49. Antalya Film Festivali bitti artık elmalar ile armutları ayırma zamanı. Önce Ulusal Jüri Başkanı Hülya Avşar’dan başlayalım. Ben dahil bir çok sinema eleştirmeni ve otorite Avşar kızının jüri başkanlığını eleştirdik. Aslında eleştirilerimin hâlâ arkasındayım. Ama ödüllerden sonra uzun yıllar bu kadar objektif bir seçimle karşılaşmadığımı söylemeliyim. Avşar kızının liderliğindeki jüri görevini bence çok iyi yerine getirdi. Bir tek seçimlerde En İyi Kadın ve Erkek Oyuncu ödülleriyle ilgili itirazım var. Bu itiraz da ödül alanların performansıyla ilgili değil. Öncelikle En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Anna Andrusenko ve En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Abdülkerim Tuncer’i tebrik etmeliyim. İkisinin de performansı çok iyiydi. Ama karşılarında öyle rakipler vardı ki bu isimleri geçip ödüle ulaşmaları bence jürinin hatasıydı.
Ödüller Adana’ya göre anlaşılır
Küf filminde Ercan Kesal’ın hem performansı çok iyiydi hem de neredeyse bütün film onun üzerine kurulmuştu. Filmin içinde onsuz kare yoktu. Hem iyi bir performans hem de bütün filmi başarıyla taşımak birleşince ödülü Kesal’ın almasını bekledik ama jüri farklı düşündü. Aynı olay Zerre filminin başrol oyuncusu Jale Arıkan için de geçerliydi. O da filmi performansıyla taşıyan çok iyi bir oyunculuk sergiledi. Halbuki Elveda Katya ile ödüle uzanan Anna Andrusenko iyi oynamışsa da filmdeki rolü Jale Arıkan’ınki kadar odakta olan bir rol değildi. Tabii her zaman jürinin seçimlerine saygı duymak gerekir. Bu tür seçimler de bu saygı çerçevesinde anlaşılır ödüllendirmelerdir. Mesela Adana’daki seçimlerden çok daha kabul edilebilir tercihlerdi Antalya’dakiler.
Adana’da Babamın Sesi filminin Yeraltı gibi bir filmin yerine ödül alması jürinin tercihlerine saygı duymak kavramıyla geçiştirilemez. Biz jüri başkanı Avşar kızına dönelim. Yarışma filmlerinden Derin Düşünce bütün izleyicileri ve bizi şoke etti. Ensest ilişki üzerinden bir film yapmak zaten riskliyken bunu iyice sömürmek flu sınırları iyice yok etmek sinema sanatından çok sinema sömürüsüne girer. Bu filmin yaptığı da aynen buydu. Hülya Avşar filme sıradışı bir tepki gösterince tartışmalar da çıktı. Film hakkında hissettiklerinde Hülya Avşar ile aynı tarafa düşmemiz kaderin bir cilvesiydi kendi adıma.
Antalya sinema festivali odağından çıktı
Yazının sonunda ise Antalya Altın Portakal’a asıl eleştirimi sakladım. Sinema politik bir sanattır. Onu siyasetten ayıramazsınız. Ama bu politika üretilenlerle ortaya konur. Filmler politik olabilir. Yoksa ödül töreninde muhalefet lideri sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu sahneye çıkarmak değildir politik sinemayla ifade edilmek istenen. Veya her sahneye çıkanın konuşmasını siyasi mesajlara boğması da değildir. Ne yazık ki Antalya organizasyonu bu tür politika yaparak bir sinema festivalini odağından çıkarmıştır. Antalya ne İşçi Filmleri Festivali’dir ne de siyasi tandanslı başka bir festival. Antalya Film Festivali, İstanbul Film Festivali’ni saymazsak yıllardır ulusal festivallerimiz içinde en önde gelen organizasyon ve kendi yapısını bozmaktadır bu tür uygulamalarla. Festivaldeki bir eksiklik de oraya gelen konukların, sinema yazarlarının, oyuncuların, yönetmenlerin fikir alış verişinde bulunacağı ortamların hiç oluşmamasıydı.