AK Parti’nin cumhurbaşkanı adayı, Başbakan Erdoğan, cumhurbaşkanının tarafsız olmasıyla ilgili o naftalin kokulu ezberi, o insanin içine baygınlık veren klişeyi dünkü grup toplantısında “hunharca” yıktı geçti. Tam olarak şöyle dedi: “Milletim teveccüh gösterir seçilir isem, tarafsız bir cumhurbaşkanı olmayacağım! Taraflı cumhurbaşkanı olacağım!” Açık, net, dolayımsız.
Eh, bunu duyup havaya zıplayanlar, sadece bu cümleyi alıp “gördünüz mü birleştiren değil ayrıştıran olacak, taraf tutacak” diye davul dövenler olmuştur mutlaka, olacaktır da. Varsın olsun. Biz sözün devamına bakalım:
“İki model var cumhurbaşkanının neye taraf olacağıyla ilgili. Bir, devlet. İki, millet. Ben milletten yana olacağım. Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” nasihatinde dediği gibi”.
Yaptıkları yapacaklarının...
‘Reisi’ değil ‘cumhur’un kendisini, devleti değil insanı önceleyen bir siyasetin tanımını yapıyor aslında Erdoğan.
İstanbul belediye başkanlığı ve 12 yıllık başbakanlık döneminin icra özeti niteliğinde bu sözler. Hizmet odaklı siyaseti ifade ediyor ve Çankaya’ya çıkması halinde aynı hizmetin ve siyasetin devamını bir kez daha vaad ediyor. “Yaptıklarım yapacaklarımın garantisi” diyor yani bir anlamda.
Ki, rakiplerinin elini kolunu düşürecek temel argümanı, ispatlı icraatlı vaadi de budur kanaatimce Erdoğan’ın. Seçmen nezdinde en etkili, en tartışmasız ve kanaati oya dönüştürecek faktör de bu olacaktır.
Türkiye’nin değişip geliştiğini, kendi hayatının her alanda iyileştiğini gören ve devletin zirvesine kimi oturtacağına bundan böyle kendisi karar verecek olan seçmen için cumhurbaşkanlığı makamı sadece temsil makamı değildir çünkü bundan böyle. İcra da beklenecektir. Bu alanda zihinsel algısal dönüşüm tamamlandı kaldı ki, fiiliyata dökülmesi için geri sayılıyor. Böyle bir evrede muhalefet adayının kör göze parmak “ben devletin bekçisiyim” demesi onun için ve onu çatıya çıkaran CHP-MHP-Paralel-Doğan ittifakı için göz yaşartıcı bir doğruculuk olabilir ama neticede ne devlet o eski devlet, ne de “yeni Türkiye’yi inşa etmekte olan halk seçeceği cumhurbaşkanından bekçilik istiyor.
Başbakan’ın “vitrine vazo seçmiyoruz” diyerek alaysı bir dille eleştirdiği nokta da burası. “Cumhurbaşkanı aynı zamanda Iğdır’ın köylerinin su sorunuyla da ilgilenecek, çözüm süreciyle de, paralelle mücadeleyle de” bundan böyle. Akmaz kokmaz, yanmaz yapışmaz devlet başkanı modeli tarih olalı çok oldu. Türkiye halkı Rahmetli Özal ile tattığı, Sayın Gül ile tazelediği “halkın cumhurbaşkanı” modelini temelli istiyor, bunu özlüyor ve halihazırda bunun sistemini kurmaya çalışıyor.
Merhametsiz vazo
Muhalefetin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun dün sarf ettiği “Suriyeli mültecileri Türkiye’ye almamalıydık” ifadesi misal. Bu hoyratlık kendisi de bir mülteci cocugu olmasına rağmen kendisinin ve temsil ettiği partilerin siyasi-ahlaki ölçütlerine işaret edebilir belki ama bundan daha önce, sayın adayın Türkiye toplumuna ne kadar yabancı olduğuna da ispattır. Türkiye tam bir merhametliler ülkesi çünkü... Bu toplum dişinden tırnağından artırdığıyla zorda darda kalan herkese yardıma koşuyor, sağ elinin verdiğini sol eli bilmesin istiyor ve aralarından çıkan bir kaç insanlıktan düşmüşün durumunu ise Allah ıslah etsin diyerek tolere ediyor. Hal böyleyken İhsanoğlu’nun yaklaşımı sadece ahlaken değil siyaseten de boşa düşüyor. Erdoğan “ben milletin hizmetçisiyim” diyor, İhsanoğlu “ben devletin bekçisiyim”. Erdoğan kendi güçlü kişiliği ve Türkiye kamuoyunun gözü önünde adım adım dokunan hikayesiyle bir davanın içinden, bir hak etmişlikle geliyor.
İhsanoğlu’nun bu vakte kadar ki kariyeri bir yana, çatı aday ilanından beridir hızla üretilmeye çalışılan eklektik bir siyasi kimlikle, parçalı, yer yer silikleşen bir hikayeyle ve her önüne gelene mavi boncuk dağıtmasıyla bu yarıştan önde ve sağlam çıkması zor görünüyor.