. O da Halep. Siyasi …. ortaya çıkacaksa Halep’siz olmaz. Sünni başkent, şehir kimliği ile beraber sembolik bir değer taşıyor. Biraz Kerkük’e benzer aslında. Suriye’nin Kerkük’ü gibidir. Kürtlerin Hristiyanların Sünni Arapların şehri. Pek çok etnik grup yaşıyor. Hakim grup Sünni Araplar. Kısacası bu 3 parçaya ilave edilerek Türkiye’ye müzahir bir yapının ortaya çıkması. Bir kısım mültecinin oraya gitmesi sağlanabilir. Türkiye ile kalıcı ittifak oluşturabilir. YPG’nin oluşturmak istediği kalıcı koridora kesin ve net bir ket vurulmuş olacak. Denize açılma ihtimali ortadan kalkmış olacak. Daha kırılgan bir yapıya kavuşturmuş oluyorsunuz. Karaya sıkıştırılmış coğrafyanın dost ülkeleri yoksa yaşaması çok zor. Kuzey Irak’ın en büyük talihsizliği budur. İki taraftan birine dönmek zorunda. Aksi takdirde dünyaya açılma ihtimali yok. Kuzey Suriye’de de benzeri bir durum söz konusu. Onlar denize ulaşmak isteyecek. Türkiye ısrarla durdurmak isteyecek. Hazırlığı yapılan masa için bütünleşik coğrafyanın Türkiye’nin himayesinde oluşturulması meselesi önemli bir konudur.

İRAN’IN ÖNÜNÜ OBAMA AÇTI, TRUMP KAPATMADI

Obama siyaseti dengeleri bozdu ve bölgede İran’ın önü açıldı. Şimdi Trump İran’a gününü göstereceğiz falan diyor ama referandumdan sonra IKYB’ye geri attıran Bağdat’ın arkasında yine İran var. Bu ne demek oluyor?

Trupm böyle dese de Washington’daki seçkinler hala İran ile diyalogdan yanadırlar.

Türkiye İran ile birlikte hareket etme siyaseti güdüyor ama öbür tarafta sahada sürekli karşı karşıya geliyor. Türkiye bu durumu kendi lehine nasıl çevirir?

Bu soruya vereceğim iki ilke cevabım var. Birincisi şu; öyle bir zaman diliminden geçiyoruz ki maalesef sadece bizimle ilgili değil, hatta Ortadoğu ile de ilgili değil. Uzun süreli dostluklar ve düşmanlıklar yok. Dünya sistemi bir geçiş döneminden geçiyor, bazıları bunu siyasetsizlik veya başka şekilde ifade etmeye kalkıyorlar, bu doğru değil. Türkiye neden 2010’da İran ile arası iyiydi sonra neden arası bozuldu. Neden bugün yeniden arası bir iyi bir kötü? Bu zikzaklar zamanın ruhuna uygundur. Zamanın dayattığı bir şeydir. Amerika’nın da Almanya ile arası iyi değil, Rusya ile arası iyi değil, Çin ile arası değil. Almanya’nın, Rusya ile Türkiye ile arası iyi değil, İngiltere ile arası iyi değil. Bu aralar herkes kırılma yaşıyor. Bu siyasi istikrarsızlık, küresel geçiş döneminin bir ürünüdür. Ortadoğu’ya baktığınızda da böyledir. Referandum oluyor, bir bakmışsınız ki dostlar düşman oldu. Astana süreci başlatıyorsunuz başka bir şey. Amerika bir adım atıyor. Trump olmasaydı Türkiye ile İran işbirliği yapmayabilirdi. İhtiyaç hissetmeyebilirdi ama Trump Amerikalıların beklemediği şekilde iktidara gelip İran’ı şeytanlaştırınca, aynı anda hem İran hem Türkiye ötekileştirilince kendilerini savunma durumunda ve bir arada buldular. Bir kere bunu söyleyelim. Neden bu zikzakları çiziyoruz, birinci açıklaması bu.

SÜNNİ DÜNYAYI DEAŞ İLE BÖLDÜLER

İkinci açıklama ne?

İlkesel olarak söylüyorum, Ortadoğu’da Batılı devletler, Amerika, bir bölgesel devletin bölgeye hakimiyetini istemiyor. Kimlikten bağımsız, ne İran bölgeye hakim olacak, ne Türkiye, ne Suudi Arabistan ne de başkası. Böyle olunca bölgedeki devletlerarasında batı, dış müdahale ile bir denge oluşturuyor. Bu denge şudur; birisinin birisine karşı mutlak üstünlüğü veya mutlak zaafı kabul edilebilir değil. Zaman zaman Sünni İslam’ın önünü açıyor, Şii İslam’ı ötekileştirerek bunu yapıyor. Zaman zaman tam tersini yapıyor. Şiilik, İran’ın tekelinde siyasal anlamda, İran’a yakın olan aktörlerin zayıfladığı dönemde onların önünü açmaya çalışıyor. Ama belli bir noktaya kadar. İran’ın bölgeye hakim olmasını zinhar istemez. Kim istemez? Batı istemez, İsrail istemez. Etkili bir aktör inisiyatif almaya başlayan aktör demektir. Amerika’nın istediği mümkünse ne İran inisiyatif alsın, ne Türkiye alsın. İkisinin de oyun değiştirici aktör olmaktan çıkmasını istiyor. Arap isyanları ile beraber İran ciddi şekilde köşeye sıkışmıştı. İhvan-i Müslimin üzerinden Sünni Araplık bölgeye hakim olmaya başlamıştı. Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da, Yemen’de iktidara geldi, Suriye’de iktidara geliyordu vs. Böyle bir durum vardı Filistin’de Hamas güçleniyordu, Türkiye’de benzeri bir siyasi çizgide olan Ak Parti iktidardaydı. Yani bir Sünni İslam temsilcisi olan aktörler birden bölgeye hükmetmeye başladılar. Amerika işte o bahsettiğim ilkenin gereği olarak İran’ın önünü açmaya çalıştı. Gerçi bu daha önce başlamış bir durumdu. Sünni bir DAEŞ icat edildi, Sünnilik bölündü.

DEAŞ bunun için mi icat-imal edildi?

Sünni dünyayı bölmeye yönelik bir girişimdi DEAŞ. İhvanı arka plana atma aracı olarak kullanıldı. İhvan aktör olmaktan çıkarıldı maalesef. Bütün bahsettiğim devletlerde bir ric’at yaşandı. Körfez ülkeleri terör listesine aldı, ABD terör listesine almakla tehdit etti vs. Ama öbür tarafta Şiilere ön açma oldu bu. Zaten 2003 sonrası post-Saddam döneminde zaten Irak Şii’leşti. Arapların yaklaşık yüzde 80’i Şii’ydi, Şiilerin oraya damga vurması kaçınılmazdı. Kürtler dışarıda tutuldu, Sünni Araplarla beraber zaten hareket edemediler. Arap ve Kürt olarak başka bir fay hattı vardı. En önemli iki devlet Şiiliğe direnç göstermeye başladığı, statükoyu geri getirmeye çalıştığı yer Suriye ve Yemen oldu. Yemen’de ılımlı Zeydiler iktidarda iken İran etkisinde bulunan Husileri ön plana çıkardı ve Yemen’deki durumu Husiler lehinde dengeyi değiştirmeye çalıştı. Suriye’de de azınlık rejiminin devamı için elinden geleni yaptı İran ve Amerika birlikte hareket ettiler. Dolaylı olarak aynı amaca çalıştılar. Amerika’nın çıkarı Suriye’deki rejimin Sünni-Arap, İhvan çizgisi bir rejimin kontrolüne girmesini engellemekti. Bu hedef gerçekleştirildi. Kısacası burada, ne İran’ı tercih ediyor Amerika ne Türkiye’yi. Kendi menfaatlerinin gerektirdiği ilkeye göre siyaset üretmeye çalışıyor.

SUUDİLERDEN İHVANIN YERİNİ DOLDURMA TAKTİĞİ 

Suudi Arabistan’dan son bir açıklama geldi; “Ilımlı İslam’a geçeceğiz” gibi. Bunun anlamı ne bu denklemde? Neden gerekti?

Muhammed Bin Selman’ın Ilımlı İslami bir çizgiye evrimle sözü oldu. Eğer bu söylem somut olarak sürdürülecekse birkaç anlama geldiğini düşünüyorum. İhvan düşüncesi Arap dünyasındaki ana akım İslami düşüncenin tek temsilcisi. Örgütlü muhalefet olarak ikinci örneği yok. Başka ana akım geleneksel Müslümanlar da var ama örgütlü değil. Halkın en fazla teveccüh gösterebileceği tek aktör var. Bu Tunus’ta Nahda’dır, Yemen’de Islah’tır, Mısır’da İhvan-ı Müslimin’in kendisi veya Adalet ve Özgürlük Partisi. Birincisi, bunun yerine ikame edilecek bir İslami anlayış ortaya koymaya, İhvan’a yönelik teveccül’ü geri çevirmeye çalışıyor. Suudi Arabistan’ın İhvan’ı devre dışı bırakma siyasetinin başka bir taktiğidir. Birinci taktik, terör örgütü ilan edip, halkın gözünden düşürmek veya siyaseten anlamsız hale getirmektir. Batılılar nezdinde kötü bir noktaya taşımak. Bu gerçekleşmedi. İhvanı ortadan kaldırma stratejilerinin ikinci taktiği; kendisi söylem olarak ona benzeyerek onu devre dışı bırakmak.

VELİAHT PRENS SUUDİ KRALLIĞI RİSKE EDİYOR

Mümkün mü bu?

Çok kolay olmayacak, sebebi şu; Suudi Arabistan Selefiliğin sert versiyonuna sahiptir. Selefilik daha çok Vahabilik üzerinden bir körfez merkezi olarak Suudi Arabistan’ın geri kalanına yayıldı. Şu ana kadar Suudi Arabistan krallığına meşruiyet kazandıran bir şeyh ailesi var, o ailenin kullandığı vahabi ve selefi bir söylem vardır. Bundan sapma anlamına gelecek bir söylemin bile kullanılması, onun kendi rejimini kırılgan hale getirir, meşruiyetini sorgular hale getirir. Bence orada çok ince bir çizgi vardır. Genç ve hırslı bir siyasetçi olduğu da dikkate alındığında, hata yapma payının yüksek olduğu kanaatindeyim. Yemen’de İhvan ile ilgili hesapları tutmadı. Dolayısıyla bu genç ve hırslı siyasetçinin oynadığını kumar gibi görüyorum. Riskli bir harekettir.

TAKOZLAR GÜÇLÜ, ABD İLE İLİŞKİLER KOPMAZ

Amerika ile ilişkilerin krize döndüğü bir noktadayız ve son yıllarda uğradığımız PKK ve FETÖ saldırılarının arkasında ABD olduğunu da tüm açıklığıyla gördük. Hal böyle iken nasıl olacak bundan sonrası? İlişkiler nereye evrilir? Türkiye ve Amerika kopma noktasına gelirse coğrafyaya ne gibi etkileri olur?

Genel manada Türkiye ile Batı ilişkileri, özel manada Amerika ilişkileri, formal olarak bir müttefiklik ilişkisidir. AB üyelik süreci tarafa, ABD söz konusu olduğunda NATO ittifakı vardır. 70 yıllık bir ittifakın en önemli iki üyesi olarak ciddi bir geçmişten devraldıkları miras vardır. Ben bu mirasın bir günde bir yılda heba edilebileceğini düşünmüyorum. Bu miras, iki devletin siyaseti açısından ciddi takoz görevi görüyor. Eğer bu olmasaydı ilişkilerin seyri tahmin edilemez bir noktaya evirilebilirdi. Çünkü mantıklı değil rasyonel değil. Bunu akılda tutarak konuşmak lazım; ABD ile mesela ekonomik ilişkilerimiz böyle hayati değildir. Yoğun bir ekonomik ilişkimiz yok, Avrupa ülkeleriyle olduğu gibi. Uzaklık veya başka nedenlerden dolayı ama tarihsel olarak güvenlik konusunda iş birliği yapmış iki ülkeyiz. Bunu akılda tutarak ilişkileri dikkate aldığınızda yaşadıklarımız bize ne gösterdi? Şu an içinden geçtiğimiz dünyanın ruhunun bir dayatması olarak korkularla ve duygularla siyaset üretmek çok ön planda. Amerika’yı yöneten iktidar da böyledir. Zaman zaman duygularla korkularla siyaset izlemeye çalışıyor. Bunu herhangi bir devlet yaptığında kısmen makul görülebilir de hegemon devlet yapmaya kalktığında ne anlaşılabilir ne kabul edilebilir. Ben Batı’nın Türkiye karşıtlığının sürdürülebilir olduğu kanaatinde değilim.

BATI TÜRKİYE’NİN ÖNEMİNİ KAVRAYACAK

Neden?

Çünkü Batılı ülkelerin hem kendi içlerinde hem bölge hem küresel siyasette karşı karşıya kaldıkları meydan okumalar var, ciddi tehditler var. Bu tehditlerle, sorunlarla mücadele etmede Türkiye gibi bir devletin desteğini almak hayati derece önemli. Mesela göçmenlik meselesi söz konusu olduğunda Türkiye karşıtı Avrupalı bir siyasetçi bile Türkiye’nin rolünün önemini kabul etmek zorunda kalıyor. Türkiye’yi yanında tutmak ile karşına almak çok şeyi değiştiriyor. Bahsettiğim o oyun değiştirici olma özelliği.

Diğer husus ise; kurguladıkları bölgesel oyun sadece Türkiye’nin aleyhine oynanan bir oyun değil, bölgedeki tüm devletlerin aleyhine bir oyun. Böyle olunca Türkiye üzerinden yaşanan ötekileştirme dolaylı olarak diğer ülkelerle ilişkilerde de yaşanıyor. Acaba ambargo söz konusu olabilir mi? Ben o takoz nedeniyle zor olduğu kanaatindeyim ama Türkiye aleyhine siyaset üretmeye devam edecekler. Hem PKK, YPG işlevselliğini muhafaza ediyor, hem de FETÖ işlevselliğini muhafaza ediyor. Kontrol edilebilir bir Türkiye için bu iki aktörü kullanmak isteyecektir. Türkiye’ye karşı kullanılabilecek en etkili iki sopa bu. Onlar bu sopanın işlevselliğini devam ettirdiği sürece ben kullanacakları kanaatindeyim. Yarın ortaya çıkacak şartlara göre iki araçtan da vazgeçebileceklerini, bütün Batı tarihinin bu tip olaylarla dolu olduğunu düşünüyorum. Kolaylıkla vazgeçebileceklerini de ön görüyorum. PKK’dan da FETÖ’den de. Vakti geldiğinde, iki aracın işlevsizliğine inandıkları gün vaz geçeceklerini düşünüyorum.

FETÖ İNSAN KAYNAĞI HALA AKTİF

İki ayaklı olarak PKK ve FETÖ’yü sormak istiyorum. FETÖ’den başlayalım. FETÖ deşifre oldu, devlet de kustu, toplum da kustu. FETÖ’nün Türkiye’de kullanım değeri sıfırlanmadı mı sahipleri için?

FETÖ, hepimizin bildiği gibi çok örgütlü bir yapıydı, ortaya çıkarılması bile hala sancılarla oluyor. FETÖ’den vazgeçmemelerinin birinci nedeni o. Çünkü yapı devam ediyor. Acayip bir insan kaynağı var, çok etkili bir insan kaynağı var. Bu kaynak hala duruyor. Dolayısıyla bunları mobilize etme ihtimali hala var. FETÖ tehdidi geçmiş değil. Evet devlet bunu kustu, tüm kesimler kustu. İdeolojiler üstü bir durum olarak sağcısı da, solcusu da tavırlı. FETÖ’cülük için açıkça yapılan siyaset yok ancak dolaylı olarak ötekiyle mücadele etmek konusunda birliktelik veya söylem benzerliği olabilir. Ama bu da FETÖ’ye açıktan sahiplenmek anlamına gelmiyor. Seçimlerde gördük, geçmişte de gördük, FETÖ üzerinden oy toplanmaz. İkinci; FETÖ’nün işlevselliğinin devamı olarak FETÖ Türkiye’den ibaret değil, Amerika’da da var, Afrika ülkelerinde de, Asya ülkelerinde de var. Amerika bu aracı sadece Türkiye ile ilişkilerde kullanmıyor. Tabiri caizse başka ülkelerde kara para aklama mekanizması olarak kullanıyor. O işlevsellik devam ediyor.

ABD PKK’YI YA BESLEMEYE DEVAM EDECEK YA MASAYA SÜRECEK

PKK’ya bakalım. PKK ile askeri mücadelede önemli bir aşamaya gelindi. Sivil siyasi alanda PKK eteklerinde siyaset yapan partiler siyasete inançsızlıklarıyla fiyaskoya dönüştü. Toplumsal destek kayboldu. Argümanları çürüdü. Türkiye’de PKK bu halde ama ABD Suriye’de PKK’nın Suriye koluna alan açtı, bu durum PKK’nın Türkiye karşısında kullanımını nasıl etkiliyor?

FETÖ ile birlikte düşündüğümüzde iktisadi tabir kullanarak söyleyeceksek, Amerika her iki aktöre de ciddi yatırım yaptı. Bu yatırımların heba olmasını istemez. Mantıksal olarak bedelini almadığı sürece kullanmaya devam edecek. Şu an YPG’ye gönderdiği silahlar sadece masadaki pazarlık gücünü artırmak için çünkü masadaki lokmayı büyütüyor. Başka devletlerin Türkiye aleyhine kullandığı bu araç böyle bir işlev görecektir. Yarın öbür gün karşı taraftan daha fazla şey isteme gerekçesine dönüştürülecek. Kısacası bunların bedelini almadan Amerika’nın bu iki aktörden vazgeçeceğini düşünmüyorum. Bu da orta vaade demektir. Bölgesel gelişmeler, radikal kopuşlar olacaksa bunun başka bir yere evirilme ihtimali de olabilir. 

İçinden geçtiğimiz zaman çok belirleyici. Amerika demek dünya demektir. ABD özelinde Batı dünyası ciddi bir yeniden yapılandırmadan geçiyor. Yeni bir dünya kuruluyor. Soğuk Savaş sisteminden o iki kutuplu sistemden sonra yeni bir dünya ortaya çıkacak. Biz bugün onun sancılarını yaşıyoruz. Türkiye de, Rusya da, Çin de, ABD de bunun sancısını yaşıyor. Bütün devletler yarın kurulacak olan dünyada daha büyük, daha kullanışlı bir pasta elde etmeye çalışıyor. Daha sağlıklı ve güvenilir konum elde etmeye çalışıyor. Ben bu yeni oluşan dünyada en azından Ortadoğu’da Türkiye’nin çok etkili bir aktör olarak ortaya çıkacağını, -hangi yapı ortaya çıkarsa çıksın- bölge halklarının mevcut yönetimlere gölge oluşturacak noktaya geldiği kanaatindeyim. Hem Türk halkı, hem Ortadoğu halkları, İran halkı ve Arap halkları aktör olarak devreye girdi. Kendi kaderlerini ellerinde tutmak için ciddi mücadele verecekler.