Kazım Güleçyüz diye biri... Yeni Asya gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapıyor.
Bu arkadaş bir Nurcu...
Nurculuğun hangi kolundandır, kendisi gibi düşünmeyen türdeşlerine bakışı nedir? Bu konuda derinlemesine bilgi sahibi değilim. Herhalde iyi bakmıyor... İyi bakmadığını yazılarından ve attığı tweetlerden çıkarmak mümkün. (Bu yazı münasebetiyle arşivden eski yazılarına göz attım. Kazım Bey’de muazzam bir özgüven var. Öyle bir özgüven ki,“Mahkeme-i Kübra”da hesaplaşacağız” diyen muhataplarına, “Şimdiden hazırlansın” şeklinde cevaplar bile verebiliyor; Mahkeme-i Kübra’yı “şimdiden” ayarlamış gibi... Bir de, sürekli cedel halinde... Hemen her yere laf yetiştiriyor, herkese haddini bildiriyor. Doğuştan haklı ve gergin bir arkadaş... Farklı seslere tahammüllü biri izlenimi bırakmayan Kazım Bey, ilginçtir, bir tek Fethullah Gülen’i seviyor. Fethullah Gülen’in sevmediklerinden ise nefret ediyor.)
Kazım Bey’i ismen elbette tanıyorum ama gazetesini okumuyorum.
Dolayısıyla, “görüşlerine”, bir tek, sosyal medya ortamında muttali olabiliyorum.
Geçenlerde, bu satırların yazarı için bir şeyler yazmış.
Buyuruyor ki, “Sarayı Savarona örneğiyle savunanlar, şimdi de ‘M. Kemal Bakanlar Kurulunu Savarona’da toplardı’ diyorlar. Biz de ibretle temaşa ediyoruz.”
Kazım Bey ibretle temaşa eder de, paralel cenahın haber siteleri mal bulmuş mağribi gibi atlamaz mı konunun üzerine? Hemen bir haber çırpıştırıvermişler... Ahmet Kekeç’e çakma fırsatı doğdu. Kaçırırlar mı?
Sitecilere bir şey demem... Ben Kazım Bey’i tanırım.
Dolayısıyla, yeni yılın ilk “talihlisi”, Kazım Güleçyüz olacak.
O halde soralım zatı muhtereme:
Bir gazetede genel yayın yönetmenliği yapıyorsunuz, bir köşeniz var ve her gün yazı yazıyorsunuz, muhtemeldir ki bazı kitaplara imza attınız... İşiniz okumak, yazmak ve düşünmek olduğu için “fehmedebilme” beceriniz yüksek... Dolayısıyla, neye itiraz ettiğimi, hangi tutumunuzu çirkin ve saygısızca bulduğumu en iyi siz anlayabilirsiniz.
Birincisi muhterem, siz bir yazıyı nasıl okuyorsunuz?
Doğrudur, “Atatürk Bakanlar Kurulu’nu Savarona’da toplardı” diye bir yazı yazdım. Bu yazıyı “Saray”la nasıl ilişkilendirdiniz? Bir “Saray” yazısı yazdığımı, hele “Saray savunusu”yaptığımı hiç hatırlamıyorum. Daha önce de, içinde “Saray” geçen bir yazı yazmadım ve “Cumhurbaşkanlığı Sarayı” konusunda (Sizin lügatinizde ismi “Ak Saray”dır) görüş bildirmedim. Neye dayanarak, Savarona’yla Saray müdafaası yaptığıma hükmettiniz? (Ben yazının başlığında “M. Kemal” ibaresini kullanmamıştım. Bu yakıştırma size ait. Galiba“Atatürk” demeye imtina ediyorsunuz. Herhalde sistemle bir derdiniz var. Sistemle derdiniz var ama sisteme karşı kora kor mücadele edenlere de iyi gözle bakmıyorsunuz. İlginç adamlarsınız!)
Hadi, bir yazıyı konsepti içinde okuma ve değerlendirme namusundan uzaksınız, işinize geldiği gibi anlamayı tercih ediyorsunuz...
Peki, “Şimdi de ‘M. Kemal Bakanlar Kurulunu Savarona’da toplardı’ diyorlar” cümlesiyle bize anlatmak istediğiniz şey nedir?
Hayretinizi mucip olan ve itiraz ettiğiniz husus hangisidir?
Ne yani, Atatürk Bakanlar Kurulu’na başkanlık etmez miydi?
Etmemiş miydi?
Bu toplantılardan dördünü (ikisi kısmi toplantı sayılabilir) Savarona’da gerçekleştirmemiş miydi?
Bunun nesini “ibretle temaşa” ediyorsunuz?
İkincisi şu:
Bir dönem aynı mecralarda dirsek çürüttüğünüz arkadaşlarınız, çok yakından tanıdığınız iki Nur talebesi, Mustafa Kaplan ve Bünyamin Ateş, El-Kaideci suçlamasıyla aylarca cezaevinde yatırıldılar. Bir kumpasa maruz kaldılar ve bunu kimin yaptığını siz çok iyi biliyorsunuz.
Burada hayretinizi mucip bir husus bulamadınız mı?
Niçin “arkadaşlarınızın” uğradığı haksızlıkla ilgili bir çift laf etmediniz? Etmiyorsunuz?
Niçin bu vicdansızlığı yapanlara kol kanat geriyorsunuz?
Biz de sizi “ibretle” temaşa ediyoruz Kazım Bey... Ve yeni konumunuzu utanç verici buluyoruz...
HAMİŞ:
Habaset ehli şimdi de, “dört Bakanın masum olduğuna hükmettiğimi” yazıyor.
Hiçbir zaman “suçludurlar” yahut “suçsuzdurlar” diye bir ifade kullanmadım... Sizin, “Gitsinler, aklanıp gelsinler” dediğiniz ve “Yüce Divan” diye kutsadığınız yerin Anayasa Mahkemesi olduğunu söyledim. Bildiğimiz Anayasa Mahkemesi...
“Hukuk”la ilişkisi tartışmalı ve şanlı tarihinde sayısız “hukuksuzluk” örneği bulunan bu mahkemeye niçin güvenelim ki?