Salı günü öğleden sonra bir haber düştü Pakistan’dan: “Üstad Mevdudi’nin “manevi kızım” dediği düşünür Meryem Cemile Hanım, Lahor’da Rahmet-i Rahman’a kavuştu.”
78 yaşındaydı altmış kadar risalesi, yirmi kitabı vardı Meryem Cemile’nin. Bizler onu 1986-1995 yılları arasında dilimize çevrilmiş kitaplarının yanısıra fakültelerde teksirle çoğaltılarak dağıtılan mektuplarından tanırdık. Üstad Mevdudi ile İslam düşüncesinin seyri ve güncel mevzular hakkında yazıştıkları mektuplaşmalar kitap haline getirilmişti. “Batı Uygarlığı ve İnsan”, “Oryantalizm”, “Kendini Mahkum Eden Batı” kitapları hemen ilk aklıma gelenler.
“İslam ve Çağdaş Öncüleri” adlı siyasal düşünceler tarihi ekseninde değerlendirilebilecek eseriyse, değişim ve gerçek kavramlarını felsefi tartışmaya açmasıyla halen güncelliğini koruyor. Reformizm ve modernizme yönelik soruları, bizlerin bugünlerde yaptığımız “İslamcılık” tartışmalarıyla da yakından ilgili. Meryem Cemile, Said Halim Paşa ve Bediüzzaman gibi Osmanlı düşünürlerinin birikimini de çok önemseyen ve yeni nesillere aktaran bir yazardı.
Amerika’da Musevi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti Margaret Marcus. Geçirdiği bir rahatsızlık sonucu 2 yıl kadar hastanede kaldığı dönemlerde Kur’anı Kerim’le tanışmıştı. New York’ta Edebiyat ve Felsefe eğitimi görürken, 1948/İsrail meselesi diğer Museviler gibi onun da yakından takip ettiği bir gündemdi. Filistinli mülteci Ahmet Halil’le tanışması hayatının dönüm noktası oldu ve Filistinlilerin yaşadığı adaletsizlikler onu derinden etkiledi. Bu arada İslam hakkında öğrenmek istediği konuları o günlerde Mısır hapishanelerinde mahkum edilmiş Prof. Seyyid Kutup’a yazdığı mektuplarda dile getiriyordu. Üstad, idama mahkum edilmiş bir fikir suçlusu olduğu için kendisini yakın dostu Mevdudi’ye yönlendirmişti, 3 yıl yazıştılar. Margaret Marcus 1962 yılında Brooklyn Camii’nde müslüman oldu, Meryem Cemile ismini alarak Pakistan’a geçti. Birkaç yıl Mevdudi’nin himayesinde ve evinde misafir kaldıktan sonra kendisi gibi Üstad’a canı gönülden bağlı eşiyle evlendi. Bir daha dönmedi ABD’ye.
***
Meryem Cemile Hanım’la yüzyüze görüşme bahtiyarlığına erişmiş gazeteci arkadaşımız Turan Kışlakçı’yı aradım haberi alır almaz. Turan’a Türkiye’yi görmek istediğinden bahsetmiş son görüşmelerinde Meryem Cemile Hanım. Bunu işitince kalbim yandı. Zeynep Gazali, Emine Kutup, Safinaz Kazım, Berat Benna gibi kadınlar birer kuyruklu yıldız gibi aktı içimden... Bizler onları kitaplarından, kürsülerinden, dirayetli ve sabırlı dağlar gibi şerefli duruşlarından ibaret biliyoruz. Yaşadıkları binbir çile, döktükleri gözyaşları veya nadir de olsa hayata gülüşleri, esprileri mesela, merakları nelerdi, özel halleriyle bilmiyoruz. Sanki onlar sadece yazdıkları kitaplardan ibarettir. Keşke hayattayken bir kez bile olsa görebilseymişim Meryem Cemile Hanım’ı bir kez ellerini öpüp alnıma koysaymışım diye yandı içim. Turan’a fotoğrafı var mı diye sordum. O dönemin isimleri Mevdudi de dahil, fotoğraftan çok hoşlanmayan, kendilerini ortaya çıkarmaktan hicap eden kimselerdi. Onların bu hassasiyetine binaen tercih ettikleri meçhuliyet ve yalnızlığa dair o peçeyi kaldırmayalım dedik Turan’la.
Çocuklarıma Meryem Cemile Hanım’ı anlattım bu sabah. Gözlerinin içine dikkatle bakarak. İstedim ki; anneleri gibi dünya üzerindeki binlerce kadına daha öğretmenlik yapmış bu muhteşem düşünürü, “büyükanneleri” gibi sevsinler, kitaplarını okuyup istifade ettikleri gibi ardından samimiyetle dua etsinler, istedim...
İslami hareketin, gençliğe verdiği değer, Sevgili Peygamberimizden bu yana hiç eksilmedi, her dönemde en samimi alaka hep gençliğe tevcih edildi. 17 yaşında Musevi bir kız öğrencinin yazdığı mektupları mütevazi kelimelerle cevaplamıştı idam sehpasındaki Seyyid Kutup. Yaşı küçüktür dememişti Mevududi, Meryem Cemile’yi cevaplarken. Hepimize örnek olmalı.