19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Prof. Dr. Kemal Sayar: Vatanımız evimizdir, Türkiye evini savunuyor

Sayar: PKK camilere, okullara, Mushaf’a yani bu ülkeyi vatan yapan ortak simgelerimize özellikle saldırıyor. Ama Türkiye toplumu çok dirençli ve inançlı bir toplum. Terörün ve yandaşlarının ne yapmaya çalıştığını gördüğü için aynı yürek hizasında durdu.

Fadime Özkan20 Haziran 2016 Pazartesi 07:00 - Güncelleme:
Prof. Dr. Kemal Sayar: Vatanımız evimizdir, Türkiye evini savunuyor

Bir asırlık Kürt sorununun, kırk yıllık terör belasının ardından Türkiye, Ortadoğu’da sınırlar yüzyıl sonra yeniden çizilirken çok yönlü saldırı altında tutuldu. PKK başta olmak üzere DAEŞ, DHKP-C, MLKP gibi terör örgütleri kaba saba vahşi saldırılarla, sivil alandaki yandaşları sofistike kamuflajlarla Türkiye’nin fiziki ve manevi bütünlüğünü mümkünse parçalamaya, değilse zedelemeye çalıştı. Çok şükür Türkiye bu süreçten bölünerek değil birleşerek çıkıyor. Peki nasıl dayandık bunca acıya ve saldırıya? Toplum genelinin, bölge insanının ve şehit yakınlarının psikolojisi nasıl? Psikiyatr Prof. Dr. Kemal Sayar ile konuştuk.

FOTOĞRAFLAR: AYGÜN ÖZİPEK  

Zor bir çağdayız, zor bir coğrafyada yaşıyoruz ve ülkemiz için de zor bir dönem bu. Türkiye toplumunun psikolojisini nasıl görüyorsunuz?

Türkiye toplumunu çok dayanıklı bir toplum olarak görüyorum. Vatanımız çok büyük bir saldırı altında, şer odakları birleşerek farklı cephelerden Türkiye’ye hücum ediyorlar. Fakat insanımızda bir dağılma, bir çözülme belirtisi görmüyorum. Bu meseleyi bir varlık ve yokluk meselesi olarak okuduğunu sanıyorum ekseriyetin. Bütün bu saldırılara karşı zihinsel açıdan, ruhsal açıdan hazırlıklı, bunlarla başa çıkmaya hazır bir toplum görüyorum ben.

TÜRKİYE’DE SİYASETİ TOPLUM BELİRLİYOR

Bunu sağlayan ne?

İnsanlar yanı başımızda cereyan eden olayları çok büyük bir dikkat ve bilinçle okudular. Türkiye toplumunun politik bilinç düzeyi yüksek bir toplum olduğunu sanıyorum. Siyaseti büyük fırça darbeleriyle yeniden dizayn ediyor, yeri geldiğinde. Bir kaç hafta önce bir konferans için Hollanda’daydım. Orada bizi gezdiren arkadaş, seçimlere katılma oranın yaklaşık yüzde kırk olduğunu söyledi. Türkiye de insanlar yüzde seksen doksan gibi yüksek rakamlarda sandık başına gidiyorlar ve demokrasinin alacağı şekli, kıvamı tayin etmek istiyorlar. Dolayısıyla, bütün o göbeğini kaşıyan adam, bidon kafa gibi kaba benzetmelerin aksine dipten akan, ferasetli ve basiretli bir kavrayış olduğunu düşünüyorum. Olayları görme, okuma ve politikayı dizayn etme konusunda. Hatta ben kişisel olarak politikanın halkın arkasından gittiğini, halka yetişmeye çalıştığını düşünüyorum.

LİDERLER KRİZ ZAMANLARINDA ÇIKAR

Buradaki siyasi iradenin, siyasetçilere değil toplumun kendisine ait olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Sosyal psikolojide bir tartışma vardır: Liderler mi toplumları şekillendirir, yoksa toplumlar mı liderleri şekillendirir? Üzerinde ittifak edilen şey, toplumların beklenti anlarında, toplum taleplerinin yoğunlaştığı anlarda, buhran çözücü liderlerin ortaya çıktığı görüşüdür. Yani bir lider ortaya çıkıp toplumu yukarıdan aşağı dizayn etmez. Aslında o toplumun beklentilerine uygun insan ortaya çıktığı zaman, o liderleşir. Bizim ülkemizin insanı, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da olan biten şeyleri büyük bir kalp temizliği ile doğru okudu. Türkiye’nin bir vatansızlaştırma operasyonu ile karşı karşıya olduğunu düşündüler. Ve vatana saldıran şer odaklarını çok iyi tespit etti, o yüzden bir çözülme emaresi görmüyoruz, o yüzden büyük bir metanet ve dayanışma halinde, aynı yürek hizasında durabiliyor insanımız.

KENDİ ÜLKESİNİN SÖMÜRGECİSİ

2010’dan itibaren Türkiye sistematik bir saldırı altında ama hedefte politik bir lider var. Bu duruma dair ne görüyorsunuz?

İtibar veya şahsiyet suikastıyla politika yapıcı insanların, onları destekleyen geniş kitlelerin ve onların seçimlerinin itibarsızlaştırılması hedeflenebiliyor. Bir politik liderin eleştirilmesi gayet doğaldır ancak karikatürize edilerek karakter suikastine uğraması aslında ona gönül vermiş, ona inanmış, onu değişimin taşıyıcı unsuru yapmış kitlelerin de itibarsızlaştırılması demektir. Bu da Türkiye’nin yıllardır aşina olduğu kendi kendini sömürgeleştirme söylemleriyle yapılıyor. Öz sömürgeleştirme, aynı ülkeyi paylaşan bir toplumsal kesimin başka bir toplumsal kesime buyurmaya, onu köleleştirmeye, ona ancak kendi mutlak iktidarına boyun eğmekle varlık hakkı tanımaya dayanan mutlakiyetçi bir bakış. Ötekinin kendini hikaye etme kudretinin elinden alınması üzerine kurulu. Batılılaşma ve küreselleşme üçüncü dünyada her zaman Batıcı eğitimden geçmiş elitler üzerinden yürütülür. Batıcı elitler Batılı değerlerin gönüllü misyonerliğini üstlenmişlerdir ve tepeden aşağı toplumu çağdaşlaştırmayı kendilerince misyon edinmişlerdir. Üstün beyaz efendi Afrika’ya gittiğinde sömürgeciliğin keşif kolu antropoloji Afrikalı insanın ‘neredeyse beyinsiz’ olduğunu söylüyordu. Bugün Türkiye’nin ruhunu taşıyan geniş gövdenin de uğramadığı hakaret kalmadı.

TÜRKİYE TEK YÜREK HİZASINDA

Türkiye toplumu saldırıların vatansızlaştırmaya yönelik olduğunu anladı dediniz az önce. Bunu açmanızı istiyorum?

Saldırılan yerlere bakın, okullara saldırılıyor, camilere saldırılıyor, tarihe ve hatta bazen mushafa saldırılıyor. İnsanın bir vatanı, işaretlerinden tanıyabileceği her yere saldırılıyor. Suriye’de milyonlarca insan ülkesinden göç etmek zorunda kaldı. Türkiye bir vatanı kaybetmenin ne olabileceğini bizatihi bu insanlarla gönül teması yaşayarak gördü. Bunun çok önemli bir tecrübe olduğunu düşünüyorum çünkü sabah evden çıktığımız zaman hepimiz akşam dönecek bir evimiz olduğunun bilgisiyle yaşarız. Vatan kendimizi güvende hissettiğimiz yerdir. Eğer kendimizi, yurt bildiğimiz bu topraklarda emniyette hissedemezsek, akşam geldiğimizde sığınacak bir yuva bulamazsak, o zaman geleceğe büyük bir korku ve endişeyle bakmaya başlarız ve aramızdaki o dayanışma duygusu da çözülmeye başlar. Ben terörün, insanların geleceğini gasbetmek suretiyle, geleceğini ellerinden çalmak suretiyle büyük bir korku ve belirsizlik havası yaymaya çalıştığını görüyorum. Ancak Türkiye toplumunun da büyük bir dayanışma gösterdiğini düşünüyorum.

Nerede görüyorsunuz bu işaretleri?

Cenaze törenlerinde devlet aleyhine sloganlar atılmıyor. Cenaze törenlerinde terör örgütünden hesap soruluyor, devletten değil. Cenaze törenleri çok büyük katılımlarla gerçekleşiyor. Anadolu adeta yekvücut oluyor, şehirlerde 10 bin kişilik cenaze namazları kılınıyor. Bu hal, insanımızın çok büyük bir tehdit ve tehlike algısı içinde olduğunu, teröre karşı yanyana aynı yürek hizasında durabildiklerini gösteriyor. Biz zannediyoruz ki sosyal medyada sesi çıkan üç beş kişi Türkiye yi temsil ediyor. Anadolu şehirlerine baktığınız zaman kabaran bir öfke var, teröre karşı, teröre yandaş saydıkları her yere karşı.

VATAN İMANLA SEVİLDİĞİ İÇİN VATANDIR

Terör saldırıları sadece güneydoğu Anadolu bölgesinde değil. Terör zaten tesadüfi ölümlerle korku salmak ister. Herkes her an hedef ama Türkiye’nin güvenliği için görev yapan asker ve polisler daha fazla hedef. Onların direnç noktaları ne? Mardin Midyat’da mesela iki kadın polis ölebileceklerini bilerek girdiler o çatışmaya. Ve şehit oldular.

Varlık yokluk, ölüm kalım mücadelelerinde insanlar ülküleri için yaşarlar. Bu topraklar bizdenöncekiler onu imanla sevdiği için bizim için hâlâ vatandır. Türkiye insanı bugünkü mücadeleyitarihsel derinliğin içinden görüyor ve bunun yüz yıl önceki sömürgeleştirme operasyonunun birdevamı olarak okuyor. Bence şaşırtıcı olan insanlarımızın kahramanlıkları değil, onlar vazifeleriningetirdiği sorumluluk duygusu ile hareket ediyorlar. Şaşırtıcı olan, gencecik fidanlar bu ülkegelecekte de var olabilsin diye toprağa düşerken, bizim yer yer gösterdiğimiz o tuhafduyarsızlığımız.

Duyarsız mıyız?

Büyük şehirlerde bir ölçüde duyarsızlık var gibi görünüyor. Bu bir kaçış da olabilir tabii, Türkiye bir yarışma programını tartışıyor, yarışma programında olup bitenler çok önemli hale geliyor. İnsanlar bunu konuşmak istiyor.

SAVAŞ ZAMANLARINDA İNTİHARLAR AZALIYOR

Neden?

Bu belki günlük hayatın ağır sorunlarından uzaklaşma isteğinin bir yansıması da olabilir ama insan yine de politik ayrılıklara karşın, cinayet şebekelerine karşı ortak bir ruhumuz, ortak bir öfkemiz ve sızımız olsun istiyor. Bakın enteresan bir veri var. Savaşzamanlarında intihar istatistikleri düşüyor. Neden? Çünkü insanlar hayatta kalmak için bir gayret gösteriyorlar o sırada ülkesini savunuyor, ailesini savunuyor, o sırada çok yüce bir takım değerleri savunuyor ve o anda hayata bağlanmak zorunda hissediyor. Kendini hayata bağlayarak ancak ülkesini, ailesini savunabilir. Bence bu tür varlık ve yokluk savaşlarında cephede olan insanlar kendilerini bırakıyorlar bir kenara, artık onlar vatan için yaşayan, idealler için yaşayan insanlar haline geliyorlar. Ama tabii bu insanların tüm bu olanlardan etkilenmeyen biyonik insanalar olduğu anlamına gelmez. Bu süreçler bittikten sonra vücuda nakşedilmiş olan travmanın acısı çıkmaya başlar. Vücut tüm o çatışmalarda, bütün o gerginliklerde yaşanmış olan şeyleri hafızasına alır. Ve daha sonra özellikle travma sonrası stres bozukluğu gibi rahatsızlıklarla kendisini dışa vurur. Ama şunu söyleyeyim bir Amerikan askerinin Vietnam’da yaşadığı kadar bir stres bozukluğu yaşamaz bizim askerimiz. Çünkü bizim askerimiz niçin orada olduğunu biliyor ve var oluşuna oradaki varlığına bir anlam katabiliyor, soylu bir ülkü adına orada bulunduğunu kabulleniyor. Dolayısıyla bir anlam uğruna hareket ettiği için, çok yoğun bir örselenme yaşamıyor. Anlamsız bir savaşın içinde olduğunu düşünen insanlarda travmatize olma ihtimali çok daha fazla.

BOĞAZINA BIÇAK DAYAYANA HADİ KONUŞALIM DİYEMEZSİN

90’larda JİTEM faili meçhul cinayetler işledi. Bölgede devletin terör estirdiği dönemler, cesetlere eziyet gibi fena şeyler de oldu. Vietnam benzeri iki yönlü bir travma da yaşanmıştı aslında. 11 aydır süren terörlü mücadelede böyle bir durum görüyor musunuz? Bir iki istenmeyen vaka olsa da hemen tedbir alındı...

Vatanımızı savunuyoruz. Askerlerimiz, polislerimiz vatan için müdafaa veriyorlar. Bu bir meşru müdafaa ve asla meşruiyet çizgisi dışına çıkılmaması gerekir. Önemli olan yaşatmaktır, öldürmek değil. Politika hayatı kutsamalı, ölümü değil. Gönül hiç ölüm olmasın ister, ama öğretmeninize polisinize pusularda alçakça saldıran, sivillerinize alçakça saldıran, anne karnında ki bebeği yok etmeye yeltenen vahşi bir terör karşısında ülkenizi savunmayıp ne yapacaksınız? Boğazınıza dayadığı bıçakla size boyun eğdirmek isteyen taşeron bir cinayet şebekesine, ‘dur, oturup konuşalım’ diyemezsiniz. Kendinizi savunmak mecburiyetindesiniz. Bölge insanımızın haysiyet ve kimliklerinin asla incitilmemesi gerekiyor, hor görü politikaları terör için daima uygun bir fideliktir. Bölge insanımız, Kürt kardeşlerimiz bu meşru müdafaanın onların hak ve hukukunu korumak için yürütüldüğünü hissedebilmeli. Temel esas, terör örgütüne bizzat Kürt kardeşlerimiz tarafından ‘benim adıma öldürme!’ denilebilecek bir hürriyet ve demokrasi ikliminin oluşturulmasıdır bana göre. Geçmişe göre daha dikkatli ve saygılı davranılsa da sabaha doğru insanların marşlarla uyandırılması, Türklüğe vurgu yapan duvar yazıları vb. reaksiyoner tutumlar insani olarak yanlıştır ve sadece örgüte propaganda malzemesi verir.

BÖLGE İNSANININ GÖNLÜ DE TARÜMAR OLDU

Terör saldırısından sonra çok büyük bir kalabalık toplandı ve Midyatlılar bayrakla uğurladı Midyatlıları korumak isterken şehit düşen kardeşlerini. PKK çözüm sürecini bitirip çatışmaları şehirlere, sokaklara getirdiğinde de halkın tepkisi büyük oldu. Şimdi büyük bir enkaz var geride. Her şey yeniden yapılacak ama ihaneti ve yıkımı da gördü insanlar. Bölge insanının psikolojisini değerlendirmenizi isteyeceğim?

Orada ki psikoloji çok hızlı bir şekilde müdahale edilmesi gereken bir psikoloji. Aylarca evinden çıkamayan, çıktığında sokağı, dükkanı, mahallesi tarümar olmuş insanın gönlü de tarümar olur. Devlet verdiği sözün arkasında çok hızlı durmalı, klasik hantallığını aşmalı ve yıkılan evleri ve gönülleri çok hızlı bir şekilde imar ve inşa etmeli. Çünkü evsiz insan, güvensiz insandır. Evsiz insan vatansız insandır. Gelecek korkusu insanı felç eder. Bölge insanımızın yaralarının çok hızlı bir şekilde sarılması lazım. Bunu hepimiz görüyoruz. Ben o bölgede PKK’ya yakın durmuş olan insanların çok ikircimli bir duygu hali içinde olduğunu tahmin ediyorum. Çünkü o bombaları oraya PKK koydu. Dolayısıyla insanların işini, aşını, evini terör örgütü elinden aldı. Sizi aç bırakırken, evsiz bırakırken, sokaksız bırakırken size meşru bir gerekçe sunamayan bir örgüt aslında bölge halkının gözünde de meşruiyetini kaybetmeye başlamış bir örgüttür.

TÜRKİYE OLUP BİTENİ KALBİYLE GÖRDÜ

Saldırıların ve müdahalelerin giderek daha sofistike bir hal aldığını görüyoruz. PKK geçen yaz ateşkesi bitirip devrimci halk savaşına başladığı günden itibaren PKK vahşetini kamufle eden sivil bir halka var, medyadan akademiden ve siyasetten yani sivillerden oluşan. Türkiye toplumu doğusuyla batısıyla bunu görmeyi başardı ama. Nasıl oldu?

Saint Exupéry’nin çok bilinen bir sözü var Küçük Prens’te, “Bazen insan sadece kalbi ile görebilir,kalp gözün görmediğini görür” mealinde. Ben Türkiye halkının kalbi ile görebilen bir özellikgösterdiğini düşünüyorum. Oyunları, riyakârlığı kalbiyle görerek deşifre ediyor. Anlıyor, feraseti ileaslında siyasete de bir ufuk tayin ediyor. İnsanların karakterlerini ele veren şey kriz zamanlarıdır.İyi zamanlarda hepimiz çok şen şakrak, çok dost canlısı, çok barış yanlısı olabiliriz ama kriz olduğuzaman ne kadar hakşinas davranıyoruz, kendi kabilemizin hatalarını ne kadar görebiliyoruz, meselebudur. Kendi ideolojik kabilemiz hata yaptığında bunları ne kadar konuşabiliyoruz? Bunlardırvicdanın ölçüleri. Türkiye’de bir epistemik cemaat var. Bu epistemik cemaat, vicdanın onuntekelinde bulunduğunu ve vicdan adına ancak kendisinin konuşmaya hakkının olduğunu söylüyor.İlkel bir kabilecilik. Herkesin kendi gettosuna hapsolduğu bir Türkiye rüya göremez. Bize herkabileden deli dolu, hakşinas, kendi kabilesinin hatalarını konuşabilen insanlar lazım.

VİVA LA MUERTE DEMEDEN…

Evet, ama maskeler de düştü öte yandan. Daha önce inandığın, birlikte yol aldığın insanların katili kamufle ettiğini, cinayet ortaklığı yaptığını da görüyorsun böyle zamanlarda. Terör bittiğinde terör destekçisi siviller bir şekilde yine burada olacaklar. Bunca şeyi gördükten sonra nasıl birlikte yaşayacağız, devam edebileceğiz?

Bu mühim bir konu. Bir hakikat ve yüzleşme komisyonu mu kuracağız? Bence insanların kriz zamanlarında aldıkları yanlış kararlar yüzünden onlarla bağımızı koparmamamız gerekiyor. Onlar bizim sevmediğimiz kararlar aldılar diye, açık bir biçimde teröre arka çıkmamış ve teşvik etmemişlerse, ölümden değil de hayattan yana iseler, oturup yeniden konuşmanın bir yolunu bulmamız lazım. Onları öyle düşündüren şeyi anlamaya çalışmalıyız. Öbür türlüsü sadece bizim hakikati temsil ettiğimiz ve başkalarının sadece yanlışlığı temsil ettiği yönünde ikilikçi düşünceye bizi götürür. ‘Benim safım tamamen haklıydı, karşı taraf tamamen haksız, onlar hain, onlar ülkeye ihanet eden varlıklar’, tarzı bir düşünceden ülkeye selamet gelmez. Zaten onlar da öyle düşünüyorlar, onlar da öyle düşündükleri için sizin gibileri farklı bir yere koyuyorlar. Bu düşmanlık iklimini ortadan kaldırmanın bir tane yolu varsa o da konuşmaktır. Teröre teşvik etmeden, insan öldürmeye teşvik etmeden, insanı yaşatmaya gayret ederek. ‘Viva la muerte!’ (yaşasın ölüm) demeden. Oturup neyi ne kadar konuşabiliriz, kendi önyargılarımız ne kadar değiştirebiliriz? Sonuna kadar gidecek bir konuşma gerçekleştirmemiz lazım. Bu gerginlik sürdürülebilir bir gerginlik olmaktan çıktı, bunun için bir toplumsal rehabilitasyona ihtiyacımız var.

ÖFKE AHLAKI

Saldırılar sürerken ve terörle mücadele sürerken bunu yapmak mümkün mü? Sonuçta o size vurmaya devam ediyor?

Ölüme yandaş olanla uzlaşamazsınız. Cinayeti övenle uzlaşamazsınız, ben arada kalan kitleden bahsediyorum. Arada kalıp o anlık bir seçim yapmak zorunda kalanlardan bahsediyorum, yoksa ölümü teşvik edenler ve tetiği çekenler ne bizim yüzümüze baksınlar ne de biz onların yüzüne bakalım. Eşkıyadan, caniden yüz çevirmek; kaybettiğimiz bine yakın şehidimizin hatırasını canlı tutabilmek için de şarttır. Ben buna ‘öfke ahlâkı’ diyorum. Zalimlerin ve onların kurbanı olanın mazlumların olduğu bir dünya bizi tanıklığa çağırır. Kan hiç dökülmemiş, çocuklar yetim kalmamışgibi inkâr etme eğilimlerine karşı durmaya, merhamet ve müdahaleye çağırır bizi dünya. Yaptığı kötülükten ötürü hiç nedamet getirmemiş birini nasıl bağışlayabiliriz? Eşini ve ufacık yavrusunu kalleş bir terör saldırısında kaybeden kadına kim affetme üzerine bir vaaz verebilir? Kapısını kapatıp çıkmazsınız geçmişin, belleğe nakşedilmiş olan daima kımıldar ve bugüne katılır. Her şeyi, ne pahasına olursa olsun onarma iştahı neyi onarmanın mümkün veya arzu edilebilir olduğuna dair muhakemeyi zayıflatıyor.

ŞEHİTLERİMİZİN AZİZ HATIRASI İÇİN

Peki ne yapacağız?

Bizim üzerimize düşen vazife şehitlerimizi unutmamaktır. Çünkü bir toplumu ayakta tutan şey hatıralardır. Biz ülkemizin bu son döneminde çok zor bir savaş verdik. Pek çok genecik evladımızı bu savaşta kaybettik, şehit verdik. Dolayısıyla onların aziz hatırası için de katillerin yüzüne bakmamalıyız. Onları konuşmaya şayan bulmamalıyız. Sadece şiddete bulaşmamış, elinde kan olmayan, kafası karışık insanlarla her zaman oturup yeniden konuşmaya hazır olmalıyız diyorum. Bir de unutkanlık modern toplumda çok yaygın bir durum, şehitlerimizin hatırasını ölümsüz kılacak ve bu son savaşın hatırasını kalplerde ebedileştirecek, onları milletçe unutmadığımızı gösterecek bir anıta ihtiyacımız var. Belki bir eylem, belki bir gün. Hafıza mekanı diyor bir yazar buna. Bir hafıza mekanına ihtiyacımız var.

TERÖRÜ HAFIZA MEKANLARINA GÖMELİM

Diyarbakır Dürümlü’de PKK 15 ton patlayıcıyla 16 insanı feci şekilde katletti. Şehitlerden geriye 60 kiloluk et parçası ve devasa bir çukur kaldı. O çukurun anıta dönüştürülmesi konuşuluyordu?

Çok doğru, ben çok katılırım buna, yaşanan acı bir daha yaşanmamalı diyebilmek için bu tür bir

hafıza mekanına dönüştürülmesi, gelecek nesiller için aydınlatıcı olur. Burada şu yaşanmıştı, diyebilmek için ama bunu başka yerler içinde düşünebilmemiz lazım. Mesela Sivas’da Madımak Oteli’nin de bu acıyı hatırda tutan bir işlevi olabilir. Orası bir kebapcı, bir otel olarak hayatına devam edemez. Onun da bu toplumun yaşadığı bir başka acıyı simgeleştirdiğini unutmayalım. Dolayısıyla toplumda her insanın özge acısına denk bir kutsiyet atfeden bir yaklaşımla, bu tür hafıza mekanları inşa edebiliriz. Bu bize acıya saygı duymayı, acıyı içimize alarak daha yapıcı bir şeye dönüştürmeyi de öğretebilir.

AKADEMİDE GÜRÜLTÜ ÇIKARAN BİR KESİM VAR

Elbette yekpare bir bütünden bahsetmiyoruz ama terörle mücadele sürecinde medyanın, akademinin, siyasetin tutumunu nasıl gördünüz?

Akademide çok seslilik iyi bir şey, ama çok gürültü çıkaran bir kesim var, o kuru gürültü onların haklı oldukları ve halk tarafından da meşru bulundukları anlamına gelmiyor. Ben yine de şiddeti övmediği, terörü yüceltmediği sürece akademide devleti sorgulayan yaklaşımların olmasını doğru buluyorum. Akademi muhalif görüşlerin kendine kolay yer bulabildiği bir yer olmalı, devlet kendisine yönelik eleştirileri de içine alarak olgunlaşır, gelişir. Yani öyle olmalıdır. Dolayısıyla akademinin veya medyanın günah keçisi haline getirilmesini çok doğru bulmuyorum. Medyanın bir bütün olarak, homojen bir varlık gibi hareket ettiğini düşünmüyorum. Çok parçalı bir görüntüsü var. Ben mesela şehitlerimizin hatıralarının medya tarafından yaşatılmasının ve el üstünde tutulmasının çok güzel olabileceğini düşünüyorum. Bu yapılmadı. Bu insanlarımızın hikayeleri daha detaylı görülmeliydi. Gencecik insanlarımızı insan olarak daha yakından tanımalıydık, bir istatistik sayı olmaktan çıkmalı ve öyküye dönüşmeliydi hayatları. Onları daha yakından tanımak isterdim. Medya bize insan hikayesini çok az sunuyor. Burada bir savaş var, insanlar ölüyor. Bazı ocaklara ateşler düşüyor, bunu ya aşırı dramatize ederek veriyor ya da bir istatistik sayı olarak geçiştiriyorlar.

İKİYÜZLÜLER PSİKOLOJİK HARBE HİZMET ETTİ

Geçen yaz PKK teröre başlarken bir kısım medya da terörü meşrulaştırmaya, etkisini küçültmeye ve hesabı devlete kesmeye başladı aslında. Çaydanlıkların, düdüklü tencerelerin, beşiklerin içine bomba koyan bir terör örgütüne arka çıkan bir medyadan bahsediyoruz!

Tabi bu çok büyük bir iki yüzlülük bazı insanlar, bazı medya organları, bazı yazarlar sanki güneydoğuyu o yıkıntı harabe haline çeviren devletin kendisiymiş gibi davranıyor, halbuki oraya o bombaları terör örgütü döşedi ve o bombalar orada olduğu için biz pek çok şehit verdik ve şehirler harabeye döndü. Oraları devlet yıkmış gibi bir görüntü veriliyor ve bu da psikolojik harbin bir unsuru olarak kullanılıyor.

CANLI BOMBALARA SAVAŞ AĞALARI KARAR VERİYOR

PKK şehirlere getirdiği savaştan yenik çıkınca ve halktan da beklediği desteği görmediği bilakis sert bir tepki gördüğü için şimdi sadece canlı bomba marifetiyle terör yapabiliyor. Canlı bomba gerçeğini konuşalım. Terör örgütü, terörist açısından o süreç nasıl işliyor?  

İntihar terörizmi çok büyük psikopatların oynadığı tehlikeli ve büyük bir oyun, büyük psikopat derken zehirleme ve manipülasyon kudreti olan kişileri kastediyorum. Kendisi ölmeyen ama bir başkasının ölümüne çok kolay karar verebilen savaş ağaları yani. Lise çağları ve üniversitenin ilk yılları insanın sistemle, kurulu düzenle başının hoş olmadığı, mücadele dürtüsünü bir kanala aktarmak istediği çağlar, böyle çağlarda bence terör örgütü festivaller adı altında pek çok genci bünyesine katmış, bunların içinden telkine yatkın olabilecek insanları seçiyor ve bir tür hipnotizasyonla onları hayatlarını vermeye ikna ediyor. İntihar teröristlerine dair çalışmalar çok kesin bir psikolojik profil ortaya koymuyor. Fakat genelde intihar bombacısı olan gençler, örgüt içinde kendilerine verilen üstün paye ile hayatta bir değer bulduğuna inanan insanlar. Önceki hayatında da çok yararlı işler yaptığını düşünen, kendine inanan, kendine güveni yüksek insanlar kolay kolay intihar bombacısı olmuyor. Tabii bir beyin yıkama sürecinden geçiliyor insanlar. Karşı taraf mutlak düşman olarak gösteriliyor, düşünüyor ki, ‘o bir insan değil, bizim ülkemizi işgal etmiş, kana susamış barbardır’. Dolayısyla yok edilmek zorundadır. Kendi vücudunu da yok ederek sözüm ona o onurlu eylemi gerçekleştirerek dava için çok büyük bir katkı sunacağna inandırılıyor bu insanlar. Çok keskin bir radikalleştirme sürecine tabi tutuluyorlar.

DEVLET LİSELİLERİ BAĞRINA BASSIN

Devlet bu sürece nasıl müdahale edebilir, ne yapmalı?

Devletimizin bu gençleri ilkokuldan liseye geçtikleri dönemde daha çok bağrına basabilmesi lazım. Bu örgüt besbelli ki lise çağına gelmiş çocukları bazen rızayla bazen zorla bünyesine katarak onlara bir varlık nedeni sunuyor. Orada ideoloji afyonuyla uğruna ölünecek bir dava yanılsaması yaratıyor. Onların aksine bizim de çocuklarımıza uğruna yaşanılacak bir hayat sunmamız lazım. Onları hayata bağlayacak, yaşama ve yaşatma idealine bağlayacak imkanları çoğaltmamız lazım.

AİLE ÇOCUĞUNUN ARKADAŞ ÇEVRESİNİ BİLMELİ

Aileler neye dikkat etmeli, çocukların sosyalleştiği ve bir anlamda ailenin kontrolünden çıktığı bir dönem bu?

O çok önemli bir mesele, aile kimlerle arkadaşlık ettiğini bilmeli. Çocuğunun kimlerle arkadaşlık ettiğini bilmek bir ailenin ister doğuda ister batıda en önemli vazifesi. Çünkü Batı’da çocuk birileri ile arkadaşlık ediyor hapcı bir çevrenin içine giriyor, kriminaliteye bulaşıyor, Doğu’da çocuğunu takip etmezsen terör örgütüne giriyor. En temel mesele anne babalar için dinamik ebeveynlik, yakın çevrelerini, kimlerle irtibat halinde olduklarını, dünyayla meselelerini nasıl çözdüklerini, neye sevdalandıklarını çok yakından takip etmeleri lazım. Gençler bazen kendileriyle ilgili olumsuz düşüncelerini, daha geniş, daha büyük bir davanın içinde eriterek kendilerini daha değerli hissetmek gibi bir yönelime kapılabilirler. Kendileri ile ilgili memnuniyetsizliklerini seçilmiş biri olmanın memnuniyetine tahvil etmek isteyebilirler. Seçilmişlik fantezisi dünyaya nizamat verme çağında birisi için biçilmiş kaftandır.

DAİŞintihar bombacılarıyla, PKK intihar bombacıları arasında fark var mı?

Çok benziyor aslında, biri daha seküler bir amaç uğruna ama yine de sonuçta şehitlik metaforunu kullanarak yapıyor.

PKK ölü teröristleri “şehit namirin” (şehitler ölmez) diyerek anıyor?

Evet, böylece kendine rol biçiyor, diğeri de dini suistimal ederek kendine bir rol biçiyor. Fark yok bunun dışında.

SURVİVOR İZLER GİBİ SERİ KATİL İZLEMEK

Seri katil vakası var bir de. Medyada neredeyse kahramana dönüştürülen,. İlgiyle takip edilen bir magazin figürü muamelesi görüyor. Biz bu katillerle sağlıklı şekilde nasıl yüzleşeceğiz?

Bence yanlışlıkla seri katil olarak isimlendirilen kişinin serencamında biz bir Survivor izleme keyfine kapıldık milletçe. Sanki adada hayatta kalma mücadelesi veren kötü adam ve bütün onun peşinde bir millet, tuhaf bir postmodern tablo ortaya çıktı. Sonrasında da bu kişi o kadar meşhur oldu ki adeta şöhreti günahlarını unutturur hale geldi. İçinde yaşadığımız çağda bazı suçların ahlaki içeriğinin boşaltılmasıyla alakalı bir şey olduğunu düşünüyorum. Şöhret kötülüğü affettiriyor. Seyirlik hale gelen şey bir süre sonra sadece seyirlik haline geliyor yani geçmişte bıraktığı izler unutuluyor. Bunu tanınmış bir müteahhidin üzerinden de okuyabilirsiniz. Türkiye bir tane müteahhidi çok tanıyor, onun görgüsüzlüklerini, densizliklerini, yaptığı gafları önemsiyor. Burada bu adamın mesela yaptığı incitici hareketler, söylediği yanlış sözler, toplumu rencide edebilecek tutumlar gözardı ediliyor. Bir komedi figürü gübü takip ediliyor. Bu gösteri toplumunun bir parçası, çok postmodern bir durum. Ama Batı’da bir polisin bir suçlu ile selfi çektirebileceğini sanmıyorum bu da bize ait bir laubalilik. Çok işimize sirayet eden laubaliliğin bir göstergesi.

ZAMANIMIZIN PROBLEMİ AHLAKİ KÖRLÜK

DAEŞ Charlie Hebdo’ya saldırdığında yedi kişi ölünce dünya liderleri terörü lanetlemek için Paris’e toplandı. Fransa da geldi Suriye’de DAEŞ’i bombaladı gitti. 11 Eylül sonrasında ABD El-Kaide’yi cezalandırmak için Irak’ı işgal etti. Yani Batının canı, dünyanın diğer bölgelerinden daha kıymetli. BM’nin ve evrensel insan hakları beyannamesinin yalan olduğunu gördüğümüz bir tecrübe yaşıyoruz. Küresel ikiyüzlülüğü değiştirmek, değiştirirken de dirençli olmak gerekiyor. Bunun sağlıklı bir formülü var mıdır?

Zamanımızın en önemli problemi ahlaki körlük. Batı ülkeleri ahlaken kör konumdalar. Siyaset de orada işe yaramaz bir etkinlik haline gelmiş durumda, bugünlerde post demokrasi diye bir şeyi tartışıyorlar. Demokratik kurumlar işlerliğini kaybetti. Hükümetler büyük şirketlerin kuklası haline geldi. İnsanların genel çıkarına veya bütün dünyanın genel çıkarı üzerine iş yapmak çok zorlaştı. Eğer bir şey bir şirketin aleyhineyse, bir hükümet o yasayı kolay kolay çıkaramıyor. Dolayısıyla insanların refahını ve mutluluğunu önceleyen siyaset de bir çıkmaza girmiş durumda Batı toplumlarında. Kendisine yakın olmayanın acısını yok sayma eğilimi de Batı’nın en temel riyakârlığını oluşturuyor bence, kendisi gibi olan ve kendisinden olanın acısını çok büyütmek, ancak uzak coğrafyaların veya kendisine hasım saydıklarının acısına tamamen bigane kalmak. Organize riyakârlık olarak isimlendirilebilir bu durum. Bu ahlaksız politikalar gün gelecek artık bitmek zorunda kalacak çünkü artık insanların da bunu sürdürmeye takati kalmayacak. Dünyanın bu kadar büyük bir ahlaki sapmayı daha fazla taşıyabileceğini sanmıyorum. Reelpolitik adına dayatılan şey aslında siyasetin en çirkin yüzü oldu. Ve bunların tam aksine, bizim, hayal politikasına, umut politikasına ihtiyacımız var. Güçlülerin sesinin kısılmaya ve sessiz bırakılmışların, hikâyesi ellerinden alınmışların seslerini biraz dahan yüksek çıkmasına ihtiyacımız var bu dünyada. Afrikanın sesinin daha çok çıkması lazım. Ezilmişhalkların seslerinin daha çok çıkması lazım. Bu vahşi oyunda Batı’nın da daha fazla bu coğrafyayı yok ederek bir şey kazanamayacağını anlaması lazım. Bizleri daha fazla köşeye sıkıştırarak onların da eline bir şey geçmeyeceğini anlamaları gerekiyor. Sadece ellerinde daha fazla kan olacak.

BEN İFLAH OLMAZ BİR İYİMSERİM

Hastalarınızı dinliyorsunuz, aslında dünyanın ve çağın derdiyle dertleniyorsunuz. Ya siz nasılsınız?

İnsanımızın çok duyarlı olduğunu gördüm ben bu süreçte, çok danışanım bana haberleri açamadıklarını, şehit haberlerini izleyemediklerini, çok üzüldüklerini, günler geceler boyunca şehit düşen askerlerimiz, polislerimiz için ağladıklarını anlattılar. Türkiye insanı bir yandan televizyon ölçümlerine baktığımız zaman biraz farklı bir görüntü var gibi geliyorsa da yaşanan herşeyi hafızasına nakşediyor ve oradan bir takım dersler ve anlamlar çıkarıyor, geleceğe yönelik projeksiyonlar da yapıyor. Ülkemin böyle bir süreçten geçmesi beni de etkiliyor, hepimiz çocuklarımıza daha güzel bir Türkiye bırakmak istiyoruz. Ben nasılım? Umutluyum zira iflah olmaz bir iyimserim. Yarının bugünden daha iyi bir gün olacağına dair kuvvetli bir umut taşırım, bunun işaretlerini de toplumumuza baktığımızda görüyorum. Terör er ya da geç bitecektir ben terörün çok konjönktürel bir şey olduğunu düşünüyorum. Ama terör bittikten sonra bizim birbirimizin yüzüne bakabilecek ahlak ve namusta olmamız lazım. O yüzden her birimizin şu zor dönemlerde söylediğimiz her sözü ölçüp biçerek söylememiz, yaptığımız her davranışı ölçüp biçerek yapmamız lazım Bunu en çok da dindar olduğunu söyleyen insanlar için dile getirmek istiyorum televizyon ekranlarında veya başka mecralarda başka insanları incitecek, onların yüreğine korku ve nefret salacak söz ve davranışlardan uzak dursunlar lütfen. Bir toplumsal rehabilitasyon için, gönüller yapmayı öncelikli hedef kılmamız gerekiyor.