Gözaltına alınan gazetecilerden biri, “Radikal İslami grupların Türkiye’de nüfuz kazandıklarını ve bunun sorumlusunun bu hükümet olduğunu” söylüyor...
Bu telaşın nedeni ne olabilir?
Sözlerinde, “geç kalmış mesajını” bir yerlere ulaştıramamış olmanın pişmanlığı, aculluğu, telaşı seziliyor çünkü.
Bir taraftan da, Tahşiye grubunun, esasında bir “terör oluşumu” sayılması gerektiğini ima ediyor; bunlar o kadar da masum insanlar değilmiş, grubun lideri konumundaki kişi Usame Bin Ladin’i sevdiğini beyan ettiğine göre “masum saymamak gerekir”miş, vs...
Daha garibi şu: Aynı gazeteci, o kadar da masum saymamamız gereken Tahşiyecilere yönelik operasyonun, “göstermelik bir operasyon” olduğunu söylüyor. Bu operasyonla hükümet Amerikalılara şu mesajı vermiş: “Bakın, El-Kaide’yle nasıl savaşıyoruz...” Ama Amerikalılar bunu yememiş...
İyi de güzel kardeşim, Amerikalıların yemediği şeyi sen nasıl yedin?
Niçin, “tepeden tırnağa göstermelik” olan bu operasyonu, El-Kaide örgütüne karşı başlatılmış “en büyük savaş” olarak değerlendirdin ve hem kendini, hem müşteriyi kandırdın?
Bir karar vermeniz gerekmiyor mu artık...
Tahşiyeciler terör örgütü mü, değil mi?
İşinize geldiğinde “terör örgütü”, işinize gelmediğinde “Hükümetin savaş açtığı cemaat oluşumlarından biri...”
Hangisi?
Dahası, hem bu kadar pişkin, hem bu kadar ikiyüzlü nasıl olunabilir?
Bu sorular da cevap bekliyor!
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız diyor ki: “Bütün gücünü şeffaflığından alan, son derece zarif davranan bir kardeşiniz olarak soruyorum, niçin telefon dinleme ihtiyacı duydunuz? Sayın Putin ile devlet başkanlarıyla, hükümet başkanlarıyla, meslektaşlarım bakanlar ile görüşürken niçin bunları merak ettiniz? Paralel yapıya soruyorum; yoksa siz bunları alıp kapı komşunuza mı verdiniz, yoksa daha uzaklara mı verdiniz? Biz çok önemli bir duyguyu yaşadık. Bu nedenle çok üzüntülüyüz. Aldanmış olma duygusunu yaşadık. Beraber çalıştığımız, beraber yemek yediğimiz, beraber gayret ettiğimiz çalıştığımız arkadaşlarımızın tarafından aldatıldık. Aldanmışlık duygusu gerek şahıslarda gerekse şirketlerde gerekse ülkelerde son derece önemlidir. Biz bunu hak edecek ne yaptık?”
Bu sorulara cevap vermesi gereken odak hangisi?
Cemaat mi?
Cemaate yakın yayın organları mı?
Cemaat sözcüleri mi?
Denilebilir ki, “Biz bir gönüllüler hareketiyiz. Niçin bu tür sorulara muhatap oluyoruz? Ortada bir suç varsa devlet gereğini yapmalı, suçluları adalete teslim etmelidir.”
Mesele de bu işte...
Hem gönüllüler hareketisiniz, hem de yasaların suç saydığı dinleme kayıtları üzerine “varlık” bina ediyorsunuz...
Hem “Ortada bir suç varsa devlet gereğini yapmalı, suçluları adalete teslim etmelidir” diyorsunuz, hem de suçluları koruma ve yaptıkları işin doğru olduğuna inandırma cihetine gidiyorsunuz.
Başbakan’ı 24 saat tarassut altında tuttunuz...
Dışişleri Bakanlığındaki güvenlik toplantısını izlediniz...
MİT TIR’larına operasyon çektiniz...
Kriptolu telefonların şifrelerini çözdünüz...
İhaleyle, alım-satımla alakası bulunmayan TÜBİTAK’çıları, “ihaleye fesat karıştırmak” suçlamasıyla ve daha da kötüsü sahte isimler kullanarak dinlemeye aldınız...
Bunları niçin yaptınız?
Daha da önemlisi, kim adına yaptınız?